An olarak durum budur, Sami.
“Siyaset neden bu kadar basite indirgendi? Parti içindeki ‘küçük hesaplar’ nasıl oldu da herkesin kabullendiği bir davranış biçimine dönüştü? ‘Adamcılık’ niçin ‘ideoloji’nin, ‘ilkeler’in, ‘strateji’nin, ‘vizyon’ ve ‘misyon’un önüne geçti? Neden artık ‘büyük hesaplar’ yapılmıyor da hep ‘küçük’lerle yetiniyor siyasete yön verenler? Bu sorular önemli. Herkes bunlara kafa yormalı. Çünkü siyasette ‘amaçlar’ ile ‘araçlar’ birbirinin yerine geçti. ‘Koltuk’, ‘makam’, ‘unvan’, ’seçilmek’ tek başına bir ‘hedef’ haline geldi. Adına ister ‘ego tatmini’, ister ‘maddi çıkar’ deyin, sonuç değişmiyor. Siyaset ‘hobi’ amaçlı yapılabilir. Ancak ‘ilkesiz’ yapılamaz. Yapılmamalı. Yapılırsa eğer şimdiki gibi ‘küçük hesaplar’a meraklıların elinde oyuncağa dönüşür. Oysa memleketin ve toplumun ‘büyük hesaplar’a ihtiyacı var! “
Kaynak: PARTİ İÇİ ‘BÜYÜK’ HESAPLAR - Sami Özuslu
Sami’nin bir süredir, açık ve samimi bir şekilde siyasetteki genel kötü gidişata dair yazdıklarını önemli buluyorum. Önemli bulmakla birlikte, özellikle bu köşe ve sayfalarda, siyasetteki gidişatın bizi tahmin edilenden öte bir açmaza doğru sürüklediğini uzun süredir anlatmaya çalıştığımı belirtmek isterim. Çünkü konu bugünün konusu değil. Konu belli bir süreden beri, siyaset kültüründeki çok ciddi zayıflama ile ilgilidir.
Bu zayıflamanın ya da daralmanın nedenleri üzerinde durulmadığı sürece, yapılan yorumların, durum analizinden öteye gidemeyeceğini yani içinde bulunulan zaman dilimi ile sınırlı kalacağını, dolayısıyla bizi, kişi eksenli yorumlarla çıkmaza savuracağını açıkça belirtmek gerekir. Sami güçlü kalemi ile, elbette daha geniş kapsamdan olaylara yaklaşmaktadır.
İki önemli eksen üzerinden bu tartışmayı yapabiliriz. Birincisi, küresel anlamda siyaset yapıcılığının yaşadığı itibarsızlaşma, güvensizlik ve toplumdan kopuş sinyalleri. Bu konuda çok şey yazıldı. Çok güçlü bir siyasi literatür ortaya çıktı. Konu canlı.
İkincisi, ise bizim halimiz. KKTC ölçeği.
KKTC ölçeği, istese de istemese de neo-liberal dönemin siyaset krizinden etkilenmekle birlikte, aslında farklı bir boyuta sahip. Çünkü dünyada siyasetin durumu tartışmalarındaki arayışın niteliği ile, halimiz arasında bir ilişki yok.
KKTC ölçeğinde yaşanan “siyasi çürümenin ana nedeni” bugüne kadar siyasi uygulamalardaki kısmi iş bilmezlik, adam kayırmacılık, partizanlık ya da çeşitli kişilerle ilgili yolsuzluk iddiaları değildir. Dolayısıyla bu sorunların varlığı siyasi zayıflamayı açıklamaz. Bu sorunların çözülmesi de, aynı konularda, farklı bağlamlarda sorunların yeniden doğmayacağını garanti etmez. Mutlaka yine aynı sorunlar olabilecektir. Dolayısıyla sayılan olgular bağlamında bir siyasi ya da hukuki düzenleme önemli olmakla birlikte, bunlardan saf bir temiz toplum dünyasının doğmayacağını baştan bilmemiz gerekir. Bu yönde sürekli bir çalışma gerekir ve bitmeyen bir mücadele.
Siyasetin ilkesizleşmesinin temel nedeni, büyük anlatılardan yani ideolojilerden kopuştur. Çünkü ideoloji, siyaset yapıcının karar üretmedeki temel dayanağıdır. Sözde kitleselleşmek adına, ideolojilerden bilinçli ya da bilinçsiz bir tercihle kopanın siyasette karar üretme zaafiyetine gireceği açıktır. Karar üretemez. Taraf olamaz ve belirsizlik alanında kendini var etmeye çalışır. Belirsizlik alanı kadar siyasette tehlikeli ve kaygan bir zemin yoktur. Belirsizlik alanını, ideolojiden yoksun bir siyaset memuru için, güçlü ve bütünlüklü bir bağlamda tanımlanamaz. Tanımlanıp, ona uygun siyasi değişim programını ise doğurmaz.
Siyaset kurumunun günlük sorunlara teslim olması, bütüne değil, büyük değişime değil, geçici düzenlemelere yönelmesi böyle bir ortamda kaçınılmazdır. Sol veya sağ “popülist” hareketlerin dar siyasi anlayışlarındaki temel neden de budur. Popülizmin, çağımızın hastalığı algı operasyonlarına dayanarak, geçici düzenlemeleri büyük değişiklikler olarak “pazarlamasının” nedeni de yine aynıdır. Çünkü çaresizdir.
Bu noktada siyaset, ortak değerlere sahip insanların, “ortak daha iyi için değiştirme eylemini gerçekleştirecek mücadele alanı” olmaktan adım adım çıkar.
Yerini, bir spor takımı taraftarlığı altında, çıkar ilişkileri ile yeniden kurgular. Ve bu bağlamda her geçen gün kendini yozlaştırarak yeniden üretir.
Bugün, ortak değerler üzerinden hareketi öngören dayanışma kültürü yerini, dar grup ilişkilerine bırakıyor. Dar grubun çıkarı, bazen siyasi ikbal, bazen maddi olanak, bazen sosyal statü v.d olarak karşımıza çıkar. Ortak değer üzerinden hedefi ve amacı düşleyen siyasi birey için statü bir varlık nedeni olmaması gerekirken, özünden koparılmış bir meslek tercihi olarak karşımıza çıkar ve kişi için bir varoluş alanına dönüşür. Varlığın tek nedeni siyaset yapmak değil, siyasi statüye sahip olmak haline gelir. Hele bir de açıklık ve samimiyet ortadan kalkarsa, dedikodu mekanizması ile çatışmanın, nefretin yeniden üretildiği bir “kıyma makinesine” dönüşmesi giderek doğal bir hal alır.
Siyasi pratiğin kapsamı olan, ne toplum bilim, ne felsefe, ne yöntem bilim, ne strateji, ne ekonomi ne sosyal psikoloji ne de başka birşey…Artık varsa yoksa kişilerin statüsü üzerinden siyasi ikbali, kişisel konumu yani kimin hangi takımda olduğu ve ayak oyunları kalıyor geriye.
Kendi spor takımını desteklemeyenlere yönelik holigan halleri.. bir hınç, nefret, kin ile ayakta duran, kendinden olmayanı yok eden bir akıl yitimi.
Ben buna çürüme derim ! Kurumların çürümesi. Tüm alanları içine çeken bir girdap olan bir çürüme.
Oksijensiz kalmış bir toplumun, kendini yok eden siyasi pratiğidir bu. Toplumun neden oksijensiz kaldığını/bırakıldığını okurlar çok iyi biliyor.
Siyaset toplumsal düzeni düzenlemek/değiştirmek/dönüştürmek için vardır. Toplumsal düzen yani statüko, siyaset kurumunu teslim almıştır KKTC pratiğinde.
An olarak durum budur Sami dostum.