“Analar” ve Kıbrıslılar
Geçtiğimiz günlerde Okan Dağlı da Türkiye’ye giriş yasağının kurbanı oldu ve geri gönderildi.
Tıpkı daha önce Ali Bizden, Ahmet Cavit An ve Ali Kişmir’in Türkiye’ye sokulmadığı gibi...
Doğrusu bu uygulamalar bana, Yunan Cuntasının Kıbrıslı Rumlara karşı aldığı tutumu hatırlattığından, konuyu konuşmak üzere sevgili dostum Takis Hatzidimitriu’yu aradım. Takis, “Cunta döneminde ben Yunanistan’a sokulmadım” demez mi...
Yunan Cuntasına karşı mücadele eden ve ülkeye demokrasinin geri gelmesi için çeşitli faaliyetlerde bulunan Takis’e Yunanistan’a neden sokulmadığı söylenmedi.
Söylenseydi, herhalde “milli güvenliğimiz aleyhine faaliyetlerde bulunmak” gibi bir şeyler söylenirdi...
Yine geçtiğimiz günlerde başka bir sahnede, Kıbrıs Türk toplumunda kimin bakan olacağına Ankara’nın karar verdiğini izledik.
Tabii şaşırmadık...
Bu uygulama da aklıma Yunan Cuntasını getirdi.
Makarios hükümetine baskı uygulayan Cunta, bakanlarının değiştirilmesini istemişti. Sonunda Makarios iki bakanını değiştirmek zorunda kalmıştı.
Sadece bu örnekler bile, son yıllarda AKP-MHP hükümetinin Kıbrıslı Türklere karşı tavrının 1974 öncesinde Yunanistan’ın Kıbrıslı Rumlara karşı takındıkları tavra benzediğini gözler önüne sermeye yeter.
Daha geniş bir perspektiften baktığımızda, başka benzerlikler de görürüz.
Örneğin 1960’lı yılların başında Yunanistan başbakanı Yorgos Papandreu (günümüzde bildiğimiz Y. Papandereu’nun dedesi) Başpiskopos Makarios’a bir mektup yazarak “Helenizm’in merkezinin Anavatan Yunanistan olduğunu, dolayısıyla önemli kararları Lefkoşa’nın değil, Atina’nın alması gerektiğini” yazmıştı.
Makarios, Yunanistan’ın bu yukarıdan bakışını reddedince, Atina ile Lefkoşa arasında gerilimler yaşanmaya başlanmıştı.
Konuya tarihsel olarak yaklaşırsak, Türkiye ile Kıbrıslı Türkler bağlamında bu örnekte paralellik kurulamaz belki, çünkü Ankara başından beri izlenecek politikaları Kıbrıslı Türklere dayatıyordu ama son dönemde Mustafa Akıncı-Ankara arasında yaşananlar çok farklı sayılmaz.
Ankara, “merkez benim, ben karar veririm” demeye getirerek açıkça Akıncı’ya dayatmalarda bulunmaya kalkıştı.
Cunta ile Makarios arasındaki ilişkiler giderek iyice kötüleşmişti.
Bunun bir nedeni, Makarios’un genel olarak Cuntanın dayatmalarına baş kaldırmasıydı (geri adımlar attığı ve bakanlarını değiştirdiği olurdu ama genelde Cuntaya kafa tutuyordu), diğer nedeni ise kimlik etrafında yapılan tartışmalardı.
Yunan Cuntasına göre, Kıbrıslı Rumlar giderek “Helenizm’den uzaklaşıyor”, “Kıbrıslılık” veya “Kıbrıslı Rumluk” bilinci geliştiriyor, “Anavatan Yunanistan’a karşı tavır alıyor” ve “Yunanistan’dan kopuyorlardı.”
Kısacası, Kıbrıslı Rumlar yeteri kadar “Helen” görülmüyorlardı.
Tıpkı bugün Ankara’nın Kıbrıslı Türkleri yeteri kadar “Türk-İslam” olarak görmediği gibi...
Nitekim bu konu, yani Atina’nın Kıbrıslı Rumları “yeteri kadar Helen” saymaması, 15 Temmuz darbesine giden süreçte önemli bir rol oynamıştı.
Darbe arifesinde Yunan dışişleri bakanı Hrisantu Ksanfopulo-Palamas Cuntanın başbakanına sunduğu bir raporda aynen şöyle diyordu: “Kıbrıslı Rumların Helen bilinci, milli bilinci silinip gidiyor. (...) Kıbrıslılar, kendilerine sunulan Kıbrıslılık kimliğini kabul ediyorlar ve Helen bilincini kaybediyorlar. Ve bu noktada ulusa ait olmaktan çıkıyorlar. Çünkü ulus Helen’dir ve Yunanistan’dan başka hiçbir şey baki değildir...”
Cuntanın bu anlayışı, sonunda darbe yapma noktasına kadar vardı ve 15 Temmuz darbesiyle Makarios devrildi. Makarios’un devrilmesiyle de tam bir felaket yaşandı ve ülke ikiye bölündü...
Son seçimlerde Akıncı’yı devirmek için yapılan kampanyanın merkezinde de kimlik söylemleri vardı. Akıncı, Türk kimliği yerine “Kıbrıslılık kimliğini”, “Kıbrıslı Türk” kimliğini öne çıkarmakla suçlanıyordu ve “Rum-dostu” ilan ediliyordu.
Sonunda onun yerine, “Türklüğü ve Osmanlılığı ile gurur duyan”, Ankara’nın bir dediğini iki etmeyen biri işbaşına getirildi ve Kıbrıslı Türkler iyice görünmezliğe mahkum edildiler.
1974’ten sonra Kıbrıslı Rumların Yunanistan ile ilişkileri esaslı değişikliğe uğradı.
“Lefkoşa karar verir, Atina destekler” doktrini benimsendi.
Kıbrıslı Rumlar sağıcısıyla solcusuyla Kıbrıs’ı yurt ve devlet olarak bağırlarına bastılar ve Anavatanlarıyla eşitlik ilkesi temelinde ilişki kurmaya başladılar ve bunu başardılar.
Başardılar çünkü, Yunanistan’dan ayrı, uluslararası siyaset öznesi olan bağımsız bir devlet çatısı altında yaşıyorlar.
Kıbrıslı Türkler ise, maalesef, Kıbrıslı Rumların Yunan Cuntası dönemindeki konumlarında, hatta onun bile gerisinde kaldılar.
Ne kendilerine ait bir devletleri, ne de Kıbrıslı Rumlarla birlikte yönettikleri bir devlet olmadığından, ekonomik açıdan da tam bağımlı olduklarından, Türkiye ile eşitlik temelinde ilişki kurma iradesi ve özne-kapasitesinden yoksundurlar...