AMAN AĞZIMIZIN TADI KAÇMASIN ALİ RIZA BEY!
Hadi Başbakan Davutoğlu’nun Azerbaycan’da konuşmasını “Bundan sonra Türkiye’de iktidara gelen herkes ilk ziyaretini Bakü’ye yapacak” sözleriyle tamamlamasını ciddiye almayalım tamam da… Lefkoşa ziyaretinde Kuzey Kıbrıs hükümetinin burnuna dayadığı Ek Protokol bile Türkiye’deki iktidarın “Kıbrıs hassasiyetinin” geldiği noktaya dair fikir veriyor.
Apar topar yapılan açılış ve ardından vana kapandı- kapanmadı tartışmalarıyla bu güne kadar çözülemeyen “Barış Suyu” projesinde son durumu, Cenk Mutluyakalı önceki günkü yazısında özetlemiş. Davutoğlu Lefkoşa ziyaretinde artık bir sonuca bağlamak istediği su krizine kendince son noktayı koymuş: Buyurun, Ek Protokol! İmzalayın, bitirelim şu işi…
Ne var Ek Protokol’de? Anamur’dan Kıbrıs’a aktarılan suyun idaresi TC Devlet Su İşleri tarafından yürütülecek. DSİ “isterse” suyun idaresini Türkiye’den belirleyeceği bir firmaya ihale edebilecek. Bitmedi… “Yavru vatana” yapılan jestin bedelini Kıbrıslı Türkler, “Ana vatanın” belirleyeceği şartlarda ödeyecekler. Suyun dağıtım bedelini, DSİ (ya da seçeceği Türkiyeli firma) “maliyetleri düşüp”, Kıbrıslı belediyelere küçük bir pay vererek fiyatlandıracak.
Tatlı iş! Sağda solda “Ana vatandan yavru vatana büyük jest” havasını atarken, el altından “bu jestin” tüm yatırım maliyetini Kıbrıslı Türklere ödeteceksiniz. Tamam, tabii ki “bedava su ver” demiyor kimse Türkiye’ye. Ama bir toplumu donuna kadar soyup, bir de üstüne minnettar olmasını beklemek artık ayıp kaçıyor.
Türkiye Ada’da suyun dağıtım hattının geçtiği toprakların mülkiyetini aldı mı? Aldı! Bu sayede, Akdeniz’in ortasında, dev bir “dağıtım merkezini” sonsuza kadar elinde tutmayı garantiledi mi? Garantiledi! Şimdi daha ne istiyor? Yatırım maliyetini geri almak! Nasıl? Suyu istediği fiyattan, istediği koşullarda Kıbrıslı Türklere satarak! Dahası var mı bunun? Tabii ki var. Bu “dev dağıtım merkezi” üzerinden dilediği üçüncü ülkeye, Kıbrıslı Türklere sorma ve pay verme gereği bile duymadan su ve artık o hat üzerinden başka ne verilecekse hepsini satabilme ayrıcalığı! Tatlı iş! Çok tatlı iş!
Bütün bunlar olurken Kıbrıs’ın Kuzeyindeki Hükümet, çaresizce “aman ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza bey” havasında. Ama Türkiye- Kuzey Kıbrıs ilişkilerinin tadı tuzu kaçalı çok oldu zaten. AKP iktidarı, eşi görülmemiş bir aç gözlülükle ekonomiden sosyal- kültürel hayata, her alanda çok yönlü bir imha ve ele geçirme siyaseti yürütüyor çoktandır. Kıbrıslı Türkler bu acımasız saldırı karşısında tamamıyla savunmasız! Her açıdan Türkiye’ye bağımlı ve bu bağımlılıktan vazgeçemeyen bir toplumun, gerçek anlamda bir paradigma değişikliği gerçekleştiremediği sürece hangi Hükümet gelirse gelsin, yapabileceği çok fazla bir şey yok artık.
Ha, ama çözüm müzakereleri konusunda herkes pek umutlu görünüyor! Türkiye’nin Adayı sonsuza kadar bir dağıtım üssü olarak elinde tutma planları ve Ortadoğu’da alevlenen 3. Dünya savaşında herkesin Doğu Akdeniz’de bir “batmayan uçak gemisi” arayışı içerisinde olduğu ayan beyan ortadayken hem de… Ne diyelim… Hayırlısı!
* * *
Yüzüne gözüne bulaştırdığı Suriye politikasında hiç hesapta yokken Rusya ile burun buruna gelen Türkiye, şimdi önüne yığılan pirincin taşlarını ayıklamaya çalışmakla meşgul. Putin elbette bir uçağın hesabını yapacak değil fakat hem uzun süredir arka bahçesinden elma çalmaya cüret eden Türkiye’ye güçlü bir ayar vermek, hem de Batı’ya, “stratejik ortağının” aslında ne kadar kırılgan olduğunu gösterme fırsatını da kaçırmıyor. Herkesin Ortadoğu’da lokalize edilmeye çalışılan 3. Dünya savaşında pozisyon alma derdine düştüğü bir iklimde, Türkiye’nin, üstelik doğru dürüst oynayamadığı bir oyunda rol çalma çabaları kimseye sevimli gelmiyor. “Olağan koşullarda” Rusya’nın dozu giderek artan tehditkâr tonunu sineye çekmesi düşünülemeyecek olan Batı, Erdoğan- Putin dalaşında taraf olmak istemediğini açıkça gösterdi. Putin, yine “olağan şartlarda” düşünülmesi mümkün olmayan bir hamleyle, bir NATO ülkesinin Cumhurbaşkanının, Hollande’ın yanında, Paris’te bir başka NATO ülkesine, Türkiye’ye gayet suçlayıcı, gayet tehditkâr bir dil kullanmaktan çekinmedi. Suriye’nin paylaşımını mümkün olan en yüksek kazançla kotarmaya çalışan Batı, İslam Devleti katilleriyle kıran kırana bir mücadele veren Putin’le en azından şimdilik ters düşmek istemediğini açıkça belli ediyor. Ne yazık ki, bu yangın çağında Türkiye’nin elinde “Stratejik Derinlik” kitabı ve başında da bütün zamanların en acınası stratejik sığlığı var. İslam Devleti katillerini yaratanların gözünün içine baka baka sırf Kürtleri baskılıyor diye İslam Devleti katilleriyle merdiven altı ilişkileri yürütmek ancak bu sığlığa uygun bir davranış. Tabii ki bedeli olacak ve tabii ki hep birlikte ödeyeceğiz bu bedeli… Fakat bu arada bizi daha da acınası kılan, Erdoğan’a ve AKP’ye duyduğumuz öfkeden hareketle Putin’in propaganda savaşına meze olmak! Putin şanslı! Gerçekten barış isteyen ve tam da bu çılgınlığın ortasında barış mücadelesini yükselterek hem ülke içerisinde pozisyon elde edebilecek, hem de Ortadoğu’daki yangını biraz olsun söndürebilecek bir hareket yok Türkiye’de…
* * *
AKP şuursuzluğunun son icraatı Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması oldu. Bir önceki dönemde her türlü melaneti Cemaat’e yıkarak suçunu hafifletmeye çalışıyordu AKP. Bu kez tam da 1 Kasım zaferiyle Cemaat’e altın vuruşların yapıldığı bir dönemde yaşanan bu rezalet, asıl suçluyu artık su götürmez biçimde ortada bıraktı. Türkiye, basın ve ifade özgürlüğü alanındaki ayıplarına bir yenisini daha eklemiş oldu AKP iktidarında. Can Dündar ve Erdem Gül’e reva görülen haksız tutuklama, zulümle abad olmaya çalışanların ne ilk ne de son icraatı… Kuşkusuz kimse sonsuza kadar sürdüremez zulmünü. Fakat bizim topraklar bereketli malum… Gerçekten demokratik, laik bir hukuk devleti kurulana kadar bir zalim gider, bir zalim gelir… Bu arada günlük siyaset rüzgârlarıyla düşünüp konuştuğumuzdan, işin ilkesel boyutunu tartışamıyoruz tabii ama o çok eleştirilen “bavul gazeteciliğinde” aslında bütün mesele, bavulun hangi adrese gittiğiymiş demek ki…