AKP Karşıtlarının Görmedikleri
AKP Karşıtlarının Görmedikleri
Şevki Kıralp
[email protected]
Türkiye 12 yıldır AKP iktidarı tarafından Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde yönetilmektedir. Sayın Erdoğan hem sevgi selinin, hem de tepki ve öfke selinin adresi Türkiye siyasetine yön veriyor. 30 Mart yerel seçimlerinde, AKP’nin oyları yine arttı. Seçmenin AKP’ye desteği son derece büyük bir orana ulaştı. Beddualar, ayakkabı kutuları, dinlemeler, kasetler, tahliye edilen “Ergenekoncular”, düşürülen Suriye uçağı ve pek çok gerilim artırıcı unsura rağmen, AKP gücünden ve halktan bulduğu destekten hiçbir şey kaybetmemiş durumda. AKP’nin seçim başarısının ardından Türkiye halkının zekâ düzeyine ilişkin tahminler öne sürülmeye, Nazım Hikmet ve Aziz Nesin’e göndermeler yapılmaya ve “başınıza ne gelirse müstahak’ınızdır” benzeri serzenişler dile getirilmeye başlandı. Bu göndermeleri yapanların Nazım Hikmet’in ve Aziz Nesin’in düşünsel dünyalarını ne derece paylaştıklarını da, muhalefetin AKP’ye ne alternatif sunduğunu da kendi kendime sordum.
AKP icraatları gerek Türkiye’deki hak ve özgürlükler, gerekse bölgesel huzur ve istikrar bakımından pek çok eleştiriye açıktır. Öncelikle, AKP’nin Suriye politikasını hiçbir şekilde onaylamadığımı söylemem gerekiyor. ABD ve Fransa bile Suriye politikalarını yumuşatmışken Türkiye-Suriye ilişkilerinin son yıllarda tamamen gerginlik üzerine şekillenmesi üzücü ve sakıncalıdır. Türkiye’nin Suriye ilişkilerinde bir yumuşamaya gitmesi gereklidir çünkü iki ülke geçtiğimiz yıllarda pek çok kez savaşın eşiğine gelmişti; yanı başındaki bir ülke ile ilişkilerini sürekli olarak terörizm ya da savaş tehlikesi üzerine kurmak Türkiye halkının tercih ettiği bir durum olmasa gerek.
Yazımın esas amacı ise AKP’nin popülaritesinin kaynaklarını ele almaktır. Dünyaca ünlü sosyolog Ernest Gellner iki farklı Türkiye’den bahsetmektedir. Büyük şehirlerin Avrupa görmüş, laik toplumsal kimliği benimsemiş, kültürlü, yüksek eğitimli ve Batılılardan farksız elit tabakası birinci Türkiye’yi, eğitim seviyesi düşük, İslami yaşam tarzını benimsemiş, köylü ve Orta Doğulu bir imajı olan kırsal kesim ise ikinci Türkiye’yi oluşturuyordu(Gellner, 1994). Gellner Türkiye’yi 1960’lı yıllarda ziyaret etmişti. Elbette o günden bugüne pek çok şey değişti. Türkiye sanayileşme ve kentleşme sürecini yaşadı, kentlerde varoşlar oluştu ve köylerden gelen göçler ile büyük şehirlerin imajı da değişti. Artık Türkiye’nin üst tabakasında eğitim ve gelir düzeyi yüksek ancak muhafazakâr temelli toplum kimliğini benimsemiş kesimler de bulunmaktadır. Dolayısıyla muhafazakâr kesimden insanların büyük ölçüde köylü, eğitimsiz ve yoksul olduğu algısı artık sarsılmıştır.
Örneğin, Ankara’yı son ziyaret edişimde üniversite yıllarındaki arkadaşlarımla şehrin en güzide caddelerinden birinde bir pastaneye oturmuştuk. Oturduğumuz yerin yakınına park eden iki lüks araç dikkatimizi çekmişti. Her iki araçtan da birkaç hanımefendi çıkmıştı. Araçların her ikisi de paranın satın alabileceği en kaliteli lüks arabalardan olmasının yanı sıra, hanımefendilerin hepsi de son derece şıktı ve giysilerinin kalitesi hemen göze batıyordu. Üst tabakalardan oldukları belliydi. Aralarındaki tek fark, bir arabadan çıkanların başları açıkken diğer arabadan çıkanların başörtüsü kullanıyor olmalarıydı. Bu hem benim, hem de arkadaşlarım için Türkiye’nin sınıf yapısının ciddi biçimde değiştiğine, üst sınıfların muhafazakâr kesimleri de kapsadığına ve Türkiye’de artık muhafazakârlık ve modernliğin iki farklı kavram olmadığına dair önemli bir örnekti.
AKP’nin Türkiye halkından aldığı desteği anlamak için, öncelikle kavranması gereken gerçek şudur ki, sanayileştikçe liberalleşen ekonomi içerisinde AKP gücünü sadece yoksul halktan değil, son on yıllarda oluşan liberal-muhafazakâr üst sınıftan da almaktadır. Birkaç on yıl öncesinde, sınıf atlamış birisinin muhafazakâr kimliğini koruması oldukça zordu. Ancak AKP Türkiye’sinde üst sınıflardaki homojen laiklik artık kaybolmuştur. Dolayısıyla, AKP hakkında hem Kuzey Kıbrıs’ta, hem de Türkiye’de yaygın bir kabul gören “kömür dağıtarak”, “halkın fakirliğinden istifade ederek”, “inançları sömürerek” iktidara gelme iddiası artık geçersiz kalmaktadır. AKP yoksul kesimlere hitap etmeyi başarsa da, partinin sermayedarlara da hitap ettiği anlaşılmalıdır.
Öte yandan, AKP’nin yoksul kesimlerden aldığı destek incelenince, gerek Sayın Erdoğan’ın, gerekse parti yönetiminin çoğunluğunun, Türkiye halkının, televizyonlarda gördüğü zaman “işte bu bizden biridir” diyebileceği insanlar oldukları göze çarpmaktadır. Sayın Erdoğan’dan Sayın Abdullah Gül’e, Sayın Ahmet Davutoğlu’ndan Sayın Bülent Arınç’a kadar, AKP kadrolarının en üst düzey yöneticileri bile Türkiye halkının büyük bir kesimini oluşturan köyden kente gelmiş ve muhafazakâr kimliğiyle var olmaya çalışmış insanlara hiç de yabancı ve dışlayıcı gelmeyen duruşlara sahiptirler. Bununla birlikte, halk devlet dairelerine gittiği zaman, yine AKP’nin oluşturduğu kadrolar sayesinde kendisine yabancı görünmeyen muhafazakâr ve köylü kökenli memurlara rastlamaktadır. Her şeyin başında, AKP oluşturmaya çalıştığı muhafazakâr-demokrat kimlik ile Türkiye halkının dar gelirli ve muhafazakâr kesimlerinin hem ülkelerine hem de devlet kurumlarına daha az yabancı olmalarını sağlamıştır.
Bunun yanında, AKP’nin, özellikle de Sayın Erdoğan’ın son derece etkili siyasal iletişim yöntemleri kullandığını da ifade etmek gerekir. Sayın Erdoğan 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak anayasa referandumu öncesinde Ahmet Kaya’nın “Şafak Türküsü” isimli şarkısından alıntılarla şiir okuyarak halka seslenmekteydi. Sayın Erdoğan bu örnekte anlaşılacağı üzere son derece etkin bir sembolizm kullanmıştı. Kürt bir sosyalist (Ahmet Kaya) tarafından 1980 rejimince idam edilen bir ülkücü gencin annesine yazdığı mektuptan esinlenerek yazılan bir şarkı vasıtasıyla, Sayın Erdoğan Kürtlerin, sosyalistlerin ve ülkücülerin 1980 rejimi karşısındaki mağduriyetlerine yönelik bir sembol kullanmıştı. Daha da önemlisi, tek bir sembol sayesinde referandum sürecinde hem Kürtlerden, hem 1980 öncesinin sosyalistlerinden, hem de ülkücülerden destek almıştı. Buradan da, AKP’nin Türkiye halkının yaşadığı sosyal travmaları iyi kavramış bir duruşu olduğu ve bunun da partinin gücüne güç katan bir özellik olduğunu vurgulamak gerekir.
AKP’nin icraatları değerlendirilirken az önce belirttiğim üzere, AKP’nin Suriye politikası Türkiye açısından tehlikeli bir tutumdur, ancak bu yine az önce belirttiğim başka etkenler nedeniyle sandıklara yansımamıştır (ki yerel seçimler her ne kadar hükümet icraatlarını doğrudan sınayan yoklamalar olmasa da, halk memnun olmadığı bir hükümeti yerel seçimlerde de uyarabilir). AKP bunun yanında sağlık sisteminde halk yararına olumlu reformlar yapmış, ulaştırma hizmetlerinde kendisinden önce hiç bir hükümetin yapmadığı hizmetler geliştirmiş ve Türk ekonomisinin büyüme hızını ciddi oranda yükselmiştir. Günümüzde döviz yükselse de, AB ülkelerini yıkıma uğratan kriz, Sayın Erdoğan’ın deyimiyle Türkiye’ye “teğet geçmiştir”. AKP döneminde, kendisinden önceki hiç bir seçilmiş hükümet döneminde hissedilmeyen bir başka olgu vardır ki, artık siyasal çalkantılarda “aman ordu müdahale edecek mi?” yönündeki endişeler artık ortadan kalkmıştır.
Öte yandan AKP döneminin en tartışmalı yönlerinden birisi de yargı ve ifade özgürlüğü meseleleridir. Yıllarca “darbecilikle” suçlanan “Ergenekoncular” geçtiğimiz günlerde tahliye edilmişler, neredeyse suçsuzlukları anlaşılacak duruma gelmişler ve kamuoyunda haksız yere hapsedildikleri görüşü hâkimiyet kazanmıştır. Buna ilaveten, Türkiye AKP döneminde hapiste olan gazeteci sayısının yüksekliğiyle de kendinden uluslararası arenada söz ettirmiştir. Bir yandan başörtüsü yasağının kaldırılması ile inanç özgürlüğünü kamusal alana yansıtan, “çözüm süreci” ile Kürt vatandaşların hak ve özgürlüklerini genişletme adımları atan AKP, bir anda twitter yasağının da mimarı oldu. Twitter yasağına her ne kadar “kamusal düzeni koruma” yaklaşımıyla meşruiyet kazandırılmaya çalışılsa da, partinin sanal ortam ve iletişim özgürlüğü üzerindeki yasakları 6-7 yıl öncesinde youtube erişiminin engellenmesine kadar dayanmaktaydı. Bütün bunlar Türkiye’de aksaklıkları AKP öncesinde filmlere dahi konu olan yargı sistemini AKP’nin reformlarıyla da birleştirerek tartışmalı hale getirmektedir.
AKP hükümetinin eleştirilmesi gereken yanları elbette vardır. Türkiye’yi ileri demokrasi, toplumsal huzur ve toplumsal refah konularında dünya sıralamasının zirvesinde görmeyi arzulayan birisi için saymakla da bitmez. Ancak, halkın çoğunluğu AKP’nin dönüşümlerini içselleştirmektedir ve bu içselleştirmenin AKP öncesi bir hükümete daha fazla nasip olduğunu iddia etmek AKP’ye haksızlık olur. Bununla birlikte, AKP’nin gücünün bir diğer kaynağı muhalefetin halk tarafından Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’de beklenen kabulü görememiş ideolojilerin savunucusu olarak görülmeleridir. Halk CHP’yi Kemalizm’in geleneksel elitist-militarist çizgisinde, MHP’yi Türk Milliyetçiliğinin merkezinde, BDP’yi ise Kürt Milliyetçiliğinin merkezinde görmektedir. Kaldı ki bu üç parti, halka AKP’nin bariz biçimde eleştiriye açık yanları olmasına rağmen, daha ileri bir demokrasi vizyonuyla seslenememektedir. Burada Sayın Sırrı Süreyya Önder ve HDP’nin demokrat bir kesime hitap etmeye başlayabileceği göz ardı edilmemelidir. Ancak HDP, tıpkı Türkiye’deki diğer sosyalist kökenli oluşumlar gibi, kitlesel bir güce ulaşabilmekte zorlanmaktadır. Bütün bunları göz önüne alan halkın, “daha demokrat bir Türkiye için ne yapmalı?” sorusuna tek cevabı “AKP’yi seçmeyin” olan ve “AKP’nin yolsuzlukları” haricinde bir ekonomi vizyonu geliştirmeyen muhalefettense AKP’ye oy veriyor olması da anlaşılır bir durumdur. Uzun sözün kısası, Kemalizm, Türkçülük ya da Kürtçülük adına AKP’ye karşı mücadele etme çağrıları halktan kabul görmemektedir. Hem muhalefetin, hem hükümetin hem de bütün Türkiye’nin yararı, muhalefetin kendisini ileri demokrasi normlarıyla yenilemesi, bunu yapmakla da AKP hükümetine ileri demokrasi normlarında örnek olabilmesindedir.
------------------------------------------
Kaynakça
Gellner, E. 1994. Encounters with Nationalism. Oxford: Blackwell.