AKP’nin İlk Yenilgisi
AKP’nin İlk Yenilgisi
İlksoy Aslım
[email protected]
Giriş
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ilk kez bir seçim kazanamadı. Türkiye’de yapılan milletvekilliği seçimi sonrasında tek başına hükümet kurma ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı başkan yapma hedefiyle yola çıkmış olan AKP bu kez umduğunu bulamadı. AKP seçimden birinci parti çıkmış olmasına rağmen, Halkların Demokratik Partisinin (HDP) barajı aşması nedeniyle hükümeti kuracak çoğunluğa ulaşamadı. Kuzey Kıbrıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan onur ve gurur mücadelesinin bir benzeri Türkiye’de de yaşandı ve muktedirlerin hegemonyasında bir gedik açıldı. Bu yazıda bölgesel ve yerel solun Türkiye’deki seçime etkileri anlatılmaya çalışılacaktır.
Siriza ve Podemos Rüzgârı
Yunanistan’daki genel seçimlerde Siriza’nın, İspanya’daki yerel seçimlerde de Podemos’un gösterdiği başarı, neo-liberal politikaların acımasızca uygulandığı Türkiye’de de tekrarlanacak mıydı? Sonuçta HDP oyların yüzde 13’ünü almayı başararak öngörülenin üzerinde bir oy elde etmiş oldu. Diyarbakır mitinginde yaşanan bombalı saldırıya göndermede bulunan Can Dündar’ın attığı “o son bombayı patlatmayacaktın” tweeti HDP’nin yükselişinin gerekçelerinden birini anlatıyordu: Baskı er geç tepkiyi doğurur!
HDP, uzun uğraşların, yenilgilerin, yeniden örgütlenmenin kısaca büyük çabaların sonunda ulaşılan bir duraktı ve bu yolculuk sırasında oluşan yükü de omuzlarında taşımak zorundaydı. Kimine göre hainlerin, katillerin merkeziydi; ortadan kaldırılmalıydı. Ama HDP’liler yılmadılar, yollarına devam ettiler. Sonuçta, beklenen sıçrama potansiyeli HDP’nin kendi dışındaki sol potansiyelle birlikte hareket etme kararını vermesiyle açığa çıktı. Böylece HDP bir bölge partisi olmaktan çıkarak Türkiye’yi kucakladı. Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle doğru yolda oldukları sınandı. Selahattin Demirtaş yüzde 10 barajına yakın bir oy alınca HDP artık batıdaki dostlarıyla bağlaşıklığını geliştirme ve bağımsız aday gösterme politikası yerine parti olarak seçime girme kararını verdi. Milletvekilliği seçimlerinde birçok sol parti HDP ile birlikte hareket etme kararı aldı ve üyeleri parti listesinden aday oldu. HDP’yi resmî olarak desteklemeyi kendi örgütlenmeleri açısından doğru bulmayan “Birleşik Haziran Hareketi” üyelerinin büyük çoğunluğu da HDP’yi destekledi. Bu, ikili ilişkilerde geçmişte zaman zaman problemler yaşayan Türk solu ile Kürtlerin “büyük” buluşmasıydı. Oluşan birliktelik tahminlerin ötesinde sonuç verince HDP daha büyük bir çoğunlukla TBMM’de temsil edilme hakkı kazandı.
7 Haziran’dan Sonra Ne Yapmalı?
Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Eş Başkanı Bilge Seçkin Çetinkaya’nın da ifade ettiği gibi HDP sokaktan gelen bir parti kimliğiyle TBMM’ye girdi. Çetinkaya, sandık mı, sokak mı ikileminin yapaylığına işaret ettikten sonra önemli olanın ikisini birden yürütebilmek olduğunu vurgularken yakın gelecekteki politikanın çerçevesini de çizmekteydi: Sadece parlamentoda değil, tüm yaşam alanlarında politika yapma ve örgütlenme. Seçimlerde ele geçirilen moral üstünlükle sol güçler artık kendilerine daha çok güveneceklerdir. Seçimle birlikte AKP’nin yenilmezlik görüntüsü ortadan kalkmış ve alternatif bir yaşamın Türkiye’de de mümkün olduğu söyleminin yükselebileceği bir ortam yaratılmıştır. “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemi totaliter bir rejime doğru doludizgin giden Türkiye’nin rotasının değiştirilmesini sağlamıştır. Artık ne Cumhurbaşkanı Erdoğan ne de AKP Türkiye’de her istediklerini yapabileceklerini düşünebileceklerdir. Ancak Türkiye solu seçimde hareket alanı daralan AKP’nin bittiği yanılsamasına kapılmamalıdır. AKP’nin yüzde 40’ın üzerinde bir destekle Türkiye’deki en güçlü örgütlenme olduğu gerçeği unutulmamalıdır. AKP’nin gerilemesinin devamı alternatif politikaların üretilebildiği ve gündemin sol güçler tarafından belirlenebildiği koşullarda mümkün olabilecektir.
Soma gerçeği tüm çıplaklığıyla Türkiye solunun karşısında durmaktadır. Maden ocaklarında yüzlerce kişinin öldüğü Soma’da oluşan tepki sonucunda Gaile’nin 16 Mayıs 2015 tarihli 318’inci sayısında Burçak Özoğlu’nun yazdığı gibi “İçleri acı ve öfke dolu gençler AKP’nin Soma’daki parti binasını yerle bir etmiş, Erdoğan’ın arabasını tekmeleyip yuhalamıştı”. Ne var ki yüzlerce emekçinin ölümüne rağmen kazanan, mevcut sistem karşıtları olamadı, solcular, işçi ve emekçileri yeterince örgütleyemedi. Son yapılan milletvekilliği seçimlerinde AKP’nin azalan yüzde 13’lük oyunun hemen hepsi mevcut düzenin yedek lastiği durumundaki başka bir partiye gitti (http://secim.ntv.com.tr/#City=45&County=625&Party=&Tab=tab-1). HDP’nin oyu yüzde 2 artarken, MHP’nin oyu yüzde 12’den fazla artış gösterdi. Görüldüğü gibi gibi mevcut düzenin hegemonları başkaldırıyı sistem içinde tutma konusunda bayağı ustalar.
Sonuç Yerine
AKP, 12 Eylül öncesinde kararlaştırılıp generaller cuntası tarafından tüm Türkiye’nin açık hapishane haline getirilerek, binlerce kişinin katledilmesi, hapsedilmesi, işkence görmesi sonucunda hayata geçirilen politikaların 2002 sonrası uygulayıcısıdır. Kapı eşiğini çoktan aşıp “Türkiye’ye ulaşan” ekonomik krizi halkın omuzlarına yıkma provalarının yapıldığı bu günlerde “size bu politikaları uygulatmayacağız” söylemini hayata geçirecek bir ittifakın yaratılması özel önem taşımaktadır. Hem TBMM içinde hem de sokakta hayat bulacak bu politika, Türkiye demokrasisinin yeşertilmesi için bir gereklilik olarak görülmelidir. Bunun yanında uluslararası sermaye sınıfının dünyada yaşanan krizi yoksulların, ezilenlerin omuzlarına yıkma çabası ancak uluslararası bir dayanışma ile durdurulabilir. Anılan politika ise tek tek ülkelerde oluşturulacak dayanışma ağlarının küresel düzeydeki birlikteliğiyle mümkün olabilir. Neo-liberal politikaların kutsandığı günleri geride bırakma, dünya çapında oluşturulan hegemonyaya karşı alternatif bir hegemonya ile gerçekleşebilir. Unutulmamalı ki hegemonya şiddetten çok rızanın alınması sonucunda gerçekleşmektedir. AKP’nin halen yüzde 40’ın üzerinde oy alabilmesinin gerekçesi salt uygulanan baskı politikaları ile anlaşılamaz. Çaresiz bırakılan insanların sadaka ile yaşatıldığı söylemi ise işin sadece bir yanını anlatmaktadır. Milyonlarca kişi hâlâ AKP’yi gönülden desteklemekte ve doğru politika izlediğini düşünmektedir. Önce insanların kalpleri kazanılmalı… Kalpler de kısa sürede kazanılacak kadar kolay değildir.
Kısaca ifade etmek gerekirse hem yerel hem de uluslararası düzeyde yapılması gereken işler vardır. Bu da hayatın her alanını yeni politikalarla ilmek ilmek örerek uzun ve cefalı bir uğraşıyı göze alarak gerçekleşebilir. Türkiye’nin günümüzdeki en büyük şansı 1980 öncesi dayanışmadan ziyade kapışan emek güçlerinin daha akılcı davranmaya başlamalarıdır. Oluşmakta olan birlikte hareket etme kültürü Türkiye için önemli bir kazanım olarak görülmelidir ve bu kültür yaygınlaşamalıdır. Yaygınlaşan bu kültür uluslararası düzeydeki dayanışmanın da habercisi olabilir ve dünya çapındaki neo-liberal kurumların acımasız baskısına karşı direnç oluşturma olanağı yaratılabilir.
Yunanistan örneğinden yola çıkarsak, ülkesel düzeyde yaşanan başarının Avrupa çapında bir örgütlenmenin tetikleyicisi olduğunu söyleyebiliriz. Geçtiğimiz günlerde Avrupa Solu Platformuna üye partiler Syriza hükümetinin halkın aleyhine olan kemer sıkma politikalarını terk edip, halkın onurlu bir şekilde kendi kendini yönetmesi arzusunu destekleyen bir bildiri yayınladılar. Avrupa solu milletvekilleri “başka bir Avrupa’nın mümkün olduğunu ve Avrupalı seçmenin alternatifsiz olmadığını Syriza’nın Ocak ayındaki seçimlerde gösterdiğini, anılan politikaların kendi politikaları da olduğunu” ifade ettiler. Bu bildiri Avrupa’daki sol partilerin ulusal boyutları aşan politikaları gündeme getirmeleri açısından çok önemli. Çünkü uluslararası hegemonya karşıtı güçlerin eylem birliği oluşmadan yerel düzeydeki başarılar kalıcı olamayacaktır.
Türkiye’de değişik sol güçlerin dile getirdiği “bu daha başlangıç” şiarı mevcut düzene karşı başkaldırının süreceği mesajını vermektedir. 7 Haziran, AKP’nin durdurulmasının ilk adımıydı. Daha yapılacak çok iş, aşılması gereken çok engel var. Türkiyelilere kolay gelsin.