Akkuyu- Karakuyu...
Sonradan keşke dememek için şimdi konuşalım...
‘Kıbrıs adası tarihinin hiç bir döneminde bağımsız olmamıştır’ dedim ben. Yılların öğretmeni ‘sadece iki dönemde’ dedi. ‘Milattan önceki Dokuz Krallık döneminde ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde... Tabii ki Cumhuriyet döneminde bağımsız sayılabilirse!’
Elbette kimin egemenliğinde olursanız olun yaşam bir şekilde devam eder. Ve biz Kıbrıslılar sürekli sorunlarla boğuşsak da, bir kaşık suda fırtınalar yaratsak da aslında bu adanın güzelliklerinin öylesine farkındayız ki; çoğu zaman ada yaşamımızın merkezi, vazgeçemeyeceklerimizin en başındaki odağıdır. Güzeldir Kıbrıs’ımız, güzeldir bu adada yaşamı solumak... Ben çoğu zaman dine, dile ya da ırka değil; yaşadığımız coğrafyaya inanırım. Birçok özelliğimizi, kültürümüzü, yaşam alışkanlıklarımızı aslında o coğrafyanın özelliklerine göre ayarlamıyor muyuz? Genetik araştırmalardaki gen haritamız öylesine zengin ki neredeyse Kıbrıslı yok denecek kadar az. Geldiğimizi düşündüğümüz ya da tarih kitaplarının bize çizdiği rota büyük çoğunluğumuza uymuyor. Akdeniz’den, Arap yarımadasından, Anadolu’dan, Avrupa’dan tam bir gen kokteyli bizimkisi...
Belki de gelen geçen hiç bir uygarlığın buralarda kalıcı olmadığını bilmenin de hüznüyle hep bir gelecek kaygısındayız. Doğrudur hep bir gelecek kaygımız vardır ancak her şeye rağmen umudumuz da hep vardır.
Ancak Kıbrıs adası şimdilerde öyle büyük bir tehdit altında ki; bugüne dek yaşadığımız hiçbir soruna benzemiyor. Hani toptan yok oluş var ya işte öyle büyük bir tehlike... Yanı başımızda Türkiye’nin Mersin- Akkuyu bölgesinde yapılması planlanan Nükleer santralden bahsediyorum. Birçok Avrupa ülkeleri ülkelerinde yapılan santralleri devre dışı bırakırken ve ellerindeki projeleri çöpe atarken Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin yapma kararı aldığı Nükleer Santralden... Bize sadece 90 km. uzaklıkta olan ve bir kaza anında adada canlı yaşamı alt-üst edecek bir santralden... Hani dedik ya coğrafya... Coğrafya böyle bir şey işte... Kendi ülkesinde en yakın il Mersin’e uzaklığı 133km olan bu santral biz Kıbrıs’a sadece 90 km...
Japonya’nın yaşadığı felaketi hiç birimiz unutmadık. Fukuşima Nükleer felaketinin ardından 100 bin kişi evlerinden tahliye edildi. Kaza sonrası santralin 20 km’lik bölgesi girilmez bölge ilan edildi. Denizdeki radyasyon seviyesi normalin binlerce katına ulaştı. ‘Fukuşima felaketi’ bütün dünyaya nükleer enerjinin ne kadar tehlikeli ve asla öngörülmemesi gerektiğini çok net bir şekilde gösterdi. Felaketin ardından 5 nükleer reaktör işleten İsviçre’de yapılacak 3 yeni reaktör planı çöpe atıldı ve 2034'e kadar da tüm reaktörlerin kapatılması kararlaştırıldı. Almanya'daki 17 reaktörün en eski 7’si kapatıldı. Geriye kalan 9 tanenin de planlı bir şekilde 11 yıl içinde kapatılması öngörüldü. İtalya’da yapılması planlanan 4 reaktörün referanduma gidilerek halk tarafından iptal edilmesi sağlandı.
Yapılan bilimsel araştırmalar Akkuyu’da yaşanacak bir kazanın ya da deprem bölgesinde bulunan bölgenin hafif bir sarsıntının ardından meydana gelebilecek bir nükleer sızıntının santral çevresindeki 300 km’lik bir alanda normal yaşamı biteceğini ortaya koyuyor. Nükleer öldürür, ağır hastalıklara yol açar. Yarattığı sağlık sorunları ile mücadele etmek pahalıdır. Zararı sadece bugün değil nesiller boyu sürer. Atıklarını sonsuza kadar güvenle saklamak zordur. Enerjiyi bugün kullananların çöpünü gelecek nesillere bırakması ayıptır.
Bu konu çözümden de barıştan da, sağlık sisteminden ve eğitim sisteminden de çok ama çok daha ciddidir. Çünkü bu güzel adada yaşam olmazsa bu sorunların hiçbiri zaten kalmaz. Birlik olmalı, sesimizi yükseltmeli ve en doğal hakkımız olan yaşam hakkımız için mücadele etmeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri bizim de içinde bulunduğumuz bu coğrafyaya ve insanlarına karşı olan sorumluluklarını bir kez daha gözden geçirmelidirler.