AKP’nin “Postmodern Darbesi” ve Mış Gibi Yapanların Ahvali
“Postmodern Darbe” kavramı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin askeri güç kullanmaksızın Erbakan-Çiller hükümetini devirmesini anlatmak için uydurulmuş bir kavramdır. İsabetli bir kavram olup olmadığı ayrı bir konudur.
Gerçek şudur ki, sokaklarda ne tank, ne de asker vardı ama Erbakan istifa etmek zorunda kalmıştı.
Kuşkusuz, darbeler ülkesi Türkiye’de seçilmiş hükümetleri devirme konusunda epeyce birikmiş deneyim vardır. Fakat Türkiye’nin kendi sınırları dışında istemediği hükümetleri devirme veya hükümet kurdurma gibi bir becerisi yoktur.
Bir yer hariç: Kıbrıs’ın kuzeyi!
Siyaset bilimci ve dış politika uzmanı Prof. İlhan Uzgel 26 Aralık 2016 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan mülakatında bu konuya şu sözlerle açıklık getiriyor:
“Türkiye’nin hiçbir zaman dış politikası, istihbaratı, güvenlik gücü hiçbir şekilde komşu ülkelerde rejim devirmeyi gerçekleştirebilecek bir yapılanma içinde olmadı. Yani böyle bir deneyimi yok. Türkiye’nin kendi sınırları dışında tek nüfuz edip kontrol edebildiği siyasi coğrafya Kıbrıs'tır. Onun dışında hükümet değiştirebilecek kapasitesi, yeteneği yoktur.”
Prof. Uzgel’in bu değerlendirmesinin ne kadar geçerli olduğunu yakın zamanda yaşayarak gördük. Mustafa Akıncı’ya nasıl seçim kaybettirildiğinden tutun da, UBP kurultayının yarı yolda bırakılmasına kadar, hayatın bütün alanlarında AKP Türkiye’sinin müdahalelerine tanıklık ettik.
Ne garip tecellidir ki, AKP’nin içinden çıktığı siyasi geleneğin peş peşe darbelerle mağdur edildiği gerçeği ortada dururken, şimdi bizzat AKP hükümetinin müdahaleleriyle Kıbrıslı Türkleri mağdur ediliyor. Hem de öyle sadece hükümetler düzeyinde değil, sendikalar ve sendikacılar da hedef alınıyor.
Doğrusu, bunda pek şaşılacak bir durum yok! AKP’nin demokratik eğilimlerden uzaklaştığını Mısır’daki sağır Sultan bile duydu. Türkiye hapishaneleri tutuklular ve haksız yere yargılananlarla doludur. Kürtlere yapılanlar ortadadır. Seçilen belediye başkanlarına bile tahammül edilmiyor.
Şaşırtıcı olan, Kıbrıslı Türkler arasında bu gerçeği kabul etmek istemeyenlerin ahvalidir.
Ve burada elbette UBP’yi kast etmiyorum.
UBP’nin Türkiye’nin Kıbrıs’taki “diaspora örgütü” olduğunu defalarca yazdım. İsteyen, “Kayıp Özne” adlı kitabıma bakabilir.
Hayır, UBP bizi şaşırtmıyor.
Şaşırtıcı olan, kendilerini, solcu, demokrat ve barışsever-federalistler olarak tanımlayanların AKP gerçeğini görmezden gelen halleridir.
Kıbrıs Türk toplumunun iradesi ayaklar altına alınırken seslerini çıkarmamalarıdır.
Türkiye’deki insan hakları ihlallerine dair tek kelime etmemeleridir.
AKP, pervasız bir şekilde Kıbrıslı Türklerin geleceğiyle oynarken, sanki birileri böyle bir şeyi istiyormuş, onlar da karşı çıkıyormuş gibi yaparak, “Biz Türkiye ile kavga etmeyiz” demeleri ve AKP hükümeti ile Türkiye’yi özdeşleştirmeleridir.
“Normal” bir ülkede bağımsız ve demokrasi içinde yaşıyorlarmış gibi tutum almalarıdır.
Evet, madunlar güç karşısında bazen mış gibi yaparlar ama bunu bağımsız olma mücadelesinin bir parçası ve sadece taktik olarak yaparlar ve asla siyasal kimliklerinin bir parçası haline getirmezler.
Nerede kaldı ki, AKP mış gibi yapanlara da tahammül etmiyor. Bu gerçeği, 4 Şubat 2018 tarihinde Yenidüzen’de yazdığım yazıda şu cümlelerle özetlemiştim:
“AKP hükümeti bir süreden beri Kıbrıslı Türk siyasi elitlerinin mış gibi yapmalarına bile tahammül gösteremiyor ve Kıbrıslı Türklerin kayıtsız şartsız boyun eğmelerini istiyor.”
Her şey açık seçik ortadadır. Fazla söze gerek yok!
Ve her şey, Kıbrıslı Türkleri mücadeleye davet ediyor.
AKP’lilerin bir zamanlar çok iyi bildikleri ama sonradan unuttukları dilden konuşma zamanıdır:
“Öz yurdunda garip, kendi vatanında parya olmaya hayır!”