Altay: “Göçmek bir cesaret işidir”
Minimalist anlatım cesaretiyle daha ilk sayfasından bizleri de o duygusal evrene çeken cesur ilk şiir kitabının yazarı İbrahim Altay ile farklı coğrafyalar arasındaki gidişleri esnasında sohbet ettik.
Bilinçaltından kağıda dökülen, kağıttan kitaplaşarak okurlara ulaşan bir ölüm, kaygı, özlem, umut gibi duygular arasında giden, minimalist anlatım cesaretiyle daha ilk sayfasından bizleri de o duygusal evrene çeken cesur ilk şiir kitabının yazarı İbrahim Altay ile farklı coğrafyalar arasındaki gidişleri esnasında sohbet ettik.
Murat OBENLER
“Babam bilinç altıma şiir kavramını ilk aşılayan kişidir. Ben ve kardeşime, bizler daha ilkokul yıllarındayken uzun uzun ezbere şiirler okuduğunu çok iyi hatırlarım.”
Sizi biraz tanımak isteriz. Şiir yazmaya ne zaman başladınız? En sevdiğiniz şairler kimlerdir?
İbrahim Altay: 1969 yılında Lefkoşa’da doğdum. Doğduğum sokağın ismi İbrahim Paşa Sokak’tı, ama bu tamamen rastlantısaldır. Adımı dedemden alırım. Daha doğrusu anneme babalık yapan eniştesinden. Annem, Muazzez Altay, daha sekiz aylıkken annesini kaybedince onu besleyip büyütmek babasının kızkardeşine, yani halasına düşmüş. Hala ve enişte, annemi kendi çocukları gibi hiç ona annesizliği hissettirmeden beslemişler. Ben doğduğumda, ki hayatta olmam bir mucize sayılır, iki hafta oksijen çadırında yatmışım. Ayak bileğimde bir numara ile. Yattığım Rum hastahanesinde annemi ziyarete gelen bir akrabamızın doktora “lütfen doktor bey dikkat edin de çocuğumuzu yanlışlıkla başkasına vermeyin” demesini, annem her konusu açıldığında etrafındakilere bir masal gibi anlatıp durmuştur her zaman. Annem ve babam, ikisi de Baf kazasından. Babam Kamil Altay, rahatlıkla söyleyebilirim ki bilinç altıma şiir kavramını ilk aşılayan kişidir. Babamın, ben ve kardeşime daha ilkokul yıllarındayken uzun uzun ezbere şiirler okuduğunu çok iyi hatırlarım.
İlk şiir yazmaya ortaokul yıllarında başladım. Ama hep kendime yazdım. Hiç paylaşmadım. Bu lise çağlarında da böyle devam etti. Öğretmen Akademisi’nde iken şiirlerimi şiire düşkün bir sınıf arkadaşımla paylaşmaya başladım. Böylece yazmak kadar, şiirin ayrıca paylaşmak olduğunu anladım.
Öğretmen Akademisi’ni bitirip bir yıl öğretmenlik yaptıktan sonra, adadan kişisel nedenlerden dolayı temelli olarak ayrıldım ve İngiltere’de yaşamaya başladım. Yaklaşık otuz yıldır hayatımı yurt dışında, İngiltere ve İspanya’da, sürdürmekteyim. Yurt dışında, bir dönem şiir yazma eylemi bir anlamda ikinci plana düşse de şiire olan ilgim hiç azalmamıştır. Kıbrıs’ta ailemi ziyarete gittiğim bir yıl, elimde eskiden yazdığım birkaç şiir defteriyle döndüm. Bu şiirleri okumak bende yeniden şiir yazma duygusunu uyandırdı.
Sevdiğim birçok şair var. Yabancı ve yerli. Okuduğum tüm şairler fark etmesem de mutlaka bende küçücük de olsa izler bırakmıştır. Ayrıcalıklı, özel bir yeri olan, dizelerinde dönüp dolaştığım, düşünceler ürettiğim şairlerin başında 2011 yılında çok erken bir yaşta kaybettiğimiz sevgili Didem Madak gelir. Bunun yanısıra Küçük İskender, Birhan Keskin, Sylvia Plath, Walt Whitman, İspanyolca okumaya çalıştığım muhteşem şair Frederico Garcia Lorca, Portekizli şair Fernando Pessoa sayabileceklerim arasında. Ayrıca son zamanlarda beni oldukça etkileyen, birkaç şiirinden çeviriler yaptığım Vietnam asıllı Amerikalı şair yazar Ocean Vuong’dan bahsetmemek imkansız. Belki çok spesifik olacak ama Melih Cevdet Anday’ın “Güneşte” adlı şiirini kendi sesinden dinlemek muazzam bir duygu. Aynı şekilde son otuz yıldır hiçbir net cezası bulunamamasına rağmen mahkûmiyetini sürdüren ödüllü şair İlhan Çomak’tan bahsetmeden edemeyeceğim. Fatoş Avcısoyu Ruso, Gürgenç Korkmazel, Hüseyin Bahca, Filiz Naldöven, Neşe Yaşın, Jenan Selçuk ve Fatma Akilhoca sevdiğim yerli isimler arasında.
“Göze çarpan ana tema ‘ölüm’dür.Akabinde yalnızlık, incinmişlik, intihar,özlem,farklı olmanın verdiği ezilmişlik duygusu gibi temalar kitap boyunca kendini hissettirir.”
“Gitme Biçimleri” adlı şiir kitabınız hangi yıllar arasında yazılmış şiirlerden oluşuyor? Kitapla ilgili tematik, bölümsel sıralamaları nasıl yaptınız?
“Gitme Biçimleri” son beş yılın ürünü olmasına rağmen, bu kitapçığa zemin hazırlayan dizelerin temelleri oldukça eskilere dayanır. Kitabımda göze çarpan ana tema ‘ölüm’ temasıdır. Bu ölüm teması kitabın ilk şiiri olan ‘çözülme’den başlar. Akabinde yalnızlık, incinmişlik, intihar, özlem, farklı olmanın verdiği ezilmişlik duygusu gibi temalar kitap boyunca kendini hissettirir. Şiirlerimde minimalist bir tavır seçtiğimden, şiirler arasında aşırı bir bölünmeden ziyade bir bütünlük söz konusu. Yer yer daha farklı temalardan bahsediyor olsam da yukarda bahsettiğim ana temalar kitabın büyük bir bölümüne hakimdir. Tabii ki kitaba hakim olan bu karamsarlığın yanında dizelere serpiştirilmiş ümitlerin, duygusal bağların varlığını inkar etmemek gerek. Bu anlamda kitabın son şiiri olan ve hayat arkadaşım Martin’e yazdığım şiir, bize kendini iyi hissetme duygusu veren, bizi karanlıktan ışığa taşıyan şiirdir bana göre. Hayat her şeye rağmen yaşamaya değer dedirten bir havası vardır.
“Her dizede sabrımı dizginleyebilmeyi sevgili Fatoş’un sayesinde öğrendim, ki itiraf etmek gerekirse bu süreçten geçmek beni şiirsel bir olgunlukla karşı karşıya getirdi.”
Şair sevgili Fatoş Avcısoyu Ruso’nun hem bu kitapta hem de sizin şiir yolculuğunuzda büyük bir yeri olduğunu hissine kapıldım.
Evet, Fatoş Avcısoyu Ruso hakkında yerinde bir tanımlama yaptın Murat. Değerli şair, aynı zamanda kitabımın editörü, can dostum, şiir dostum, beni desteğiyle çoğaltan insandır benim için Fatoş Avcısoyu Ruso . Her dizede sabrımı dizginleyebilmeyi sevgili Fatoş’un sayesinde öğrendim, ki itiraf etmek gerekirse bu süreçten geçmek beni şiirsel bir olgunlukla karşı karşıya getirdi. Şiire daha farklı bir gözle bakmamı sağladı. Çünkü şiir yazmaya başladığım zamanlarda göz önünde bulundurduğum en önemli unsur okurdu. Okurun beni anlayamaması kaygısını taşırdım hep içimde. Bunu zamanla aşmamda yine Fatoş’un derin etkisi olmuştur. Bana gönderdiği bir emailinde ; “ Şiir bir şey anlatmak için yazılmaz, olsa olsa sezidir” demişti. Bence bir şaire yapılacak en büyük haksızlık o şairi “anlaşılmaz’’ diye damgalamaktır. Eğer, yazdıklarımla okuyucunun dünyasına bir şekilde uzanabilmişsem, ruhuna dokunabilmişsem, durgunluğunda küçük kıpırtılar yaratabilmişsem ne mutlu bana.
Işık Kitabevi Yayınları’ndan yayımlanan kitabınızın süreci nasıl ilerledi?
Aslında her şey ani ve hızlı gelişti. Kitabımı yayımlama konusunda Işık Kitabevi’nden olumlu bir cevap gelince ilk işim, kendime bir grafik tasarımcı bulmak oldu. Kitabımın kapak ve iç tasarımı değerli tasarımcı Ömer Tatlısu’ya ait. Estetiğe oldukça önem veren birisiyim. Bu yüzden birazcık hırpalandım. Tabii ki içerik önemli. Hatta en önemli. Ancak güzel bir tabloyu daha da güzel yapan çerçevesidir inancı yüksek bende. Kitabımın yayımlanma zamanını, Işık Kitabevi’nden gelen öneri doğrultusunda, her yıl Işık Kitabevi tarafından düzenlenen geleneksel kitap fuarına hazır olacak şekilde kararlaştırdık. İki günlük bir gecikmenin ardından kitabım fuarda sergilendi. Tabii ki güzel bir duygu; ilk kitap heyecanı.
“Haikunun özünde, şiirlerimle özdeşleşen bir sadelik mevcut. Haiku sessizliğin, suskunluğun, boşluğun da katılarak kısalığın ve yalınlığın ne büyük bir etkileme gücü olduğunu gösterir.”
Görsel kullanmayı tercih etmediğiniz sade bir kapak tasarımı var kitabın. Bu kitabın da ruhunu yansıttığını düşünüyorum. Haiku ile kardeş bir yazım biçimi de bu sadeliği desteklediğini görüyorum.
Evet çok doğdu bir tespit. Kitap kapağını tasarlarken şiirlerin yalın sükunetini yansıtacak bir tasarımı düşledim hep. Bu yüzden görsellikten kaçındım. Ama hemen belirtmek isterim ki görselliğe karşı değilim, yerinde kullanıldığı zaman güzel sonuçlar elde edebiliyorsunuz. Aslında görsellikten, diğer tabiriyle imgeden bahsederken, şiirin anlamını, yapısını etkileyen, şiire farklı bakış açıları kazandıran zihinlerde kurulan resimler ve görüntülerden bahsediyoruz. Her okurun bu imaj yolculuğundan farklı duygularla döndüğü kanısındayım. Tabii ki paylaşılan ortak duygular da mutlaka vardır.
Haikunun özünde, şiirlerimle özdeşleşen bir sadelik mevcut. Bu sadeliğin haikuyu basit bir şiir türü yaptığı anlamına gelmez. Şiirlerimdeki yalın kullanımın, haiku okumam ve zaman zaman yazmamla yakın bir ilişkisi var herhalde. Hece kurallarının yanı sıra haiku sessizliğin, suskunluğun, boşluğun da katılarak kısalığın ve yalınlığın ne büyük bir etkileme gücü olduğunu gösterir. Varlık, varoluşla ilgili sorunları yansıtması bakımından da dikkat çekicidir.
“Kitabımın özündeki ölüm kavramının, üç sene önce kaybettiğim sevgili anneciğimle doğrudan bağlantısı vardır, ancak kitabın tek yaradılış nedeni annemdir diyemem. Bir yerden başka bir yere göçmek bir cesaret işidir. Dolayısıyla yukarıda bahsedilen acı, özlem, yalnızlık gibi temaları da berberinde getirir.”
Yaşamda birçok kez birçok farklı biçimde hayatımızdan ayrılışlar/gidişler olur. Bazen bir arkadaş veya dost bazen bir sevgili veya eş bazen bir kedi,köpek. Bazen bir işyerinden, evden veya şehirden biz ayrılırız. Yani gitme biçimleri çeşitli ve farklı biçimlerde olur. Ama sanıyorum hayatında seni en derinden etkileyen annenin bu dünyadan göç edişi, ayrılışı oldu? Kitapta bana göre asıl gidiş annedir ve belki de bu kitabın yaradılış nedeni de kendisidir? Anne imgesinden hareketle sevgi,aşk,acı,korku, özlem,yalnızlık ve umut gibi hisler tüm kitaba yayılıyor.
Kitabımın özündeki ölüm kavramının, bundan yaklaşık üç sene önce kaybettiğim sevgili anneciğimle doğrudan bağlantısı vardır, ancak kitabın tek yaradılış nedeni annemdir diyemem. Ama en büyük nedenlerden birisidir dersem de yalan olmaz. Annemin bu dünyadan göçüp gitmesinin yanında, yan komşumuz için yazdığım, daha ben 13 yaşında iken intihar eden ve beni çok etkileyen Cihan abla şiiri, doğrudan ölümün sebep olduğu bir gidişi anlatır. Gitme Biçimleri’ne adını veren şiir bir ayrılığı, gidişi anlatsa da katmanlarında daha birçok anlamlar taşır. Bir yerden başka bir yere göçmek bir cesaret işidir. Dolayısıyla yukarıda bahsedilen acı, özlem, yalnızlık gibi temaları da berberinde getirir.
“Yazdığım birçok şiir bilinçaltımın derinliklerinden sızarak bir şiir potansiyeline dönüşmüş, somutlaşmış ve kağıtta yerini almış ifadelerden ibarettir”
Bu kitabın tamamen senin bilinçaltının yönettiği bir sürecin kelimelere yansıması olduğunu düşündüm.
Aynen. Yazdığım birçok şiir bilinçaltımın derinliklerinden sızarak bir şiir potansiyeline dönüşmüş, somutlaşmış ve kağıtta yerini almış ifadelerden ibarettir. Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, “rüyalar”ı önemli bir veri olarak kullanmıştır, ki kanımca rüyalarından yola çıkarak şiir yazmayan tek bir şair yok gibi. Freud “rüyalar”ı “ bilinç altında gizlenen isteklerin bilinç düzeyindeki anlatımı ” olarak yorumlar. Bu çalışmamda inanın çok uyku kaybettiğim geceler olmuştur. Sabahın üçünde, zihnime bilinçaltımdan düşen bir duyguyu hemen kaleme alma telaşına düştüğüm çok olmuştur. Tabii ki uykuya yenik düştüğüm ve uyanınca hatırlarım yanılgısına düştüğüm zamanlarım da yok değil.
“Sabırlı olmak, derin bir nefes çekip kafanıza takılan, acaba hiç bitmeyecek mi diye kaygılandığınız şiirden uzaklaşmak şiirin iyiliği için yapabileceğiniz en tutarlı davranıştır.”
Kaygıdan uzaklaşmak şairin şiir yolculuğu içinde kazandığı bir farkındalık olsa gerek. Senin bu süreçleri aşmada iyi bir yol aldığını söyleyebilir miyiz?
Kesinlikle. Şiir yazmaya, daha doğrusu şiirle ciddi ciddi uğraşmaya başladığım ilk zamanlarda devamlı bir ‘kaygı’ duygusuyla savaş halindeydim. O duygu tamamen bitmiş değil, ama kontrol altında. Bu konuda sevgili Fatoş’un bana büyük yardımları oldu. Sabırlı olmak, derin bir nefes çekip kafanıza takılan, acaba hiç bitmeyecek mi diye kaygılandığınız şiirden uzaklaşmak şiirin iyiliği için yapabileceğiniz en tutarlı davranıştır. Bir de okur kaygısı var tabii ki. Yine şiir yazmaya ilk başladığım zamanlar göz önünde ilk tutuğum okur olurdu. Okurun beni anlayamaması kaygısını taşırdım hep. Zamanla bunu aştım.
“Kitapta yer alan her dizenin duygusal yoğunluğunu hissetmemek mümkün değil.”
Şiirden alınan hazzın kişiselliği konusunda sen bu kitaptan nasıl bir haz aldığını bizimle paylaşabilir misin?
Kitaptan aldığım haz bir anlamda kitabımı okuyup bana güzel yorumlar gönderen okurlarımın sayesinde daha da özelleşiyor. Aldığım hazzın kişiselliği konusuna gelince, kitapta yer alan her dizenin duygusal yoğunluğunu hissetmemek mümkün değil. Bu aşırı yoğunluk belki de bir ilk kitap olmasından kaynaklanıyor bilemem.
Tema olarak karanlıktan başlayarak yavaş yavaş aydınlanan bir gökyüzü gibi okudum kitabı. Ölüm,korku ve çözülme ile başlayan, rüyalardaki caz ve konçertolarla süren ve Martin ile çiçeklenen bir toprak gibi aşkla ve umutla süren bir süreç bende kalan… Karanlıktan aydınlığa bir kitap ve devam edecek gibi geldi bana…
Güzel ve istikrarlı bir yorum yapmışsın diline sağlık. “Kaygı” duygusu, burada azıcık da olsa kendini hissettirmeye başlıyor ister istemez. Bu bir ilk-kitap-sonrası-sendromu galiba. Belki de sadece bana hassas değil. İlk üründen sonra gelecek yeni ürünün kalitesi, verimi ne olacak kuşkusu tabii ki olacak. Bunu sabırlı bir zamana bırakmak istiyorum. Kafamda henüz tam olarak belirginleşmese de üzerinde çalıştığım bir proje var. Son ziyaretimde Lefkoşa’nın Arabahmet bölgesindeki bir butik otelde kaldım.Bu bölgeyi sanki ilk kez dolaşıyor duygusuna kapıldım. Elimde defterim duygularımı karaladım. Şiirin yeni umuduydu belki de karaladığım.