Alican Yücesoy; “Oyuncu yeniyi bulduğu an, artık eskidir”
Sinema ve dizilerden de aşina olduğumuz Alican Yücesoy, tüm bilinmezliklerini bizimle paylaştı.
Simge Çerkezoğlu
Lefkoşa Türk Belediyesi tarafından gerçekleştirilen 16. Kıbrıs Tiyatro Festivali bu yıl da pek çok sanatçıyı ağırladı. Çok tanınan ama fazla bilinmeyen sanatçı Alican Yücesoy festivalde iki oyunuyla göz doldurdu… Sinema ve dizilerden de aşina olduğumuz sanatçı, tüm bilinmezliklerini bizimle paylaştı. Lisede istenmeyen, haylaz bir öğrenci, başarılı bir tiyatro kariyerine adım atmayı başarmış, zaman içinde Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun en genç Genel Sanat Yönetmeni olmuştu, hatta yönetime seçimle gelecek kadar da demokratik bir yol izlemişti. Tüm bunları yaparken tek bir gailesi vardı. O da özgür olmayı başarmaktı.
“BİR SABAH UYANDIM VE BEN TİYATROCU OLACAĞIM DEDİM”
Alican Yücesoy’u biraz daha yakından tanıyoruz. İlk karşılaştığı soru hep sarışınlığı ve renkli gözlü oluşuyla alakalı… Bu sorunun cevabına, kendisini araştırırken ulaşıyorum. Babası Arap, annesi ise Bulgar kökenli… Tipinin farklılığı da köklerinde saklı.
“Doğru söylüyorsunuz. Annemin babası, büyükbabamın ailesi mübadele yıllarında Bulgaristan’dan İstanbul’a göçen bir aile. Babam da Arap kökenli. Uzun bir geçmişimiz var. Benim çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım Bursa’da geçti. Meslek lisesinde elektronik eğitimi alıyordum. Bir gün okuldan bir hocam bizi Bursa Devlet Tiyatrosu’nda ‘Bir Garip Orhan Veli’ oyununa götürdü. Tam olarak bir oyun izlemem lise yıllarına denk geliyor diyebilirim. Aslında daha önce de ailemle tiyatroya gidiyordum ama hiçbiri beni bu oyun kadar etkilememişti. Oyunda Celal Kadri rol alıyordu, gerçekten çok etkileyiciydi. Daha sonra çok kötü bir lise hayatı geçirdim. Bölümümü sevmiyordum, okulu bıraktım… Bir yıl boş gezdim, liseyi dışarıdan bitirdim. Türkiye deki eğitim sisteminin iş bilen insanları benim gibi öğrencilerin örgün eğitime devam etmemesi gerektiğini savunuyorlar. Benim gibi hiper aktif sorunları olan, algı ve dikkat dağınıklığı olan çocuklara ‘yaramaz’ etiketi yapıştırıyorlardı. Bu boş gezdiğim zamanlarda da kararımı vermiştim. Bir sabah uyandım ve ben tiyatrocu olacağım dedim.”
“GÖZ HİZASINDA TİYATRO YAPMAK İÇİN GÖREVE BAŞLADIM”
Alican’nın hayatında pek çok ilginç detayla, önemli başarılar saklı… Henüz üniversiteye bile başlamadan Bakırköy Belediye Tiyatrosunda aldığı ilk rolü ve kurumun en genç genel sanat yönetmeni olma başarısı bunlardan bazıları… Göz hizasında tiyatro yapmak için, bu göreve talip olan sanatçı, bu süreci şöyle değerlendiriyor.
“Tiyatro eğitimi için birkaç sınava girmiştim, hepsini de kazandım. Haliç Üniversitesi’nde karar kıldım. Haliç’e daha kaydımı yaptırmadan Bakırköy Belediye Tiyatrosu yeni sezon oyunu için seçme açmıştı. Ben de bu seçmelere başvurdum, kazandım. O günden bugüne de BBT’de çalışmaya devam ediyorum. Hayatımda böyle özel bir yeri var, haklısınız. Türkiye’de tiyatronun temeli aslında cumhuriyet dönemi ideolojisiyle çok alakalı. Sanatın ve sanatçının toplumun hep bir adım önünde olması gerektiği üzerinden eğitimler verilir. Toplumda farklı olmanın tiyatro kabul edildiği yıllardan gelen bir temelimiz var. Haliyle tüm bu düşünceler benim tiyatro neslimin insanları için çok demode. Bu uzak ara mesafede adını koyamadığımız şey bunu sahneye üslup olarak da yansıtmış sanatçılar, seyirciden çok bilen tavırlar, seyirciye parmak sallayan, tepeden bakan tavırlar… Bana göre tiyatro bir boş alan. Onun için de göz hizasında yapılmalı. Ben de seyircinin bildiği kadar biliyorum. Hatta bilmek üzerinden bir iddiam bile yok. Şu anda bir şey yaşıyorum, bu hissimi insanlarla paylaşmak istiyorum. Belki benzer hisleri paylaşıyoruz diye anlamaya çalışıyorum. Elbette insanların bugün neler hissettiğinin farkındayım. Yaptığım oyunlarla insanların hislerine dokunmaya çalışıyorum. Ama bu işin arka planı tabii. Ben onu hissettirmeden, sen bunları yaşıyorsun demeden, ben böyle hissediyorum, sen de acaba benim gibi hissediyor musun? diye sormaya çalışıyorum. Çok bilmişlik taslamıyorum. Ben bunu son üç yıldır yapmayı başardığıma inanıyorum. İlk oyunu bir klasik seçtim. Klasik çok zordur, böyle bir iddiayı klasikle başarmak daha da zordur. Hem bir klasikle sahneye çıkacaksınız, hem de insanlara tepeden bakmayacaksınız… İlk oyun olarak ‘Yanlışlıklar Komedisi’ni seçmiştik. William Shakespeare tarafından yazılmış bir komedi… Shakespeare deyince herkes korkar, tiyatrocular bile korkar… Üstelik de onun en zor oyunu… Ama düşünün ki bundan 700 yıl evvel, meşhur Globe tiyatrosunda bu oyunu sergiliyor, oyunu hem kraliyet ailesi, hem soylular, hem de en an alt tabakadan insanlar, düşkünler bile izliyor. Ama tüm bu farklı uçtaki kitleler aynı oyunu izliyor, herkes oyundan memnun olarak ayrılıyor… İşte bu müthiş başarıdır. Ben de ilk oyundan bu güne böyle bir başarıyı hedefledim. Sonraki oyunlarda da bunu sürdürmek için çalıştık. Seyirciden aldığım geri dönüşler bunu başardığımız yönünde. Onlarla birlikte bir yolculuğa çıkıyor, hiçbirimiz diğerimizin önünde değiliz. Beraber bir serüven yaşıyoruz.”
“BİR SANAT KURUMUNUN KENDİ ÖZERKLİĞİNE KAVUŞMUŞ OLMASI LAZIM”
Bakırköy Belediye Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmenliği adaylığına hazırlanma sürecinde 500 sayfalık da bir rapor hazırlayan sanatçı bir sanat kurumunun nasıl olması gerektiğini detaylarıyla ortaya koyuyor. Bu bilgileri bizimle de paylaşmasını istiyorum.
“En basit haliyle anlatacak olursam bir sanat kurumu nasıl olursa olsun kendi özerkliğine kavuşmuş olması lazım. Biri bize özerklik verir mi? Yoksa kendi özerkliğimizi alır mıyız? Bunu bilemiyorum çünkü tiyatroyu şekillendirme süreci kolay ve bildiğimiz bir süreç değil. Hiçbir şey hayal ettiğimiz kadar naif de değil. Özünde nasıl olduğunun önemi yok, esas olan özerk olması. bu özerkliğin içi her şeyle dolabilir, değişebilir… Biz çok cesur davrandık. Çok mücadele ettik. Görev süremde bana üç soruşturma açıldı. İkisini Bakırköy Belediyesi, birini İçişleri Bakanlığı açtı. Mesele insanın ‘ben her şeye rağmen inandığım şeyi yapacağım’ demesi… Tiyatronun en önemli sorunu aslında yöneticiler de değil. Tiyatroculardır… Özellikle de tiyatroyu çok iyi bilen tiyatrocular. Tüm bunlarla mücadele etmek gerekiyor.”
Alican yaklaşık on sekiz yıldan bu yana tiyatro sanatçısı olarak çalışıyor, aktörlük yapıyor… Bugün hala kendini izlediğinde pek çok performansından memnuniyetsizlik duyuyor. Kendiyle olan mücadelesini sürdürüyor…
“Benim kendimle mücadelem hep sürecek. Bu şahsıma özgü de değil, sanıyorum meslektaşlarımın çoğu böyle. İnsan kendini izleyince, çoğu performansı için daha iyi olabilirdim diyor. Bu olağandışı bir durum da değil. Kendini yenilemeye adayan insanlar, her daim yenileniyor, yepyeni şeyler keşfediyor. Oyunculuğun da en güzel tarafı sürekli yenilikler keşfetmek. Hazırı elimizden atıp başka dallara tutunmaya çalışmak. Bir dala yapışmama, düşmeyi göze alma çabası. Tüm bunlar bizde işte bu memnuniyetsizliği yaratıyor. Oyuncu dünyasının işi de bu bağlamda zordur. Oyuncu mutlu olmak için hep yeniyi arar, yeniyi bulduğun anda artık eskidir. Her türlü karşına eski olarak çıkacaktır.”
“TİYATRONUN ZORLUĞU NE KADAR ÖZGÜR OLDUĞUNUZLA ALAKALI”
Bakırköy Belediye Tiyatrosu yanında, özel tiyatrolarda da rol alan sanatçı Altıdan Sonra Tiyatro ile festivalde izleyicilerle buluştu. Bir kurum yöneticisi olarak çalışırken, kendini hangi mecrada daha özgür hissettiğini çok merak ettim. Bu soruya en doğru cevabı verebilecek kişi ben olmalıyım diyerek, gülümsüyor…
“Dediğiniz gibi bir kurum tiyatrosunda yöneticilik yapıyorum. Tiyatronun özgürlüğü yöneticileri ile alakalı bir şey. Ben kendi tiyatromdaki görevim boyunca olabildiğince özgür olmaya çalışıyorum. Oyun seçkilerini, ülke koşullarına, topluma, hassasiyetlere göre yapmıyorum. Tiyatro bugün burada ne söylemelidir diye düşünüyorum. Shakespeare dediği gibi tiyatro doğaya ayna tutmalıdır, çağın gerçeklerini göstermelidir diyorum. Başka şeylerle şişirme, doldurma çabam yok. Bundan özellikle on yıl önce alternatif sahne olarak türeyen, özel tiyatroların sıkıntısı da tam olarak özgürlüktü. Onun için kuruldular. Altıdan Sonra Tiyatrodan bahsettik mesela … Kurucuları İstanbul Şehir Tiyatroları sanatçıları. Onlar da kurum tiyatrosundan geliyor, ama onların durumu çok daha zor. Altı yüz kişilik bir kurumda, bizim gibi otuz kişi de değil yönetimi orada devralacaksın da, istediğini yapacaksın da, özgür olacaksın… Çok zor onlar da ne yapıyor kendi hayatlarını değiştiriyor. Özgür olarak bu güne ayna tutan, çağdaş, oto sansürü ortadan kaldıran sahneler kurdular. Tiyatro yapmak başlı başına zor bir iş. Zor olması nerede çalıştığınızdan öte ne kadar özgür olabildiğinizle alakalı. Tabii ben başka bir kurumda başka şartlarda çalışan bir sanatçı olsam muhtemelen özel tiyatroların daha özgür olduğunu ama orada da ayakta kalmanın zor olduğunu söylerdim. Hiç paran olmadan tiyatro yapmak mı özgürlük, yoksa ne olursa olsun istediğin gibi tiyatro yapabilmek mi özgürlük? Bilemiyorum. ”
“SİNEMA VE DİZİLER DE BENİM İÇİN TİYATRO KADAR ÖNEMLİ”
Tiyatro oyunları yanında bugüne kadar pek çok sinema filmi ve dizide de rol alan sanatçıyla klişe bir konuyu konuşuyoruz. Tiyatro yapabilmek için mi kamera karşısına geçtiğini sorduğumda klişe denilebilecek bu soruya, hiç beklemediğim, bambaşka bir yanıt veriyor…
“Tiyatro için nasıl bir çaba harcıyorsam sinema ve diziler için de üslup olarak aynı çabayı ortaya koyuyorum. Tiyatro daha değerli, sinema ve filimler daha değersiz de demiyorum. Asla para kazanmak için dizilerde rol alıyorum demem. Ben işim olduğu için bunu yapıyorum. Öyle bir şeye de inanmıyorum. Sırf para kazanmak için yapılacak pek çok iş var. Hatta onlardan daha da fazla para kazanılabilir. Ben mesleğimi çok seviyorum. Onun için de her mecrada işimi yapıyorum. Televizyonda da yaptığım oyunculuk, tiyatroda da… Sinema ve televizyon da benim için pek çok bilinmezliği içinde barındıran mecralar. Yaparken keyif aldığım anlar da var. Ben bugüne kadar kötü film ve dizilerde de oynadım. Çünkü bir projeye inanarak yola çıkıyoruz ama projenin yönetmeni, müzisyeni, kurgucusu var… Apayrı insanlardan bahsediyoruz. Sonunda ortaya çıkan işte bazen hayal ettiğim gibi olamıyor. Özellikle sinema benim için bir bilinmezlik. Yeni sezonda yeni bir dizide rol alacağım. Hep birlikte sonucunu göreceğiz.”