“Aklını Kullanma Cesaretini Göster!”
“Aklını Kullanma Cesaretini Göster!”
Tufan Erhürman
Bismarck; “Süngü ile belki her şeyi yapabilirsiniz, yalnız bir şeyi yapamazsınız: Onun üstüne oturamazsınız”
Her toplum, iyi, kötü bir sistem içerisinde yaşar. Her sistemin, kendi devamını sağlayan, koruma altına alan normları (kuralları) vardır. İktidar, bu kurallara uyulmasını ister. Bunlara uyulmasını da iki ayrı araçla sağlar. Birincisi kuvvet, sıklıkla karşımıza çıkan şekliyle şiddettir. Ancak şiddet, kurallara uyulmasını sağlamak açısından çoğu zaman tek başına yeterli değildir. Destek olarak rızaya gereksinim duyar. Toplumlar, çeşitli sebeplerle kurallara uymaya rıza gösterirler ve bu davranışları sistemi meşrulaştırır.
Kısacası, sistemin meşruiyeti rızayla doğru orantılıdır. Rıza azaldıkça, iktidar, sistemin devamı için daha çok şiddete başvurmak zorunda kalır. Ve daha önce de söylendiği gibi, bir sistemi yalnızca şiddet aracılığıyla ayakta tutmak hiçbir zaman mümkün değildir. Bunu en güzel ifade eden, Bismarck’a atfedilen bir sözdür: “Süngü ile belki her şeyi yapabilirsiniz, yalnız bir şeyi yapamazsınız: Onun üstüne oturamazsınız” (Münci Kapani, Politika Bilimine Giriş, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1989, s. 50).
Dolayısıyla, bir sistemi değiştirmek için yola çıkanların her şeyden önce ona gösterilen rızayı azaltması ve giderek ortadan kaldırması gerekir. İnsanlar, sistemin devamına, din ya da ideoloji gibi düşünsel sebeplerle rıza gösteriyor olabilirler. Bir iktidar, sistemin olduğu gibi devam etmesini dinsel referanslara dayanarak talep edebilir ve insanlar da aynı referanslardan hareketle buna rıza gösterebilirler. Benzer biçimde, sistemin olduğu gibi devam etmesine, ideolojik referanslar sayesinde de rıza gösterilebilir. Ancak iktidarlar ideolojileri çoğu zaman ideoloji olarak değil, aklın gereği olarak lanse ederler. Çünkü insanlar, yolunun bir ve evrensel hakikatin taşıyıcısı olduğuna inanılan akla, bir tercih olan ideolojiye oranla daha rahat biat ederler. Bu konuda son dönemlerin hâkim ideolojisi olan neo-liberalizmin “ekonomik akıl”ı son derece çarpıcı bir örnektir. Onun “gerekleri”, eleştirel aklın süzgecinden geçirilmesine ihtiyaç duyulmaksızın, sorgusuz sualsiz kabul edilir ve sistemin devamı için ihtiyaç duyulan rıza bu şekilde devşirilir.
Feodal sistemi yıkan burjuvazinin aydınlanma aracılığıyla verdiği mücadeleye sanırım bu noktadan bakmakta yarar vardır. Burjuvazi, feodal sistemi yıkarken, önce onun dayanağı olan ve rızayı yaratan, başta inançlar, gelenekler ve kurumlar olmak üzere tüm temelleri eleştiri oklarının hedefi kılmış, bu suretle rızayı yıpratmış ve sistemi çökertmiş, kendi sistemini onun ardından kurmuştur. (Bkz. Mehmet Ali Ağaoğulları-Filiz Çuha Zabcı-Reyda Ergün, Kral Devletten Ulus Devlete, Ankara İmge Kitabevi, 2005, s. 250-251).
Biraz sıkıcı olduğunu kabul etmekten kaçamayacağım bu girişten sonra, sözü Kıbrıs’ın kuzeyinde bugün artık herkes tarafından değişmesi gerektiği söylenen sisteme getirmekte yarar vardır. Kıbrıs’ın kuzeyinde, sistemin devamını sağlayan rıza unsurunun din ya da ideoloji aracılığıyla sağlandığını iddia etmek en azından son dönemde mümkün değildir. 1963’ten 1990’lara kadar, milliyetçilik ve onun en yakın müttefiki olan “karşıta yenilme korkusu” rızanın yaratılmasında ciddi bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, 1990’dan sonra bu unsurun etkisinin giderek azaldığı ve özellikle 2004 referandumlarının ardından artık iyice minimize olduğu sanırım herkes için açıktır. Şu anda iyice zayıflamış olduğunu söyleyebileceğimiz rızanın tek dayanağı, bazı kesimlerin çürümekte olan sistemin son parçalarından elde etmeye devam ettiği çıkarlardır ki bunların da sürdürülebilir olmadığı bilinmektedir.
Dolayısıyla, farkına varmakta zorlansak da, Kıbrıs’ın kuzeyinde eski sistem gözümüzün önünde yavaş yavaş ortadan kalkmakta, yerini yenisine bırakmaya hazırlanmaktadır.
Ancak bunun kendi başına bir mutluluk sebebi olmadığının altını çizmek gerekmektedir. Biz toplum olarak yaşamaya devam ettiğimiz müddetçe, burada bir sistem olacak, dahası, eski sisteme gösterilen rızanın ortadan kalkmış olması illa ki ondan daha iyi bir sistemin gelmesini güvence altına almayacaktır.
Kıbrıslı Türklerin, tarihin tam da bu noktasında, Aydınlanma’nın büyük filozofu Kant’ı hatırlamasında yarar vardır. Kant, Kıbrıslı Türklere yüzyıllar öncesinden seslenmektedir: SAPERE AUDE! Aklını, başka hiç kimsenin kılavuzluğuna gereksinim duymaksızın kullanma cesaretini göster! (Immanuel Kant, “Aydınlanma Nedir Sorusuna Yanıt”, Kant, Hazırlayan ve çeviren: Nejat Bozkurt, İstanbul, Say Yayınları, 2005, s. 263).
Sanırım Kant’ın çağrısına kulak vermek ve bu cesareti bugün göstermek gerekir. Aksi hâlde yarın hepimiz için çok geç olabilecektir!