Ana Tanrıça Kültü’nün Kıbrıs Folklorundaki İzleri (4)
Ana Tanrıça Kültü’nün Kıbrıs Folklorundaki İzleri (4)
Tuncer Bağışkan
SULARA İLİŞKİN İNANÇ VE UYGULAMALAR
Antik çağlarda akarsuların tanrıçası olarak “Aphrodit Anadyomene” ile “Gül yanaklı” olarak tanımlanan sevgilisi Adonis gösterilmekteydi.
Kıbrıs’ın değişik bölgelerinde Ayazma olarak bilinen akarsuların, su birikintilerinin ve kuyuların hastaları sağaltma gücüne sahip olduğuna inanıldığından, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar tarafından kutsal sayılırlardı. Bu nedenle bu gibi yerler hasta çocuklarla dileği gerçekleşenlerin ilk ziyaret yerleriydi.
M.S II’inci yüzyılda yaşamış olan gezgin ve coğrafyacı Pausanias’ın anlatımından, hastaların sağlığa kavuşmaları, ya da tutulan dileğin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması için sulara buğday unundan yapılmış ekmek atıldığı bilgileri edinilmektedir. Ekmeğin dibe çökmesi halinde o kişinin sağlığa kavuşacağına, suyun yukarı doğru fışkırıp içine atılan cismi dışarı atması halindeyse bir uğursuzluk olacağına yorumlanırdı. Daha sonraları bu inanç suya para atılması şeklinde değişmiştir. “Panaya Lamatitchi” olarak bilinen kutsal suya para atan kanamalı hastaların şifa bulacaklarına inanılırdı.
Girne Kalesi’ndeki orta avlunun güneybatısında bulunan dehlizde, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların ziyaret ettikleri bir dilek kuyusu vardı. Kuyuya taş atılarak adakta bulunulurdu. Atılan taşla birlikte kuyudaki suyun yukarı doğru kaynayıp yükselmesi halinde tutulan dileğin gerçekleşeceğine, suda hiçbir hareketin olmaması halindeyse tutulan dileğin gerçekleşmeyeceğine yorumlanırdı.
Hasta çocuklar Baf kazasına bağlı Evretu ile Sarama köylerinin arasındaki “İskarfo” diye bilinen suya götürülürlerdi. Suya para atılır, üç defa bağırarak “çocuğumu hasta getirdim, iyi götüreyim” denir ve dua edilerek dilekte bulunulurdu. Dua bitince suyun hareketlenmesi halinde hastanın sağlığa kavuşacağına, suda hiçbir hareket olmaması halindeyse hastanın öleceğine yorumlanırdı.
YAĞMURLA İLGİLİ İNANÇ VE UYGULAMALAR
Ana Tanrıça’nın bir başka özelliğiyse yağmur yağdırma gücüne sahip olmasıydı. Kıbrıs’ta antik dönemlerde yağmur duası törenlerinin nasıl yapıldığı şimdilik bilinmemektedir. Ancak M.Ö 2300 - 1900 yılları arasına tarihlenen Eski Tunç Devri Filya kültür kalıntıları arasında bulunan boğa masklarıyla geyik ve muflon tasvirlerinin yağmur duası amaçlarıyla yapılan dini danslarda kullanılmış olabileceği tahmininde bulunulmuştur. (Geyiğin ise Ana Tanrıça’nın yerine konan Artemis’in kutsal hayvanı olduğu bilinmektedir)
Kıbrıs’taki Ana Tanrıça kültüyle eş tutulan Anadolu bolluk ve bereket tanrıçası Kybele ile Artemis, Lidya ile Lidya öncesi mühürlerde, hilal, dolunay, beş köşeli yıldız, su içinde yüzen balık ve yağmur motifleriyle birlikte resmedilmişlerdir. Balık ile yağmur motifleri, Roma dönemine tarihlenen Baf Afrodit Tapınağı betimli Kıbrıs sikkelerinde de görülmektedir.
Doğayı canlandırmak için Kıbrıs’ın bolluk ve bereket tanrıçası Afrodit’e erkek kurbanlar kesilir, buhur ile ateş yakılır, tuz, fallus (erkek üreme uzvu) ve para adağında bulunulurdu. Baf’taki Afrodit tapınağına izdivaç şarkıları (Hymns) okunarak gidilirdi. Antik dönem yazarlarından Tacitus ile Plinyus’un verdikleri bilgilerden, Kukla Afrodit Tapınağı’ndaki konik taştan kan ve yağmur suyunun bulunmamasına dikkat edildiği, bu nedenle de taşın sürekli temiz tutulduğu öğrenilmektedir. Verilen bilgilerden, Afrodit’i temsil eden konik taşın yağmur yağdırma gücüne sahip olduğu anlaşılmaktadır. Tanrıça Efes Artemis’in bazı özelliklerinin M.S 431 yılında Hz. İsa’nın annesi Meryem Ana’ya devredilmesiyle, Kıbrıs’taki Meryem Ana’ya “Banaya Aphroditissa” adı verilmiş ve böylelikle Afrodit’in yağmur yağdırma özelliği de Meryem Ana’ya geçmiştir.
Kıbrıslı Rumlar arasında yağmur yağdırma özelliğine sahip olduğuna inanılan sayısız Meryem Ana ikonu vardı. Kuraklık dönemlerinde gruplar halinde bir araya gelen insanlar bu ikonlari kiliselerdeki yerlerinden alırlar ve başta köyün içi olmak üzere dağ bayır dolaşırlardı. Dolaşma sırasında Meryem Ana’ya yakarılır, yağmurun geleceği yöne doğru ikonu çevrilir ve ondan yağmur dilenilirdi. Bu törenler sırasında ikondaki Meryem Ana betiminin gözlerinden yaşlar aktığı iddia edilmektedir. Bu uygulama Kıbrıslı Rumlar arasında yaygındı. Rumların yağmur yağdırma gücüne sahip olduğuna inandıkları ikonlardan saptayabildiklerim şunlardır: Ay. Theodhoros köyü Meryem Ana Kilisesi’nde bulunan M.S. XVI. yüzyıla ait Banaya Khiotissa ikonu, Pelendria köyü Meryem Ana kilisesinde bulunan 1640 tarihli Meryem Ana İkonu, Yialou köyü Meryem Ana Kilisesinde bulunan M.S XVII’inci yüzyıla ait Meryem ana İkonu, Trodos dağı Olimpus tepesindeki Kykko (Cikko) manastır kilisesinde bulunan Meryem Ana İkonu, Brodromo köyünün yanında bulunan Trikkukia manastırındaki Banaya Trikukkiotissa ikonu, Piyenia köyü Haralambos kilisesinde bulunan “Aya Marina” ikonu ve Klirou köyü Meryem Ana Kilisesinin içindeki M.S XVII. yüzyıla ait Meryem Ana ikonudur.
Kıbrıslı Rumlar Meryem Ana ikonlarının yağmur getireceğine yaygın olarak inanmalarının yanı sıra, George Jeffery’nin “Description of the Historic Monuments of Cyprus” isimli kitabından, bazı Kıbrıslı Türklerin de bazı Meryem Ana ikonlarının yağmur yağdırma gücüne sahip olduğuna inandıkları, onlara yakındıkları öğrenilmektedir. Bu ikonlardan biri Brodromo köyü yakınındaki Trikukia Manastırında bulunan “Banaya Trikukkiotissa” ikonuydu.
Yakın geçmişimizde Dohnili (Taşkent) Rumlar ile bazı Türklerin Meryem Ana ikonuyla “Bervola’nın Harmanı (Ahna Bahça)” olarak bilinen yere birlikte gidip yağmur duası yaptıkları bilgileri edinilmektedir.
Taşlar Ana Tanrıça kültüne bağlandığından Kıbrıs’ta saptanıp kayıtlara geçen Trodos’taki bir yağmur duasının üzerinde de durmamız gerekiyor. 1573 yılında yayınlanan Fra Stefano di Lusignano’nun “Chorografia” adlı yapıtında, Trodos dağının Olimpos Tepesi’ndeki Aziz Michael Kilise’sinin yanında, dağın yapısında bulunmayan ve dört kişinin güçlükle kaldırabildiği bir kayayla yağmur duası yapıldığından söz edilmektedir. Bu kayanın Nuh’un gemisi ile ilişkili olduğuna ve bir zamanlar Nuh’un gemisinin bu taşa bağlandığına inanılırdı. Bu nedenle kuraklık zamanlarında çevre köylüler bu taşın altına iki mertek koyarlar ve izdivaç şarkıları (Hymns) söyleyerek bu taşı havaya kaldırırlardı. Böyle yapılınca yağmur yağacağına inanılırdı. Bu inancın ilk uygulama şekli, Orta Asya Şaman Türklerinin “Yada” (Yad) olarak bildikleri taşı havada sallayarak, ya da suya koyarak yaptıkları yağmur duasını anımsanmaktadır. Ancak taşları kaldırarak yağmur yağdırmanın salt Orta Asya Türklerine has bir uygulama olmadığı da bilinmektedir.
TUZA İLİŞKİN İNANÇ VE UYGULAMALAR
Birçok kültürlerdeki “tuzu kutsal sayma” inancına ilişkin bilgilerimiz antik kaynaklara dayanmaktadır. Belki de dünyadaki yaşamın denizle başladığı inancıyla tuz kutsal sayılmıştır. Ortaçağ gizemcilik hekimliğinde, doğadaki her şeyin tuz, kükürt ve cıvadan meydana çıktığına inanılırdı. Eski Türkler de tuzu yalayarak yemin ederlerdi.
Yunan şairi Hesiodos’un kaleme aldığı ve mitolojinin en eski kaynaklarından olan Theogania adlı yapıtında, denize atılan Uranus’un erkeklik uzvunun yarattığı köpüklerden Afrodit’in doğduğu yazılıdır. Tarihçi Strabo ise, her yıl Kukla’daki Afrodit Tapınağı’nda tanrıça için düzenlenen festivallerdeki gizli ayinlerde Afrodit’e minnettarlık ifadesi olarak (ya da adak olarak) Tuz, Fallus (Bolluk, bereket ve üretkenliğin sembolü olarak görülen ‘erkeklik uzvu’) ve para sunulduğunu yazmaktadır. Tuz ile Fallus’un Afrodit’in denizden doğuşunu simgelediği üzerinde durulmaktadır. Sir Harry Luke’nin “Cyprus” adlı yapıtında, Rumların Pentacost ya da Kataklysmos, Türklerin ise “İskele Deniz Panayırı” olarak düzenledikleri kutlamaların antik çağdaki festivallerin bir devamı olduğu üzerinde durmuştur.
Amatus’ta İngilizlerin yaptığı arkeolojik kazılarda bulunan bir yazıtta, Afrodit için yapılacak kurban kutlamalarında, tanrıçaya sadece ürünün bereketini koruyucu maddelerin adak olarak sunulması emredilmektedir. Dolayısıyla, bu dönemde, tuzun kutsal bir madde sayıldığı, ya da en azından ürünün bereketini koruyan kutsal bir madde olarak görüldüğü anlaşılmaktadır.
Şimdi olduğu gibi, antik çağlarda da tapınaklar kutsal sayılan yerlere yapılırlardı. Kıbrıs’ın bolluk ve bereket tanrıçası Afrodit’in Anadolu etkilerini taşıyan bir yontusu, M.Ö 1600 - 1050 yıllarına tarihlenen Larnaka Tuz Gölü’nün yanındaki Artemis Paralia Tapınağı’nda yer almaktaydı.
Dolayısıyla Kıbrıs’ta tuzu, ya da İskele Tuz Gölü’nü kutsal sayma inancının çok eskilere dayandığı üzerinde durulabilmektedir. Daha sonraları bu gölü kutsal sayma inancı Kıbrıslı Türklerle Rumların folkloruna da girmiştir. Tuz Gölü’nün oluşumuyla ilgili benzer iki söylenceden biri Türk, diğeriyse Rum kaynaklıdır. Türk kaynaklı olanda, yaşlı bir dervişten söz edilirken, Rum kaynaklı olanda Aziz Lazarus’tan söz edilmektedir. Söylenceye göre, Larnaka Tuz Gölü’nün olduğu yer eskiden bağlıkmış. Bu bağ çok cimri olan yaşlı bir kadına (koca karıya) aitmiş. O dönemde Tuz Gölü kıyısındaki Hala Sultan Tekkesi’ni ziyaret etmek isteyen yaşlı bir derviş, Larnaka limanından karaya çıkarak yola koyulmuş. Ancak yolda çok yorulup susadığından, bağın sahibinden bir salkım üzüm istemiş. Ne var ki, yaşlı kadın isteğini geri çevirmiş. Derviş de kadına : “İnşallah duzunan buz olasın. Gelip geçen seni taşlasın da hayır yüzü görmeyesin” diye beddua etmiş. O anda yaşlı kadın, yanında bulunan çıkrığıyla birlikte taş kesilmiş, bağ ise tuz gölü haline gelmiş. Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi, geçmişten gelen inançlara dayanan Kıbrıslıların Tuz Gölü’nde bir kehanet aradıkları; Tuz Gölü ile çevresini kutsal bir yer olarak gördükleri biçiminde düşünülmesine neden olmaktadır.
Tuz, Kıbrıs’ın yakın geçmişinde evin bereketi, tadı tuzu, nimeti ve uğuru sayılırdı. Kıbrıs genelinde, evin temel gıda maddelerinden biri olan tuzun ve benzeri maddelerin (maya, yumurta, yağ, su, şeker, elek, un, tavuk, ekmek, kömür-ateş-,terazi, kalbur, penevet, bakır kap ve para) geceleri evin dışına verilmeleri uğursuzluk sayılırdı. Verilemeleri halinde, yıldızların bu verme işini göreceğine; evin bereketinin evin dışına kaçacağına, ölülerin sevap bulmayacağına ve eve uğursuzluk çökeceğine inanılırdı. Verilmelerinin kaçınılmaz olduğu durumlardaysa, yıldızların görmemeleri için üzerleri bir kumaşla örtülürdü. Gene, geceleri evin dışına evin temel gıda maddelerinden biri (özellikle kömür ile ateş) verilecekse, üzerlerine tuz ekelendikten sonra verilirdi.
Tuzun basılması ya da yere dökülmesi günah, bereketsizlik ve uğursuzluk sayılırdı. Tuzun yere dökülmesi halinde hemen toplanırdı. Toplanmaması halinde o kişinin dökülen tuzu öteki dünyada kızgın saç üzerinde kirpikleriyle toplayacağına inanılırdı.
Kıbrıs’ta yeni doğan çocukların ‘tuzlanması’ ve albasmaması için onlara “tuz gömleği” giydirilmesi adettendi. Tuzlanmamaları halinde, güçsüz olacaklarına ve terleri ile ayaklarının kokacağına inanılırdı.
Ayakların yıkandığı tuzlu suyun tuvalete dökülmesi halinde eve uğursuzluk çökeceğine inanılırdı.
Uğursuz sayılan kişilerin bir eve konuk olarak bir daha gitmemeleri için, ev sahipleri onların oturdukları yerin altına tuz serperler, ya da önceden tuzlayıp dik olarak duvara dayadıkları süpürgeyle arkalarından süpürürlerdi.
MERYEM ANA KUŞAĞIYLA İLGİLİ İNANÇ VE UYGULAMALAR
Azra Erhat’a göre, Yunan Mitolojisinde Thaumas ile Elektra’nın kızı ve Harpylerin de kız kardeşi olan İris, gökkuşağını simgelerdi. Gökkuşağının denizden çıkıp gökle yeryüzü arasındaki ilişkiyi sağladığından, Olimpos tanrıları İris’i, Hermes gibi, haberci olarak (özellikle de insanlara haber salmak için) kullanırlardı.
Günümüzden yaklaşık dokuz bin yıl önceki Neolitik dönemde Ana Tanrıça hamile bir kadın biçiminde betimlenirken, sonraki Efes Artemis yontularında analıkla bereketi simgeleyen çok göğüslü bir kadın biçiminde betimlenmeye başlanmıştır. Ana Tanrıça’nın bu özellikleri daha sonra Meryem Ana’ya aktarıldı.
Yakın geçmişimizde, Larnaka kazasına bağlı Civisil köyü ve çevresinde düşük yapan, ya da çocuk yapmayan Türk ve Rum kadınlar, köyün Meryem Ana Kilisesi’ni ziyaret ederler, don uçkurlarını çıkarıp oradaki Meryem Ana İkonu’na asarlar ve ikonda asılı duran “Meryem Ana Kuşağı”nı alıp bellerine, ya da kalçalarına bağlarlardı. Doğurunca da kuşağı yeniden ikona asıp uçkurlarını geri alırlardı. Rum araştırmacılardan Maria Parkevopoulou, Rum çocukların bu arada kilisede vaftiz edildiklerini de yazmıştır.
Kıbrıslı Türkler, yağmurlu havalarda gökyüzünde oluşan Gökkuşağı’nı,”Havva Ana’nın Kuşağı”, “Ebem kuşağı” ve yaygın olarak da “Meryem Ana Kuşağı” olarak bilirlerdi. Eski Türkçe okuyup yazmasını bilen yaşlılarımız tarafından ise “Ebe Kuşağı” ve “Alâim-i Sema” olarak da bilinirdi. Yakın geçmişimizde Meryem Ana kuşağının öğleden sonra belirmesi sağnak yağışların önbelirtisi sayılırdı.
DEVAM EDECEK