Aman artık ağzımızın tadı kaçacaksa kaçsın Ali Rıza Bey…
Memleket ahvaline dair yapılan saptamalarda, ilk sırayı çok uzun zamandır ekonomik çöküş işgal ediyor. Tahammül etme kapasitem her geçen gün azalsa da, hemen hemen her bakanlar kurulu kararını, özellikle elinde ekonomik çözüm getirebilme yetkisi olan idarecileri takip etmeye çalışıyorum. Belki bir “kurtuluş planı” çıkar da, her geçen gün tasını tarağını toplayıp adadan göç etmeye çalışan yurttaşlar, “hade be, galiba umut ışığı yandı” deyip geri dönerler. Ama ne mümkün? Aksine kim hangi makama kondu, sırf ilerde oy alabilmek – siyasi rant sağlayabilmek için eşitliği ve liyakati yok sayan istihdamlar, ülke menfaatlerinin yeşil ve yeşilimsi sermayeye devri gibi kemirgen kararlar alınıyor. Sayılan tüm hususlar, devredilen siyasi iradenin emrettiği doğrultuda şekilleniyor. “Aman ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey”. Maazallah aksi bir durumda koltuk tepe taklak.
Neyse tüm bunlar herkesin malumu. Trajikomik gerçekliğimizin bir başka boyutuna değinmek istiyorum. Her ne kadar markete gittiğimizde elimiz yanıyor, ay sonunda faturaları öderken cüzdanımız boşalıyor olsa da, tüm bunlarla bağlantılı sosyal problemlerle de karşı karşıyayız. Yaz tatiline, bakanlık izni ile camilerde pedagojik formasyonu olmayan kişilerin verdiği “kurslarla” başladık. Ardından ilk ve orta öğrenim ders kitaplarının içeriği, yazarlardan onay alınmadan, eğitim ve çocuk haklarıyla çelişen şekilde değiştirildi. Bu konuda Bakanlık hiçbir şekilde geri adım atmış değil. Çünkü neden? “Aman ağzımızın tadı kaçmasın Ali Rıza Bey”.
Gelelim düşünce ve ifade özgürlüğünü hapsetme hevesine. Gazeteci ve Basın-Sen başkanı Ali Kişmir, yazdığı bir yazı sebebiyle 6 Ekim 2023 tarihinde Ağır Ceza Mahkemesi huzuruna çıkacak. Yeni adli yılda duruşmaların düzenlenmesi ve davanın seyrinin belirlenmesi gerektiğinden o gün dava ertelenebilir. Ama eğer savcılık itham etmekte ısrarlı olursa ve Ali de kabul etmezse duruşma başlayabilir. Bugüne kadar uygulanan teamüllere göre, tutuklu yargılanacağını söylemek mümkün. Ağır Ceza Mahkemelerinde duruşması devam eden kişilerin, tutuklu şekilde (yani cezaevinde alıkonarak) yargılanması konusu ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Çünkü kanaatime göre mevcut uygulama, özellikle masumiyet karinesi ile kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarını ihlal etmektedir. Yargılama neticesinde beraat eden kişilerin o kadar süreyi hiçbir suçu yokken cezaevinde geçirmesi ciddiyetle ele alınmalıdır. Ama dediğim gibi bu çok daha genel bir sorun ve ayrıca çözülmesi gerekir.
Tahammülsüz, demokrasiyi yok sayan, hak ve özgürlüklerin keyfi şekilde sınırlandırabilme yetkisine sahip olduğunu düşünen bir iktidar yapısı ile karşı karşıyayız. Önceleri atanmış cumhurbaşkanı Ersin Tatar başladı. Kendisine hakaret edildiğini iddia ederek, ilk etapta sosyal medyada onu eleştirenlerle laf dalaşına girdi, sonrasında ise onları polise şikâyet etti, davalar açıldı. Bir süre sonra bu ve buna benzer ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirebilecek davalar hiçbir gerekçe ileri sürülmeden savcılık tarafından geri çekildi.
Ama bir mesele var ki, diğer davalar geri çekilmesine rağmen ona hiçbir güç müdahale ed(e)medi. Ali Kişmir’in kaleme aldığı ve aslında iddiaların aksine GKK’ya yönelik “genel ev” benzetmesinin yapılmadığı yazıdan kaynaklanan dava, askeri bir yasayı işaret ediyor. Yıllardır uykuda olan, modern hukuk sistemlerinde yer almaması gereken ve uygulanmayan örümcek ağı tutmuş mevzuat, taptaze bir yemek gibi önümüze sunuldu.
Dava geri çekilmediği sürece Mahkemenin gündeminde kalacak ve zamanı geldiği an da duruşma başlayacak. Ama bu süreçte demokrasimiz ciddi yara alacak. Daha önceden verilmiş kararlara bakıldığında çıkabilecek karara dair tahminde bulunulabilir ama somut bir tespit yapmak mümkün değil. Ki beraat kararı bile çıksa, bir kişinin yazdığı bir yazı veya yaptığı bir açıklama neticesinde polis karakoluna çağrıldığı anda hak ihlali başlamıştır. Bu durum sadece o kişi üzerinden değerlendirilemez, aynı zamanda topluma da gözdağı verilir. “Ağzımızın tadını kaçıranlar olursa, sonu budur. Aman ha!”.
Tüm bunlar gerçekleşirken Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) hem bu dava konusu olan maddeyi hem de ceza yasasında yer alıp aslında tarihin çöplüğüne göndermemiz gereken pek çok düzenlemeyi yürürlükten kaldırmak için bir yasa önerisi hazırladı. Önerinin gerekçesi zaten meselenin netleşmesi için yeterli. “Herkes birbirine hakaret mi etsin, bunu mu savunuyorsunuz?” diye soranlar olabilir. Tabi ki hayır. Hedef, kişilik hakları ve ifade özgürlüğünün dengesini kurabilmek. Hele de siyasilere, yönetme ve şiddet erkini elinde bulunduran bir yapı söz konusu ise, eleştiriye tahammül seviyesinin de o oranda artması gerekir. Ayrıca GKK gibi bir kurumun, bir yazı ile manevi şahsiyetinin tahkir ve tezyif edilmesinin ne şekilde gerçekleştiğini de çok merak ediyorum.
Netice itibariyle CTP’nin yasa önerisinin, gerek toplum gerekse Meclis içinde bulunup siyasi görüşü ne olursa olsun siyasiler tarafından ciddiyetle ele alınması gerekir. Eğer bir kapı açılır ve ifadeyi hapsetmeye başlarsak, gelecek nesillerin özgürce varlığını devam ettireceği bir memleket yaratmak mümkün olmayacak. Aslında vardığımız çatallı yoldaki taraflar çok net. Ya birilerinin “ağız tatlarını bozmak pahasına” özgürlüklere sahip çıkacağız ya da her gün ince ince örülen dikenli tellerin zihnimizi karanlığa gömmesine izin vereceğiz. Bana dokunmayan yılan devri çoktan bitti, yılan aslında başka kılıklarda her an yanı başımızda bizi zehirlemeye devam ediyor. Her gün…