AKP ARTIK DEVLET, DEVLET ARTIK AKP’DİR…
Erdoğan ve AKP, 2019 yılına kadar Türkiye’yi ezici bir güçle tek başına yönetebilmenin tapusunu 1 Kasım’da sandıktan çıkarmayı başardılar. Sonuçları beğenelim beğenmeyelim, iktidarının 14. Yılında gücüne güç katarak yeniden iktidar olabilmek; sadece Türkiye için değil, iyi kötü demokrasi geleneği olan tüm dünya ülkeleri için de büyük bir başarıdır. AKP kurmaylarını bile şaşırtan, muhalefeti ise şok eden bu büyük seçim zaferinin ardından Türkiye’yi nasıl bir tablonun beklediği ve bundan sonra AKP’nin “nasıl yöneteceği”, muhalefetin ise nasıl “yeniden yapılanıp demokratik görevlerini yerine getireceği” meselesi önümüzdeki en temel sorun haline geldi.
2002’den bu yana AKP başarısını mercimek- kömür torbalarıyla açıklamaya çalışan kesimin yeni tezi sandık hileleri oldu. Sadece Oy ve Ötesi’nin 60 bine yakın gönüllüyü teyakkuza geçirmeyi başardığı, kutuplaşmanın neredeyse her sandıkta hangi görüşten olursa olsun tüm seçmenleri birer müşahide çevirdiği, sandık tutanaklarının anında cep telefonlarıyla görüntülenip bir çok merkeze aktığı, sosyal ağlarda en küçük bir suiistimalin bile anında dolaşıma geçtiği bir ortamda sandık hilesi olur mu? Her şeye rağmen olabilir. Ama bu olasılık, AKP’nin %49.5’lik zaferini gölgeleyecek ağırlıkta bir hile emaresini hiç kimseye vermiyor olmalı ki, gerek Oy ve Ötesi’nin sonuç raporunda, gerek muhalefet partilerinin demeçlerinde kayda değer bir tepki gözlenmedi.
Bir seçimi “şaibeli kılan” sadece sandık hileleri midir? Elbette hayır! Erdoğan’ın “Milli iradenin” kararına itiraz ettiği ve tekrarlanmasını istediği 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar geçen süreçte yaşananlar, hepimizin, tüm ülkenin ve tüm dünyanın gözleri önünde yaşandı. AKP’nin 7 Haziran’da aldığı yenilginin sorumlusu olarak görülen HDP’ye yöneltilen ağır saldırılar, bu partinin baraj altına çekilerek “statükonun yeniden kurulması” hedefine yöneldi. Yüzlerce binası yakılıp, yüzlerce parti yöneticisi gözaltına alınırken, HDP, Cumhurbaşkanından yandaş medyaya son derece ağır ifadelerle hedef alındı. Bir yandan HDP baraj altına çekilmeye çalışılırken, bir yandan da “Çözüm” konusunda tutumu bilinen sağ seçmen için “stratejik mücadele odağının” MHP değil AKP olduğu teması işlendi. Birden bire artan şiddet olayları ile seçmende “AKP giderse istikrar ve güvenlik de biter” algısının oluşturulmasında PKK, adeta AKP’yi asiste etti ve böylesi bir siyasi atmosferde sandığa giden seçmen Erdoğan’a istediği 400’ü değil ama, onu 2019’a kadar fazlasıyla rahat ettirecek 317 vekili verdi.
Sonuçlarını beğensek de beğenmesek de, 1 Kasım seçimlerini geride bırakalı 1 hafta oldu ve önümüzde yerel, genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerini bir arada yapacağımız 2019’a kadar tam 4 yıl var… Şimdi önemli olan “7 Haziran şokuyla bilenen” AKP ile “1 Kasım şokunun etkilerini nasıl atlatacağı henüz bilinmeyen” muhalefetin önümüzdeki dönemde nasıl bir Türkiye’yi şekillendirecekleri… Şurası açık ki 7 Haziran’ı ve 1 Kasım’ı yaşamış Türkiye, artık eski Türkiye değil… Fakat bu, ilginç biçimde AKP’nin son birkaç yıldır dillendirdiği “yeni Türkiye” de değil.
AKP, 7 Haziran’da “seçim kaybetmesi halinde” nasıl bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalacağını öğrendi. Muhalefet de 1 Kasım’a kadar olan süreçte seçimi kaybetme riski olan bir AKP’nin neler yapabileceğini öğrendi. Şimdi hep birlikte “seçimi her ne pahasına olursa olsun kazanmış” AKP’nin ve “AKP’yi mevcut anlayışı ve yapısıyla sandıkta yenemeyeceğini anlamış” muhalefetin nasıl bir Türkiye şekillendireceğini görüp öğreneceğiz.
Muhalefetin dağınık yapısını nasıl yöneteceğini 5 aylık dönemde test etmiş olan AKP, bu deneyimden önümüzdeki 4 yıla ilişkin altın değerinde dersler çıkardı.
Artık AKP;
- “Laboratuar ortamında” hangi durumda ne tepki verdiğini test ettiği bir seçmen (7 Haziran- 1 Kasım)
- “Acının sınırlarında” (Gezi, Suruç, Ankara) neler yapabileceğini bildiği bir muhalefet,
- Dört koldan abluka altına alınmış bir kitle iletişimi,
- Kopardığı vaveylanın çok altında bir siyasi etkisi olan sosyal ağlar,
- “Kendisini incitmeme garantisi altında ruhunu satmaya hazır” bir sermaye
İle karşı karşıya olduğunu biliyor. Bu “laboratuar sonuçları” AKP’ye 2019’a kadar elinin rahat olacağı hissini vermeye yeter de artar…
Kendi içerisinde birbirinden nefret eden küçük gruplardan öteye gidemediği ortada olan muhalefet, içinden parça parça koparılan semiz danaları artık çaresiz homurdanmalarla izlemek zorunda olan dağınık bir sürüye dönüştüğünün farkında. Aslında işin özeti de bu zaten: 7 Haziran’da sandıktan çıkan “organize %40”, 1 Kasım’a kadar “organize olamayan” %60’ı paramparça ederek sandığa gömme becerisini gösterdi…
Şoku atlatıp, yeniden iç yapılanmasını tamamlayacak bir muhalefet potansiyelimizin olmadığı da ortada. Ne bunca yıl idare ettiği “imitasyon milliyetçiliği” AKP’ye kaptıran MHP’nin ne de hâlâ “Kemalist Cumhuriyet” peksimetini ağzında geveleyip duran CHP’nin, ta 1990’lardan bugüne işleyen siyasi çözülme sürecini “idrak” noktasına gelmediği anlaşılıyor.
HDP ise bir yandan AKP saldırıları altında sersemlerken, siyasi varoluşunun kaynağı olarak gördüğü, fakat asıl ölümcül darbeleri vuruşunu çaresizce izlediği PKK ile nasıl bir çıkış yolu bulacağını bilemez görünüyor. Öcalan’ın susturulup izole edildiği ve artık devlet ile Kandil’in silahlarının konuştuğu, Kürtlerin yeniden “beyaz Toros’ların” korkusunu enselerinde hissettikleri bir ortamda HDP’yi ancak ve ancak Kürtlerin ve Türklerin her şeye rağmen birlikte yaratabilecekleri bir “mucize” kurtarabilir. O mucizenin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini, Kandil’in “HDP’ye artık rahatsız edici bir sivrisinek muamelesi yapıp yapmayacağını” önümüzdeki günlerde göreceğiz. Irak ve Suriye “deneyimlerini” anlaşılan o ki “umut verici” olarak gören Kandil’in zaten başından beri “lüks bir proje olarak gördüğü” HDP’yi ve zaten susturulmuş Öcalan’ı dinlemeye çok da yatkın olmadığı anlaşılıyor. Zira barış ve çözüm ortamında gücünü ve anlamını yitirecek olan Kandil, hiç kimsenin güçlü bir vaatte bulunmadığı bir ortamda, kendisini sonsuza kadar güçlü ve anlamlı kılacak bir projenin peşinden gitmeyi daha anlamlı görüyor olmalı… Bunun gerçekte ne kadar gerçek ve ne kadar anlamlı olduğunu da yine önümüzdeki süreçte göreceğiz…
Daha ilk haftada görülen o ki, AKP HDP’yi ve Öcalan’ı devre dışı bırakmayı ve yeniden devletin “çatışma/yok etme” çizgisine dönüş yapmayı seçmiş durumda. İktidarda kalmanın sihirli formülünü “milliyetçi- muhafazakâr seçmeni istikrar ve güvenlik noktasında kilitlemekte” bulan ve bunu laboratuar ortamında test eden AKP için artık “kardeşlik değil eşitlik” denilen bir ortamda yeni dönemin sloganı “Milli birlik ve kardeşlik”… Ve yine daha ilk haftada 21 cinayetin faillerinin yargılandığı JİTEM davasında tüm sanıkların beraat etmesi AKP’nin “yeni dönem stratejisine” ilişkin güçlü bir veri oluşturuyor… AKP artık devlet, devlet artık AKP’dir!
Eğer Türkiye’de sol adına kalmış ne varsa, HDP projesi etrafında birleşmek veya en az HDP kadar heyecan verici yeni bir sol proje üretmek dışında bir seçeneğe sahip değil. HDP’nin kaderi ise büyük ölçüde “Öcalan’ın susturulduğu bir ortamda” Kandil’in dozu giderek artan çatışmacı diline ne kadar dayanabileceği, Türklerin ve Kürtlerin devlet ve Kandil’e rağmen bir arada kalma becerisini ne kadar gösterebileceklerine bağlı.
Fakat şurası açık ki, AKP ölümcül darbeyi soldan değil sağdan alabilir. Güçlü bir merkez sağ seçeneğin ortaya çıkması dışında AKP’nin 2019 da da karşısında rakibi olmayacak. Devlete biat etme dışında geleneği olmayan sağ, Türkiye’nin “demokratik geleceği” için kendi bağrından demokrat, ılımlı bir merkez partiyi üretebilir mi? AKP’nin devlet, devletin AKP haline geldiği bir ortamda bu, hâlâ çok da yakın görünmüyor.
Bütün bu “ahval ve şerait altında” Türkiye’nin yakın geleceği parlak görünmüyor. Bu karanlık tablo, özgür ve demokratik bir geleceğin önüne çıkmış sayısız, geçici dehlizlerden sadece biri… Gidilecek uzun bir yol, ödenecek çok bedel var… Ama bunun kolay ve zahmetsiz olacağını kim söylemişti ki?...
* * *
KIBRIS VE AKANSOY FARKI…
Türkiye’de Ekim ayında 143 işçinin yaşamını yitirmesiyle birlikte, 2015 yılının ilk 10 ayında iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçi sayısı 1461’e ulaştı… AKP iktidarının 14. Yılında iş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçi sayısı ise 15 bini geçmiş durumda… Bunca iş cinayetinin yaşandığı Türkiye’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı kayda değer önlemler almadığı gibi, bu güne dek istifa eden, kapsamlı bir özeleştiri veren herhangi bir Çalışma Bakanı görmedik…
Kıbrıs’ın Kuzeyinde çiçeği burnunda bir Bakan, Çalışma ve İçişleri Bakanı Asım Akansoy, görev başına gelir gelmez karşılaştığı ilk iş kazasında hepimizin yüreğini hafifleten bir karara imza attı. İş kazasının gerçekleştiği inşaat alanını kapattı ve Bakanlık bünyesinde bir kriz merkezi oluşturacağını açıkladı. Bu umut verici tutumun devam etmesini ve Türkiye’ye de örnek oluşturmasını diliyorum…