Anılardan tarih yazmak
Hayata böyle bir toprak parçasında ‘merhaba’ deyince, gidilecek köyün minareleri üç aşağı beş yukarı bellidir.
Size ‘düşman’ öğretilecektir.
‘Öteki’nin fenalıkları anlatılacaktır.
‘Bizim’ yüceliğimiz ve iyiliğimiz kafanıza kazınacaktır.
‘Kahramanlar’ hep bizdendir.
‘Hainler’ bizden olup ‘onlar’a hizmet edenlerdir.
‘Onlar’ ise her türlü kötülüğün kaynağıdır.
‘Biz’i öldüren, kaybeden, evlerimizi yakıp yıkan, dükkanlarımızı talan eden, kadınlarımızın kızlarımızın ırzına göz diken hep ‘onlar’dır.
‘Biz’ ak ve pakızdır.
Hiç ama hiç fenalık etmemişizdir.
‘İyi’yizdir biz çünkü…
Kıbrıslı Türkler için de geçerlidir bu, Kıbrıslı Rumlar için de…
Biz ‘çatışmalı’ bir ülkenin çocuklarıyız çünkü…
Çatışmalı topraklarda tarih sayfaları ‘kanlı’ olur.
Nitekim hep ‘kanlı tarih’ okuduk biz okul yıllarımızda…
**
Sonra bir dönem geldi, ‘tarih kitapları’ bambaşka bir şekle büründü.
Bundan 8-10 yıl kadar önceydi… Dönemin CTP-DP hükümetinde oluşturulan komisyonlar Kıbrıs tarihi, coğrafyası, edebiyatı gibi ders kitapları üretmeye başlamıştı.
Bu kitapların en belirgin özelliği, içerik bakımından ‘yerel’ oluşu, bu ülkeyi yansıtmasıydı.
Diğer ayırt edici özellik ise, geçmişi anlatırken ‘kanlı tarih’ten ‘canlı tarih’e geçilmiş olmasıydı.
‘Tarih’ adı verilen bilim dalı, saplandığı ‘kahramanlık edebiyatı’ ve ‘ötekileştirme’ hastalığından kurtarılmış, ‘sosyal doku’ ve ‘yaşanmış hikayeler’le kurgulanan yepyeni bir ‘kültür ağırlıklı toplumsal bellek’ ortaya çıkmıştı.
Bu belleğin ortaya çıkmasında tarihçilerin kullandığı yeni metodoloji, yani ‘sözlü tarih’ oldukça etkili olmuştu.
Sonra gelen UBP hükümeti bu kitapları müfredattan kaldırıp depolara attı. Zira o kitaplar son derece ‘sakıncalı’ydı.
Gerçekleri anlattıkları için tabii!..
Ve gariptir ki, bir yıl önce göreve yeniden gelen CTP-DP hükümeti depolarda çürümeye terk edilen o kitapları hiç gündem yapmadı!
**
Ne ki, ‘Pandoranın kutusu’ açılmıştı bir defa…
Artık ‘sözlü tarih’ ders kitapları olarak okutulsun ya da okutulmasın, toplumsal belleğin doğru oluşmasına katkı yapmayı sürdürüyor.
İki değerli tarihçi dostum, Güven Uludağ ile Koral Özen’in kısa süre önce yayımladıkları “Anıları Sırtlamak” kitabı da bunlardan biri…
Tamamen ‘sıradan insanlar’ ile yapılmış, geçmişle ilgili ne varsa onların anlatılmasıyla ortaya çıkan öykülerin bir araya getirildiği bir ‘anılar demeti…’
Geçmişte bu toplum nasıl yaşardı, nasıl konuşurdu, düğünler hangi ortamda yapılırdı, çocukların ayağında nasıl bir ayakkabı vardı ya da var mıydı, o zamanlarda da tefeciler var mıydı, İkinci Dünya Savaşı’na katılan Kıbrıslılar İngiliz Ordusu’nda ne tür görevler üstlenmişti, din toplumsal yaşamda ne kadar etkiliydi, ‘Türk’ten Türk’e kampanyası’ gibi milliyetçi kalkışmalar köydeki insanlara nüfuz etmiş miydi?
Buna benzer yığınla sorunun yanıtları var bu kitapta…
‘Kıbrıs’ta Anıları Sırtlamak’ zordur.
Çünkü çatışmalı bir coğrafyanın çocuklarıyız biz…
Ve bu kitap zoru başarmış.