1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Alain Badiou ve ‘Yeni Bir Siyaset İçin Yeni Bir Felsefe’ Mi?
Alain Badiou ve ‘Yeni Bir Siyaset İçin Yeni Bir Felsefe’ Mi?

Alain Badiou ve ‘Yeni Bir Siyaset İçin Yeni Bir Felsefe’ Mi?

Alain Badiou ve ‘Yeni Bir Siyaset İçin Yeni Bir Felsefe’ Mi?

A+A-

 

 Hakan Karahasan
[email protected]


Alain Badiou, Yeni Bir Siyaset İçin Felsefe, Çev. Barış Özkul ve Erkan Ünal ,İstanbul: Encore, 2013. 93 sayfa

Yeni Bir Siyaset İçin Felsefe, Alain Badiou’nun üç makalesini içeren küçük bir kitap. Kitabın orijinal adı: La relation énigmatique entre philosophie et politique. Aslında kitaptaki makalenin ilk adi kitabın orijinal ismi fakat muhtemelen kitabın ilk bakışta okuyucu için daha ilgi çekici olması için yayıncı ve/ya çevirmenler kitabı bu isimle yayımlamayı uygun bulmuşlar.

“Felsefe ve Siyaset Arasındaki Muammalı İlişki” adlı ilk yazıda, felsefe-siyaset ilişkisini tartışırken hocası Louis Althusser’e atıfta bulunuyor Badiou. Felsefenin var oluşunun felsefi olmayan unsurlarda bulunduğunu, siyaset, sanat, bilim ve aşk arasındaki ilişkinin bu noktada büyük bir önem taşıdığını vurguladıktan sonra, Hegel’in felsefe üzerine söylemiş olduğu ‘bilgelik kuşu baykuş’ sözünden yola çıkarak, günün sonunda, hava karardığı ve etraftaki ses, gürültü azaldıktan sonra düşünen kişiler olan filozofların içinde yaşadıkları dünyayı anlamaya çalıştıkları aktarılıyor. Hegel, Marx ve Nietzsche’nin felsefeyi nasıl gördüklerine değindikten hemen sonra, açılışta atıfta bulunduğu Althusser’e geri dönerek, onun ‘felsefenin tarihi yoktur’ sözüyle ne demek istediğini biraz açıyor. ‘Felsefeyi felsefe yapan şey eylemdir’ (s. 18) sözünden yola çıkarak, Althusser’e göre felsefenin bir tarihi olmadığını çünkü felsefenin işlevinin kanaatler arasına “nifak tohumları” ekmekten ibaret olduğunu ifade ediyor Badiou.

Bunu yaparken de Sokrates’i örnek veriyor: Sokrates idama mahkûm edildi çünkü “gençleri yozlaştırmakla” uğraşmaktaydı. Tam da bu örnekten dolayı, Althusser felsefeyi nifak tohumları ekmeye benzetmektedir. Bunun yanında, felsefenin niçin sürekli olarak ‘kendini tekrar ettiğini,’ ancak her tekrar edişin diğerinden az da olsa farklı olduğunu belirtirken şöyle diyor Badiou: “Felsefenin oluş süreci, tema ve onun varyasyonlarının klasik biçimidir” (s. 24). Buna bir iki cümle ile şunu da ekleyebiliriz kanımca: Burada söylenen bu söz, Jacques Derrida’nın différance ile söylemeye çalıştığına yaklaşıyor az da olsa. Bu bağlamda, ‘tema ve varyasyonlar,’ kendisi ile benzer (hatta aynı) olan fakat her tekrarda kendisinden farklılaşan bir durum içermekte. Différance derken, Derrida  bunu Batı metafiziği üzerinden okumaya çalışıyordu tabii. Fransızcadaki ses uyumundan ötürü düşün dünyasına “armağan”  ettiği bir sözcük olan différance, aynı anda hem kendisinden farklı olmayı (differ), hem de sürekli erteleme halini (defer) belirtmektedir. Başka bir deyişle, her ertele(n)me ve tekrarın farklılaşmaya yol açtığını çünkü eylemi tekrar etmemiz durumunda dahi, birebir aynı koşulların ol(a)mayacağını iddia eder Derrida.  Tüm bu tekrarlar, bizi felsefe ve siyaset arasındaki o ‘gerilimli ilişki’ye, yani, ‘hakikat arayışı’na götürüyor. Demokrasinin varlığının felsefe için bir önkoşul olduğu halde, demokrasinin Francis Fukuyama’nın söylediği gibi tarihin (herşeyin) sonu olmadığına yaptığı dolaylı gönderme ile şunu diyor Badiou: “Demokrasi siyasi hakikatın kendisi değildir, bilakis, siyasi hakikati bulmanın yollarından biridir” (s. 42, vurgu tarafımca eklenmiştir). Bu ‘muammalı ilişki’ye bakarken, felsefe ve siyasetin “kurtuluşu”nun ‘yeni simgesel biçimler yaratmak’ ile mümkün olduğunu belirtmeden geçmiyor.

Kitaptaki ikinci yazı olan “Asker Figürü”nde ise Badiou, özellikle 19 e 20. yy’da ‘yeni bir dünya inşası’ revaçtayken, günümüzde bu momentin yönünü kaybettiğini ifade ediyor. O zamanlarda, devrim sözcüğünün Tanrı yerine geçtiği, eski gelenekleri sona erdirecek yegâne şey olarak algılandığı belirtilirken, bu durumun günümüzde kriz içerisinde olduğu, “eski geleneklerin geri dönüşü ve ölü tanrıların dirilmesi” (s. 53) olarak tekabül ettiği ve bunun geçmiş ile ne gibi farklar içerdiğini tartışırken şunu soruyor Badiou: “Yönünü kaybetmiş bir dünyada yeni bir kahramanlık üslubu yaratmak mümkün müdür?” (s. 55). Soruya cevap vermeden önce, kahraman figürünün özellikleri sıralandıktan sonra, asker figürünün işlevleri, kahramanlık ile olan ilişkiler irdelenirken, iki önemli şair, Gerard Manley Hopkins ve Wallace Stevens’dan birer şiir ile örnek veriliyor.

Verdiği örneklerden yola çıkarak; geçmişte ölen ‘meçhul asker’den tutun da, kahramanların hakikat üretmedeki sembolik önermelerinin yok olduğu bir dünyada, savaşmak ve hakikat üretmek diye birşey gerçekten kaldı mı? Badiou’nun şu sorusu cevaba giden yolda çok önemli: “Peki ya günümüzde savaş, devasa ve karanlık bir katliamla özdeşse?” (s. 68).

Kitaptaki üçüncü ve son makale olan “Dışavurumcu-Olmayan Bir Diyalektik Olarak Siyaset” adlı yazıda, felsefe ve siyaset arasındaki ilişkiye geri dönerken, bu “muammalı ilişki”yi günümüz dünyasını göz önünde bulundurarak tahlil ederken şöyle bir tespitte bulunuluyor: “Bütün bunlar birer momenttir ve bu momentleri kavramamız, onları ortaya çıkaran koşulları tanımlamamız gerekiyor” (s. 73).

Lenin’in, kitle-sınıf-parti-lider olarak yapmış olduğu tespitin günümüz dünyası için yetersiz kaldığı belirtilirken, bunun üstesinden gelmenin yegâne yolunun ‘kolektif eylemde bulunma ve kolektif eylem üzerine düşünmekten’ (s. 75) geçtiği ifade ediliyor. Arzu, yasa ve siyaset arasında var olan gerilimli ilişkiyi çözümlemek, Badiou açısından kolektif eylemde bulunmanın yollarına giden yolda önemli bir nokta. Varlık ve varoluşa dair bir karar olarak görülen yasa, arzuyu kontrol altına almaya çalışmak suretiyle, onu normalliğin ötesinde konumlandırmaktan çıkarmaya çabalamaktadır. Arzuyu yasa ile ‘ehlileştirip’ boyunduruk altına almakla, sonuç olarak son derece despotik bir noktaya gelinebilineceği, Batı demokrasisi fikri üzerinden eleştiriliyor. Başka bir deyişle, dünyaya “demokrasi getirme” heveslisi olan Batı dünyası ve aydınlarına dolaylı bir eleştiri var burada. Batı dünyasında Libya’nın işgal edilmesi için haklı sebepler bulmaya çalışan aydınlar ve siyasiler üzerinden bir örnek vermek gerekirse; bunu özgürlük ve/ya demokrasi adına yapmaya çalışmanın ‘özgürlük, eşitlik despotizmi’ olduğunu ifade ederken, dolaylı olarak “Libya’ya demokrasi götürülmesi”nden yana olan Jean-Luc Nancy’ye yönelttiği eleştirileri bize tekrar hatırlatıyor sanki.

Yazının sonunda, “Lacan’dan beri hakikatin bir kurgu olduğunu biliyoruz. Hakikat süreci aynı zamanda bir kurgu sürecidir. Dolayısıyla yeni ve büyük bir kurgu keşfetmek son kertede bir siyasi inanca sahip olmaktır” (s. 90) diyen Badiou, günümüzdeki sorunların büyük oranda ‘kurgu eksikliği’nden kaynaklandığını iddia ediyor. Peki, ‘yeni bir kurgu’ nasıl olacak? Bu soruyu hemen yanıtlıyor Badiou: “Şüphesiz, ona koyacağımız belirli bir ad yokken yeni bir kurgu keşfetmek ciddi bir sorundur” (s. 91). Ancak  herşeye rağmen, Kapitalist Gerçekçilik: Başka Alternatif Yok Mu? kitabında Mark Fisher’in de belirttiği gibi, “Kapitalizme güvenilir ve tutarlı bir alternatif olmaksızın, kapitalist gerçekçilik siyasal-ekonomik bilinçdışında hükümranlığını sürdürecek” (s. 86). Başka bir deyişle, ‘katı olan herşeyin buharlaştığı’ günümüzde, gaz halini almış dağınık molekülleri yeniden kuracak fikirler, yeni hakikatler oluşturmak hâlâ mümkün. Bunu yaparken de, “Bunu yirminci yüzyılda olduğu gibi küresel olumsuzlama ve ‘nihai savaş’ bağlamında yapamayız” (s. 69). Seattle ile başlayan ve daha sonra “işgal et (occupy)” hareketine dönüşen, yakın geçmişte Türkiye’de yaşanan Gezi Parkı, oluşturulabilinecek yeni hakikatlere doğru gidişatın belki de başlangıcı: “Nihai savaş” yerine beraberlikten beslenen, çatışma yerine mizah ve pasif direnişi koyan bir dil. Kim bilir? Belki Badiou’nun aradığı güneş, kısmen de olsa, dünyanın değişik bölgelerinde kendisine doğmak için kısıtlı imkânlar bulmaya/yaratmaya şimdiden başladı bile...

----------------------------------------------


Kaynakça
Jacques Derrida (1982). Différance. Margins of Philosophy. çev. Alan Bass. Chicago: University of Chicago Press, s. 1 - 27.

Mark Fisher. Kapitalist Gerçekçilik: Başka Alternatif Yok Mu? çev. Gül Çağalı Güven. İstanbul: Habitus Kitap, 2010.
Niall Lucy (2004). Différance. A Derrida Dictionary. Oxford: Blackwell Publishing, s. 25-27.

  i.Hemen belirmekte fayda var; söylemeye çalıştığım şey kesinlikle negatif eleştiri amacıyla yazılmış değil, sadece kitabın adı ve orijinal ismine bakıp karşılaştırınca aklıma gelen bir düşünce.
  ii.Söz Derrida’dan açılmışken ve “armağan” sözcüğü kullanılmışken, kendisinin bu sözcüğe ayrı bir önem atfettiğini fakat bu yazının amacının bu mevzuyu açmak olmadığını da belirmekte fayda var.
  iii.Konu ile ilgili bkz: Jacques Derrida (1982). Différance. Margins of Philosophy. çev. Alan Bass. Chicago: University of Chicago Press, s. 1 - 27; Niall Lucy (2004). Différance. A Derrida Dictionary. Oxford: Blackwell Publishing, s. 25-27.

Bu haber toplam 3234 defa okunmuştur
Gaile 318. Sayısı

Gaile 318. Sayısı