'Ambargoların aşılması için çaba harcamalıyız'
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, TOBB ve İKV tarafından İstanbul'da düzenlenen konferansta konuştu.
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile İktisadi Kalkınma Vakfı tarafından İstanbul'da düzenlenen konferansta konuştu.
Akıncı: “Güneydeki seçimlerin ardından yeniden değerlendirme yapılmalı”
“Çözüm odaklı siyasetimizden elbette vaz geçmeyeceğiz” diyen Cumhurbaşkanı Akıncı, “ucu açık sonucu belirsiz bir sürece yeniden girme niyetimiz de yoktur” dedi. Rum tarafında seçim yarışı sürerken, zaten herhangi bir gelişme beklemenin olanaksızlığını dile getiren Cumhurbaşkanı, Güney Kıbrıs’taki başkanlık seçimlerinden çıkacak sonuç ışığında, yeniden değerlendirme yapılması gerekeceğini belirtti.
Rum liderliğinin isteksizliği ve Rum toplumunun da yetki ve güç paylaşımına dayalı bir çözüme hazırlanmasının Kıbrıs’ta çözüme ulaşılmasını engellediğini belirten Cumhurbaşkanı Akıncı, güney Kıbrıs’taki seçim sürecinin Kıbrıslı Rumların gerçekten ne istediklerini sorgulamaları bakımından önemli olduğunu vurguladı.
Cumhurbaşkanı Akıncı, “Federal çözümde eşitlik içinde yetki paylaşımını büyük bir taviz olarak görmeye devam mı edecekler yoksa bundan böyle içlerine sindirebilecekler mi? Eşitlik, güvenlik ve özgürlük içinde bir Kıbrıs hedefine gerçekten inanıyorlar mı, yoksa bunu geçici bir merhale olarak mı görüyorlar? Bunlar önemli kaygılarımızı içeren ciddi sorulardır” dedi.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile İktisadi Kalkınma Vakfı’nın İstanbul’da düzenlediği konferansta yaptığı konuşma Kıbrıs’ta çözüm ihtiyacının ortadan kalkmadığını, sorun devam ettikçe çözüm ihtiyacının da devam ettiğini dile getiren Cumhurbaşkanı Akıncı, “Ancak aynı yöntemlerle, aynı anlayışlarla varılacak sonuç da aynı olacaktır. Bu nedenle en başta Rum tarafında ciddi bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç olduğunu değerlendiriyorum” şeklinde konuştu.
Cumhurbaşkanı Akıncı’nın konuşması şöyle:
“Kıbrıs’a çözüm bulmak için yapılan sonuçsuz müzakerelerin 50 yıllık bir geçmişi var. Bu süre içerisinde çeşitli kırılma noktaları, kaçırılan fırsatlar söz konusu oldu. 2004’te Referandum aşamasına kadar ulaşıldı. Sonucu biliyorsunuz. Kıbrıslı Türkler %65 oranında plana onay verirken, Rum Toplumu ise %75 oranında “Hayır” dedi. Böylece bir toplum, başka bir toplumun iradesi ile çözümsüzlüğün devamı çerçevesinde AB’nin de dışında kaldı. 50 yıllık tarihçeden başka örnekler de verilebilir; ama son olarak Crans Montana’da yine önemli bir fırsatın heba edildiğini söyleyebiliriz.
Bu 50 yıllık müzakere tarihinin son iki yılında Kıbrıs Türk halkı adına sorumlu konumda ben vardım. İki yılın kısa bir özetini yapacak olursam; birinci yılda işlerin nispeten olumlu seyrettiğini, yeni yakınlaşmalar sağlandığını ancak Eylül 2016’dan itibaren ise farklı bir Rum liderliği ile karşılaştığımızı belirtmem gerekir.
2016 Eylülünde New York; Kasım 2016’da Mont Pelerin, Ocak 2017’de Cenevre ve nihayet 2017 Haziran sonu – Temmuz başlarında Crans Montana’da çözüm için niyetsiz ve isteksiz, gerçekçi ve makul çizgiden oldukça uzak bir muhatapla karşı karşıya kaldık.
Tüm bu süreçte 5’li konferansın toplanması aşamasına ulaşılabilmişse bunda en başta Kıbrıs Türk tarafının çözüm odaklı kararlı tutumu ve Türkiye’nin de desteği önemli rol oynamıştır. Rum tarafı ve Yunanistan ne yazık ki ayak sürüyerek bu konferansa katılmıştır.
2016 Eylülünde New York’ta, o zamanki Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon’a 5’li konferans için hazırlıklara başlamasını söylemeye gideceğimiz konusunda vardığımız mutabakatı sayın Rum lider son dakika bozmaktan çekinmemiş, müzakereyi sonuçlandırmak yönündeki isteksizliğini daha orada belli etmişti.
Bilahare Kasım ayında İsviçre’nin Mont Pelerin kasabasında Rum liderliğinin iradesizlik ve zamana oynama taktiği yine kendini gösterdi. Toprakla ilgili kriterlerin konuşulduğu toplantıya, yüzdelik konusunda adım atamayacağımızı hesaplayarak geldikleri anlaşıldı. Biz inisiyatif kullanınca da ara isteyerek oradan ayrıldılar.
2017 Ocak ayında Cenevre’de bu kez benzer rolü Yunanistan üstlendi. 11 Ocak günü haritalar karşılıklı olarak BM’ye teslim edildikten sonra 12 Ocak’ta başlayan Kıbrıs konferansı Yunanistan’ın hazırlıksız olduğu gerekçesi ile ertelenmek zorunda kalındı. Orada da tıpkı Mont Pelerin’da olduğu gibi hesap hatası söz konusuydu. Kıbrıs Türk tarafının harita sunamayacağı ve masayı devireceği varsayılmıştı. Oyun bozulunca bu defa ara talebi gündeme getirildi.
Ve son olarak Crans Montana’da bu kez de Türkiye’nin katı tutum sergileyeceği, esneklik göstermeyeceği ve dolayısıyla sorumlu taraf olacağı varsayımıyla konferansa geldiler; ancak gerek Kıbrıs Türk tarafı olarak bizlerin, gerekse Türkiye’nin, güvenliğimizi tehlikeye düşürmeyen ancak gereken esnekliği de gösteren tavırlarıyla karşılaştılar. “Sıfır asker sıfır garanti” söylemi ile geldikleri konferansı aynı sözlerle terk ettiler ama umdukları olmadı. Tersine konferansın diğer paydaşları da gerçekte çözüm istemeyen tarafın kimler olduğunu bir kez daha gördüler.
Güvenlik ve garanti bağlamında çok katı bir tutumla, “noktası ve virgülü değişmez” demedik. 1960’ın koşullarında yapılmış olan anlaşmaları 2017’nin şartlarına uyarlamaya hazırız dedik. Bu çerçevede aslında denklem basittir: “İki taraf arasında güven duygusu arttıkça asker ihtiyacı; işbirliği artıkça garanti ihtiyacı azalacaktır” dedik ve bunu somut önerilerle de destekledik. Kuşkusuz bu sabahtan akşama olmaz. Bu bir süreç işidir. Bunu lafla değil, ancak yaşayarak elde edebiliriz. Ne yazık ki bu makul yaklaşımımız, maksimalist tutumlarla anlayış görmedi.
Sonuçta Rum liderliği Crans Montana’dan “sıfır asker sıfır garanti” sloganına sarılarak çok daha az asker yerine, Kıbrıs’ta bugün 40 bin askerin varlığını ve garanti anlaşmasının günümüz şartlarına uyarlanması yerine, aynen devamını sağlayarak döndü. Şimdi sıfır asker “sıfır garanti sloganı” bir seçim sloganı olarak kullanılıyor.
Kıbrıs’ta karşılıklı kabul edilebilir makul bir çözüm, aslında tüm ilgili taraflar ve bölgemiz için de iyi bir sonuç olurdu. Kıbrıslı Türkler ve Rumlar, ayrı etnik ve dini kökenden gelen toplumlar olarak dünyada ve özellikle bölgemizde yaşanmakta olan kanlı, etnik, dinsel ve mezhepsel ayrışmaların tersine, birleşebilmenin, birlikte ortak bir geleceği paylaşabilmenin güzel bir örneğini yaratabilirlerdi. Adanın ve çevresindeki doğal zenginliklerin potansiyeli birlikte değerlendirilebilirdi.
Kıbrıs, sadece kuzeyi ile değil, güneyi ile de birlikte bir bütün olarak Türkiye’ye dost bir coğrafya olabilirdi. Adada çözüm Türk-Yunan ve Türkiye-AB ilişkilerine de kuşkusuz olumlu olarak yansıyabilirdi. Bunun ötesinde, Türkiye’nin gelişen İsrail ilişkileri de dikkate alınarak, İsrail doğal gazı ile Kıbrıs’ta bulunması muhtemel gazın, birleştirilerek Türkiye’ye ve oradan Avrupa’ya iletilmesi AB için de yeni bir alternatif oluşturulabilirdi. AB’nin ve Türkiye’nin doğal gazda tek bir ülkeye olan bağımlılığı azaltılıp, kaynaklara çeşitlilik kazandırabilirdi. Kıbrıs’a Türkiye’den ulaşan su artırılarak Güney Kıbrıs’ın ihtiyaçları için de kullanılabilirdi. Tüm bunların ötesinde kuşkusuz en büyük yarar, en başta Kıbrıs Türk halkının ve bir bütün olarak adanın gelecek belirsizliğinden kurtulması sağlanabilirdi.
Ancak başta Rum liderliğinin isteksizliği ve Rum toplumunun da yetki ve güç paylaşımına dayalı bir çözüme hazırlanmış olmaması, çözüme ulaşmamızı engellemiştir.
Geldiğimiz noktada “Bundan sonra ne olacak?” sorusu elbette gündemde olmaya devam ediyor. Hep söylenir, diplomaside nokta yoktur, ya noktalı virgül ya da virgül konur devam edilir... Ama Kıbrıs sorununda bir elli yıl daha bu şekilde devam etmeye kimsenin niyetinin olmadığının da artık bilinmesi gerekir. Kıbrıs sorununda aslında tüm ilgilenenler yorulmuştur. Ama en çok da Kıbrıs Türkleri bundan mağdur olmuş taraftır.
Kıbrıs’ta çözüm ihtiyacı kuşkusuz ortadan kalkmış değildir. Sorun devam ettikçe çözüm ihtiyacı da elbette devam eder. Ancak aynı yöntemlerle, aynı anlayışlarla varılacak sonuç da aynı olacaktır. Bu nedenle en başta Rum tarafında ciddi bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç olduğunu değerlendiriyorum. Şimdi içinde bulundukları seçim dönemi, gerçekten ne istediklerini sorgulamaları bakımından önemli bir dönemdir. Federal çözümde eşitlik içinde yetki paylaşımını büyük bir taviz olarak görmeye devam mı edecekler yoksa bundan böyle içlerine sindirebilecekler mi? Eşitlik, güvenlik ve özgürlük içinde bir Kıbrıs hedefine gerçekten inanıyorlar mı, yoksa bunu geçici bir merhale olarak mı görüyorlar? Bunlar önemli kaygılarımızı içeren ciddi sorulardır.
Gelecek hafta New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ile görüşeceğiz. O da fikrimizi öğrenmek isteyecektir. Düşüncelerimiz açıktır. Bunları onunla da paylaşacağız. Çözüm odaklı siyasetimizden elbette vaz geçmeyeceğiz ama bizim ucu açık sonucu belirsiz bir sürece yeniden girme niyetimiz de yoktur. Rum tarafında seçim yarışı sürerken, zaten herhangi bir gelişme beklemek olanaksızdır. Oradan çıkacak sonuç ışığında, yeniden değerlendirme yapılması gerekecektir.
Bu arada kuşkusuz ki yaşam durmuyor devam ediyor. Bizim KKTC olarak ve sizlerin Türkiye olarak yapacaklarının da büyük önemi olduğuna inanıyorum.
Bu vesileyle bir yıl önce 15 Temmuz günü Türkiye’de yaşanan darbe girişiminde yaşamını yitiren şehit kardeşlerimizi de saygı ve rahmetle anmak isterim. Darbeye karşı demokrasi ve sivil yönetimin yanında daha ilk saatlerden itibaren yerini almış olan Kıbrıs Türk halkının Cumhurbaşkanı olarak, Türkiye’nin atlattığı bu büyük badirenin yaralarını bir an önce sarması en büyük temennimdir. Türk yetkililerin yaptığı açıklamalardan ve ortaya çıkan gerçeklerden anlaşılmakta olan devlet içindeki bu paralel yapılanmanın, demokrasi ve hukuk içinde bertaraf edilmesi ve bunun en erken zamanda tamamlanması Türkiye’nin çağdaş uygarlık hedefi ile yoluna devam etmesi de en içten dileğimdir.
Burada toplanan iş insanları ve siyasiler olarak bizlerin birçok ortak paydamızdan birinin de Avrupa Birliği hedefi olduğuna inanıyorum. AB hedefinin platonik bir tutku olduğu kanısında da değilim. Biz Kıbrıs Türkleri için sizler de Türkiye için en genel anlamda daha kaliteli bir yaşam için bu hedefin gerçekleşmesini istiyoruz. Tükettiğimiz gıdanın daha sağlıklı, yaşadığımız çevrenin daha kaliteli olmasını arzuluyoruz. Demokrasi insan hakları ve hukuka dayalı daha insanca bir düzenin geçerli olmasını, keyfilik yerine demokratik kuralların geçerli olmasını istiyoruz. Üretim ve rekabet kurallarının çağdaş normlara sahip olmasını arzuluyoruz.
Kısacası daha insana değer veren bir yaşamı hedefliyoruz. Bu hedeflerden vazgeçmememiz gerekiyor. Türkiye’nin AB hedefinin devam etmesi biz Kıbrıs Türkleri için de önem arz ediyor. Kıbrıs Türklerinin çözüm hedefinden vazgeçmemesi de sizler için önemlidir diye düşünüyorum. Kuşkusuz AB’nin de gerek Kıbrıs Türklerine, gerekse Türkiye’ye karşı olumlu yaklaşım sergilemesinin büyük önemi olduğu da ortadadır. Bunun yanında Kıbrıs Türk Ticaret Odası, Güney Kıbrıs Ticaret ve Sanayi Odası, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve Yunan Odalar Birliğinin ortaklaşa gerçekleştirmiş olduğu Lefkoşa Ekonomik Formu’nun özellikle bu dönemde hayatiyetini sürdürmesinin de tüm taraflar için yararlı olacağını değerlendiriyorum.
Değindiğim bu hedeflerden vazgeçmeden, ama yakın gelecekte hedefe ulaşsak da ulaşmasak da, hedef için gerekli olan koşulları yaratma gayretini bir gün bile ihmal etmeden yola devam etmeliyiz. Çünkü asıl hedef halkımızın daha iyi bir yaşama kavuşması, huzuru ve mutluluğudur.
Bu bağlamda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yılardır yapılması gereken çeşitli alanlardaki reformların gerçekleştirilmesi, önceden alınan kararların tozlu raflara terk edilerek unutulmaması, ekonomisi ve demokrasisi ile daha güçlü bir yapının oluşturulması kaçınılmazdır. Ev ödevlerimizi eksiksiz yapmak yanında dış ilişkilerimizi olabildiğince ilerletmek ve üzerimizdeki haksız ambargoların aşılması için çaba harcamak ve Kuzey Kıbrıs’taki yatırım iklimini geliştirmek zorundayız. Tüm bu uğraşlarda sizlerle yakın ilişki ve işbirliği içinde olmamızın büyük önemi olduğuna inanıyorum”.