1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Ana Tanrıça Kültü’nün Kıbrıs Folklorundaki İzleri (5)
Ana Tanrıça Kültü’nün Kıbrıs Folklorundaki İzleri (5)

Ana Tanrıça Kültü’nün Kıbrıs Folklorundaki İzleri (5)

Ana Tanrıça Kültü’nün Kıbrıs Folklorundaki İzleri (5)

A+A-

Tuncer BAĞIŞKAN

SUNAK ÇEVRESİNDE ÜÇ KEZ DÖNMEK

Çok eski dönemlerden itibaren “üç” sayısının (7 ile 40 dahil) kutsallığı birçok ulusun folklorundaki dinsel büyüsel uygulamalara girmiştir. İnsanlar belki de gök, yer ve su gibi üçlü bir oluşum içinde yaşadıklarını ve evrendeki gelişimin erkek, dişi ve çocuk (ürün) üçgenine dayandığını biliyorlardı. Bu uygulamalarda sunak ve tapınakların çevresinde üç kez dönme inancının kaynağı kesinlikle bilinmemektedir. Ancak, Kıbrıs’taki Zeus Teucer, ya da büyük olasılıkla Afrodit adına düzenlenen bir kurban töreninde de sunak çevresinde üç kez dönüldüğü bilgileri edinilmektedir. Antik yazarlardan Lactantius ile Porphyrius, Salamis’teki bu olaydan söz ederken tanrılara insan kurban edilip yakıldıkları üzerinde durmuşlardır.

Yakın geçmişimizde, hatta şimdi bile gerçekleştirilen dini törenlerde kutsal yerlerin çevrelerini üç kez dönme gibi dinsel büyüsel uygulamalar dini törenlerin bir parçasıydı.

BAKIR KAPLARLA İLGİLİ İNANÇ VE UYGULAMALAR

Fenike kaynaklarına göre, Kıbrıs’a Suriye’nin antik liman kenti Biblos’tan gelen Kinyras, Baf şehriyle Afrodit Tapınağı’nı kurmuş ve Kıbrıs’ın rahip kralı olmuştur. Kinyras, ayrıca, Kıbrıs’taki bakır madenlerini ortaya çıkartan ve bakırı işleme sanatını Kıbrıslılara öğreten bir kişi olarak da bilinmektedir.  

Kıbrıs halkbiliminde bakır kaplar evin uğuru, kısmeti ya da bereketi olarak görülürdü. Dolayısıyla birinden değerli ve yitirilmesi istenmeyen eşyalar (muska, hamaylı, doğum kuşağı kurşunu vs) ödünç olarak alınıp kullanılmak istenmesi halinde, karşılığında sahibine bakır bir kabın rehin verilmesi gelenekti. Eşya kullanıldıktan sonra iade edilirken, bakır kap da geri alınırdı. Genellikle başarılı bir doğum yapmak ya da çocuk sahibi olmak isteyen kadınların, geçici olarak bir tılsım takmak için bakır tencerelerini ödünç olarak verdikleri düşünülürse, bu inancın kaynağının Ana Tanrıça kültü olması olası görülmektedir.


TAŞLAR İLE KONİK TAŞLARA İLİŞKİN İNANÇ VE UYGULAMALAR

Ana Tanrıça’nın en eski yontuları, Fenikeliler tarafından “Beth-el” ve Yunanlılar tarafından da “Betylae” olarak bilinen  “Diapet” ve “Baitylos” adı verilen konik biçimli gök taşlarıydı. Bunlar siyah renkli ve konik biçimli olabildikleri gibi, oval, piramidal ve kare biçimli olanları da vardı. Bu konik taşlara Kıbrıs’ta Ay. İrini (Akdeniz) ve Athienou’da; Anadolu’daki Pamphilya (Artemis Pergaea Tapınağı’nda), Perge, Karya, Lykia ve Güney Anadolu bölgelerinde; Ege dünyası, Efesus, Filistin (Fenike) ve Suriye’de rastlanmıştır. Yaklaşık olarak M.S 170 – 240 yılları arasında yaşamış olan Yunanlı tarihçi Herodian (Herodianus), Efes’teki rahip Heliogabalus’tan önce var olan bu taşın siyah renkli olduğunu ve gökten düştüğünü yazmıştır. Sivri uçları havada, geniş bölümleriyse yerde duran bu taşların bereketi simgelediğine, tanrıçanın bizzat kendisi olduğuna, ya da bu taşların içinde bulunduğuna inanılırdı. Bolluk ve bereketi simgeleyen taşlara “tanrının evi” adı altında tapma inancı Baf ile Babil’de (Biblos’ta) doruğa çıkarken, tanrıçanın tapınağı ile bu taşların şekilleri de şehirlerinin sikkelerinde yer almıştır. Taşlara tapma kültü sadece Suriye kıyılarında kalmayıp, bir yandan Suriye’nin her tarafına yayılırken, daha sonra da Fenikelilerin Mısır, Akdeniz ve Ege Denizi’ne yayılmalarıyla bu ülkelere de geçmiştir.
Bu konuda araştırma yapan Prof. Dr. Hikmet Tanyu’nun yayınladığı “Türklerde taşlarla ilgili inançlar” adlı kitabında, Anadolu’daki konik taş inancının mahiyet değiştirerek daha sonraları Romalılara, ondan da Hıristiyanlığa geçtiği üzerinde durmuştur.

Bu tür taşların bulunduğu yerlerde panayır ile festivaller düzenlenir, tapınaklara kadar yaya yürünür ve tanrıçaya düzenlenen törenlerde bu konik taşlar zeytinyağı ile yağlanırdı. Halikarnas Balıkçısı’nın “Anadolu Efsaneleri” adlı kitabında, Kabe’nin içinde bulunan ve Sibel Putu adı verilen taşın da zeytinyağı ile yağlandığı bilgileri yer almaktadır.

Kıbrıslılar da dıştan gelen bir inançla, M.Ö VIII. Bine tarihlenen Neolitik çağdan itibaren konik taşları Ana Tanrıça’nın yerine koymuşlardı. Bu gibi taşlara, başta Hirokitya olmak üzere birçok Neolitik ve Tunç Çağı yerleşim yerlerinde gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda rastlanmıştır.
Antik yazarlardan Herodot ile Publius Ovidius Nasa’nın (Ovid) yazdığına göre, Afrodit’i bir tanrıça olarak kabul etmeyip inkâr eden Amatuslu kadınlar, tanrıçanın gazabına uğrayarak fahişe olmuşlar ve tanrıça tarafından taşa dönüştürülmüşlerdir. (Başka bir söylencede ise, fahişelik yapmayanlar tanrıça’nın gazabına uğramışlardır) Zamanla bu tür heykeller adak amacıyla kullanılır olmuştur.

Kukla’daki Afrodit Tapınağı inşa edilmeden önce, tapınağın olduğu yerde Ana Tanrıça’nın yerine konup tapınılan ve yağlanan siyah renkli konik bir taş vardı. Sonraları Kıbrıslı Türklerle Rumlar, antik çağlardaki çoktanrılı dinlerin etkisinden kurtulmamış olacaklar ki, “Meryem Ana Yortusu” (Banaya Afroditissa - Meryem Ana Afroditi), ya da “Elaeochristion” adlı festivalde bu taşı ziyaret edip dua ederler ve adakta bulunurlardı.

Sir Harry Luke’nin 1957 yılında yayınladığı “A portrait and an appreciation Cyprus” adlı kitabında belirttiğine göre, XIX. Yüzyılın ortalarına doğru Baflılar Kukla köyünün civarındaki küçük Hıristiyan kilisesini “Panagia Aphroditissa” (Meryem Aphrodit’i) adıyla bilirlerdi. O sıralarda sütü kesilen ve/veya gelmeyen genç anneler sütlerinin gelip çocuklarını emzirebilmeleri için Afrodit Tapınağı harabelerinde bulunan konik taşı zeytinyağı ile yağlarlardı. Böyle yapmaları halinde, Afrodit’in bolluk ve bereketiyle göğüslerinin sütle dolacağına inanılırdı. Kıbrıslı Türkler de bu inancı Rumlarla paylaştıklarından, Afrodit’i “Dünya Güzeli” olarak anarlar ve ayni uygulamaya girerlerdi. Bu taş daha sonra Lefkoşa’daki Kıbrıs Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmeye başlanmış, şimdilerde ise Kukla Afrodite Tapınağı’nın yanında oluşturulan müzede sergilenmektedir.

Kadınların göğüslerini andıran çıkıntıları bulunan mağaralarla bazı Meryem Ana kiliseleri de Kıbrıslı Türkler ve Rumlar tarafından kutsal sayılırdı. Bu gibi yerlere “Süt”, ya da “göğüs” anlamına gelen adlar verilmişti. Mağara ve kiliselerin tavanlarından sarkan söz konusu çıkıntılar bize Efes ile Salamis’te bulunan Efes Artemis tipindeki yontuların “Polimastos” olarak bilinen çok sayıdaki göğüslerini anımsatmaktadır. Sütü kesilen Türk ve Rum anneler, sütlerinin gelmesi için bu gibi yerleri ziyarete giderlerken beyaz elbiseler giyerler ve oralara yürüyerek varırlardı. Böyle bir uygulama başta Galataria (Yoğurtçular) köyündeki  “Banaya Galataria Galatusa (Süt Getiren Meryem Ana) Kilisesi”nde saptanmıştır.

Kıbrıs genelinde aynı nitelikleri taşıyan ve benzer amaçlarla ziyaret edilen daha birçok yer de vardı. Bu yerlerden saptayabildiklerim şunlardır: “Chryssogalatoussa Kilisesi”, Alona köyündeki “Chryssogaloussa Kilisesi”, Polemitya köyündeki “Galaktoussa Kilisesi”, Pyrgo’daki “Galoktisti Kilisesi”, Fterikoudi köyündeki “Galaktotro Phoussa Kilisesi”, Asomados köyündeki “Galoussa Kilisesi”, Aynagofo’daki “Banaya Galaktini Mağarası”, Sadrazam köy ile Kayalar köyü arasındaki  “Galusa Mağarası” ve Omodoz ile Aynikola arasındaki “Gaminurga Mağaraları”dır.


KIBRIS’TA TAŞLARLA İLGİLİ İNANÇ VE UYGULAMALAR

Tanrıça Afrodit’in taşların içinde bulunması ya da bazı taşların ona bağlanması, Kıbrıs’ta yaygın bir inanç biçimiydi. Tanrıçaya, ya da Meryem Ana’ya bağlanan bu taşlardan şimdilik saptayabildiklerim şunlardır.
1. Doğacak çocuklarının cinsiyetini önceden öğrenmek isteyen hamile kadınlar, Yenierenköy (Yalusa) ile Dipkarpaz (Rizokarpazo) arasındaki “Yenegobedra“ (Kadın Taşı) olarak bilinen taşı ziyaret ederlerdi. Taşın önünde durarak bir tarafını tükürükledikleri küçük bir taşı havaya atarlardı. Düşen taşın tükürüklü yanının yere bakması, doğacak çocuğun kız olacağına, havaya bakmasıysa oğlan olacağına yorumlanırdı.
2. Tanrıça Afrodit’in aşk tanrısı olma niteliğinin Meryem Ana’ya da verildiği anlaşılmaktadır. Yukarı Arodez köyündeki “Ayios Kelandion Kilisesi”nin kuzeyinde bulunan mermer lahdin sevgiyi simgelediği varsayılarak, "Banaya tis Agabis – St. Agapiticos”(Sevgi Meryem Anası) adı verilmişti. Sevdikleri kişilerin sevgisini kazanmak için Kıbrıslı Türk ve Rumlar, gece bu taşı ziyaret ederlerdi. Taştan alınan toz o kişinin evine atılır, ya da bir bardak suya karıştırılıp ona içirilirse, sevgisinin kazanılacağına inanılırdı. Kilisenin güneyindeki nefreti simgelediğinden dolayı “St. Misiticos” adıyla bilinen mermer lahit ise soğukluk büyüsü amacıyla kullanılırdı.
3. Kıbrıs’ta Tanrıça Afrodit’e ait olduğuna inanılan bir başka tür taş da “Yemadusa” (Yaimatoussa / Kanlı Taş) adı verilen ve kanamalı kadınların ziyaret ettikleri türden taşlardı. Bu taşlardan bir Arakapas, diğeriyse Korovya (Kuruova) köylerinde olmak üzere şimdilik yalnız iki yerde saptanabilmiştir. Arakapas köyündeki taştan alınan toprak, taşın dibine dökülen kan kırmızısı suya karıştırılıp içilir, ya da kanayan yere sarılan para suya atılırdı. Korovya’da Yemadusa (Yemadobedra / Kanlı Taş) adıyla bilinen ve arazinin jeolojik yapısında bulunmayan taşı ziyaret edenlerse, taşın içinde bir kraliçenin olduğuna inanırlardı. Bu nedenle burada define bulunduğuna inanıldığından taşın çevresinde kaçak kazı bile yapıldığı bilgimize getirilmiştir. Taşı ziyaret eden hastalar çevresinde üç kez döndükten sonra üzerine binerler, taşı okşayıp severler, altındaki oyukta yağ yakarlar ve oraya para ve yiyecek maddeleri bırakırlardı. Böyle yapılınca hastaların şifa bulacaklarına inanılırdı.
4. Adamızda “Gali Yenega”(İyi kadın / Bedres tis Galis Yeneges), “Dribimeni”(Delikli), “Azize Taş” ve “İyi Kadın Taşı” (Petras Tis Galis Yeneges) olarak bilinen delikli taşlar da, Kıbrıslı Türklerle Rumlar tarafından kutsal sayılırlardı. Bunların bolluk, bereket ve uğur getirdiklerine, hastaları sağaltma gücüne sahip olduklarına ve saklanan bir definenin yerini belirleyen işaret taşları olduklarına inanılırdı. Ayrıca bu taşların içlerinde Afrodit, Meryem Ana ve Nimmph olarak bilinen perilerin bulunduğuna inanılırdı. Bunlar genellikle antik şehir kalıntılarında, tapınakların yanlarında, su kaynaklarının bulunduğu yerlerde, değirmen taşlarının olduğu yerlerde ve dağ yamaçlarında bulunurlardı. Bu delikli taşlardan Kıbrıs’ın hemen hemen her köyünde en az bir tane vardı. Afrodit’in doğum yeri olan Kukla’da ise yan yana iki tane vardı. Bir tanesinin deliği büyük, diğerinin ise küçüktür. Birinden çocuk doğurmayan kadınlar, diğerinden ise kadınların eşleri geçerdi. Böyle yapılınca ailenin çocuk sahibi olacağına inanılırdı.
İnanca göre, hastalıkların ortaya çıkış nedeni kötü ruhlara bağlanmaktadır. Kötü ruhların sağlıklı çocukları hastalıklı olanlarla değiştirmeleri sonucu hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle kötü ruhları hastalardan uzaklaştırmak, için barındıkları yerlerde biz dizi uygulama içine girilirdi ki, bu yerlerden biri de delikli taşlardı. Böylesi uygulamalar Türk, Rum, Makedonya Yörükleri, Anadolu ve İngiltere’de saptanmıştır. Kuzey Afrika’daki Trablus’ta hastaların kapı şeklindeki Menhirler’den (Senams-İdol) geçirilmeleri, benzeri uygulamanın bir varyantı olarak görülmektedir.
Delikli taşlar sadece Kıbrıs’ın yakın geçmişinde değil, birçok ulusun kültürüne muska ve tılsım olarak da girmiştir. İçlerinde nazar boncuğu da bulunan bu şekildeki delikli taşlar, kolye boncuğu olarak dizilip boyuna takılırlardı.
Cahit Beğenç’in “Mitoloji” adlı kitabında, içinden çocuk geçirilen bu taşların “Matrice Divine” (“İlahenin döl yatağı”) olduğu üzerinde durmuştur. Hikmet Tanyu ise, hastaların delikli taşlardan geçirilmeleri inancının Anadolu’nun birçok yerinde görüldüğünü ortaya koymuştur.
Kıbrıs’ta sözü edilen delikli taşlar genellikle hasta çocukların götürüldükleri yerlerdi. Bu çocuklar taşlara iki kadın tarafından götürülürdü. Biri çocuğu deliğin bir tarafından sokarken, diğeri karşı taraftan alırdı. Bu arada “Galiyenege, al çocuğunu ver çocuğumu” denirdi. İşlem üç kez tekrarlandıktan sonra hastanın giysilerinden kesilen kumaş parçası taşın üzerine, ya da oradaki bir ağaca, genellikle de Mosphilia adıyla bilinen alıç ağacına bağlanırdı.
Delikli taşların bulunduğu yerlerde bazı geceler beyaz çarşaflı bir kadının görüldüğü de öne sürülmektedir. Leymosun’daki böyle bir taşla ilgili söylentiler günümüze kadar gelmiştir. Bu taşın bulunduğu evin “uğurlu” ve “bereketli” olduğuna inanılmaktadır.
5. Yakın geçmişimizde pişik olan çocuklar, ayın başında, ortasında ve sonunda olmak üzere üç kez, içine Pernar taşı (konik ve şeffaf bir taş) atılan bir suyla yıkanırlardı. Pernar taşı az bulunur bir nesne olduğundan, böyle bir taşı birinden alıp kullanmak isteyenler, taşın sahibine rehin olarak bakır para, ya da bakır bir eşya (genellikle bakır bir tencere) bırakırlardı. Taş kullanıldıktan sonra sahibine iade edilirken, rehin bırakılan nesne de geri alınırdı.

DEVAM EDECEK

Bu haber toplam 3940 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 197. Sayısı

Adres Kıbrıs 197. Sayısı