Anılarımda Ferdi Özbeğen… Zarif, yakışıklı piyanist
Ruhumu o müziğe ve sese o kadar çok kaptırmış olacağım ki, bedenimin sütunun dışarılarına taştığını ve artık görünür olduğumu hissedememiştim.
Stella Aciman
Ruhumu o müziğe ve sese o kadar çok kaptırmış olacağım ki, bedenimin sütunun dışarılarına taştığını ve artık görünür olduğumu hissedememiştim. O büyülü andan, “güzel kız, niye saklanarak dinliyorsun, gel yakından dinle” diyen bir sesle kopmuştum.
Yıl 1963… İstanbul yaz aylarını yaşıyor. Okul bitmiş, tatil başlamış… Ve en önemlisi Yeşilköy günlerim başlamış. Bisikletle çarşıya, denize gitmek, arkadaşlarla köyü turlamak ne büyük keyif verirdi bana.
O yıllarda denize girmeye gittiğim üç yer vardı. Paşakay’ların yalısı, Kapri ve Çınar Oteli… Marmara Denizi’nin berrak, temiz olduğu günlerdi… Genelde Çınar Oteli’ni tercih ederdim çünkü yemekleri çok güzeldi. Otel’in sahipleri annemin arkadaşı olduğu için, bütün gün yer içer, yüzer ve hesap ödemezdik. Hesap doğrudan anneme giderdi. Oteli sevmemin bir başka nedeni daha vardı; o yıllarda Türk filmlerinin çekildiği mekânların en başında gelirdi Çınar Oteli. Gün geçmezdi ki; havuzda, denizde, bahçesinde bir veya birkaç ünlü görmeyesiniz. O kadar çok filmin karelerinde yer alır ki Çınar Oteli, saymakla bitmez.
Zamanın en ünlü, sosyete kuaförü Hüseyin Bey’in yazlık dükkânı da Çınar Otel’in içindeydi. Annem süsüne çok düşkün bir kadın olduğu için haftanın üç günü oraya giderdi. Bazen ben de takılırdım anneme. İşte yine o takıldığım günlerden biriydi. Öğle saatleriydi, elimde bir gazete, okur gibi yapıyor etrafı gözetliyordum. Artık oturmaktan sıkılmaya başladığımı hissettiğim anda kuaförün dışından gelen müzik sesi kulağıma çalındı. Hemen yerimden kalktım ve kuaförden dışarı süzüldüm. Otelin balo salonundan geliyordu müzik sesi. Koşar adımlarla oraya gittim. Otelin orkestrası prova yapıyordu. Sahnenin ortasında uzun boylu, incecik, siyah saçlı, beyaz tenli çok yakışıklı genç bir erkek elinde mikrofon şarkı söylüyordu. Üzerindeki beyaz gömleğin temizliğini, siyah pantolonunun düzgün çizgilerini bugün hala hatırlarım. Kadife gibi bir sesi vardı. Zarif hareketlerle sahnede süzülüyordu sanki.
Salonun kalın direklerinden birinin ardına saklanmış, kendimi sahnedeki yakışıklı adamın şarkılarına kaptırmıştım. Ruhumu o müziğe ve sese o kadar çok kaptırmış olacağım ki, bedenimin sütunun dışarılarına taştığını ve artık görünür olduğumu hissedememiştim. O büyülü andan, “güzel kız, niye saklanarak dinliyorsun, gel yakından dinle” diyen bir sesle kopmuştum. Oradan, arkama bakmadan koşar adımlarla kaçarken küçük yüreğim bir kuşunki gibi hızla atıyor, yüzümden ateşler fışkırıyordu adeta. Beni bu kadar heyecanlandıran, müziğini mıh gibi yüreğime yerleştiren, çocukluğumun pembe hayalleri arasında yer alan bu kişi Ferdi Özbeğen’di.
BEYAZ PİYANO, SİYAH SMOKİN
Yıllar yılları kovaladı, bizler büyüdük… Artık İstanbul’un gece hayatında dolaşır olduk. O yılların en popüler mekânlarından biriydi Harbiye’deki Sevillanas. Piyanist- Şantörlüğü, Türkiye’de ilk başlatan Şefik Uyguner’i dinlemeye giderdik oraya ve tabii ki orkestrada çalan, söyleyen Ferdi Özbeğen’i. Sonra kendi kanatları ile uçmaya başladı Ferdi Özbeğen. İlk longplay’i piyasaya çıktığında ne kadar çok heyecanlandığımı dün gibi hatırlarım. Yıl 1977… Siyah fonun üzerinde yakışıklı bir genç adam, hüzünle bakıyor… Ferdi Özbeğen’le 45 Dakika! Plağı o kadar çok dinlemiştim ki sonunda bozmuş ve tekrar almak zorunda kalmıştım. O plak da diğerleri gibi itinayla saklanır hala. Bu plakla, sanki bir tılsım dokunmuştur Ferdi Özbeğen’e. O günden sonra, 90’lı yıllara kadar İstanbul’un kaymak tabakası onunla eğlendi.
1982 yılında, Şan Tiyatrosu’nda Devlet Senfoni Orkestrası’yla verdiği 20. Sanat Yılını kutladığı konseri hatırlıyorum. Beyaz kuyruklu piyanonun önünde siyah smokiniyle ne kadar da yakışıklı ve zarifti.
‘MERHABA’ VE SONRASI…
Yine 80’li yıllar… Mekân, Bodrum Manastır Otel. Genel Müdür Mümtaz Abi, eşi Serap, kızları Zeynep ve Naz… Can dostlarım. Taa, Marmaris Tatil Köyü’nden başlayan bir dostluk hikâyesi. Duayen turizmci Mümtaz Abi nerede ise biz oradayız. Yine bir tatil… Otele giriş ve odaya doğru merdivenlerden aşağı iniş… Aşağıdan kulağıma çalınan sese çok aşinayım ama nereden? Ve o sesin sahibiyle basamaklarda karşılaşma… Ferdi Özbeğen! O an, birbirine kilitlenen iki çift gözle ve yürekten gelen bir “merhaba” sözcüğüyle başladı bizim dostluğumuz Ferdi Özbeğen’le. Manastır Otel’in 310 numaralı odası her yaz ona ayrılırdı. Dile kolay yalnız sekiz yılımızı o otelde paylaşmışız. O da, ben de Ağustos ayında doğmuştuk. Önce benim doğum günüm kutlanır, ardından onunki… Akrep Nalan, Ali Poyrazoğlu, Ertan Öztaş, Göztepe Ailesi ve diğerleri… Önceleri Manastır Otel’in muhteşem manzarası karşısında, sonraları Bardakçı’da Mavi Oteli’n havuz başında kahkahaların yeri göğü inlettiği, sohbetin yıldızları bile kıskandırdığı nice yaşanmış geceler…
DOSTLUKLAR VE KAHKAHALAR
Sonraları Torba’da aldığı eve yerleşti Ferdi Bey… Evet, evet Ferdi Bey! Ben ona çok arzu etmesine rağmen, hiçbir zaman “Ferdi” veya “Ferdi Abi” diyemedim ama o bana öyle bir “Stella” derdi ki… İsmimin adeta bir şarkının güftesinden kopup geldiğini düşünürdüm.
Bodrum’daki kafemin en sadık müşterilerinden biriydi. Akşamları bahçenin sokağa bakan en ön masasına oturur, yemeğini yerken gelen geçeni izler, laf atardı insanlara. İki kişiyle başlayan yemek saatler içinde kalabalıklaşırdı. Hele Ali Poyrazoğlu’nun masada olduğu geceler çok gülerdik. Öyle güzel birbirlerine takılır ve didişirlerdi ki, bizlere de kahkahaları kalırdı o an yaşananların.
Mavi Otel’de piyano çaldığım gecelerde de beni hiç yalnız bırakmazdı. Uzaktan onun geldiğini gördüğümde çaldığım parçadan çaktırmadan ayrılır hemen Dilek Taşı’nı geçerdim. Yanımdan geçerken muhakkak piyanonun bir tuşuna basar ve “ah, bir de şarkı söylesen…” derdi gülerek.
RADYO VE DİLEK TAŞI
Onu sahnede, en son üç yıl önce bir İstanbul seyahatimde izlemiş ve dinlemiştim. Ne çok şarkı söylemişti o gece benim için, gözlerimin içine bakarak. Eminim o da benim gibi geçmişin anı sularında piyanosuyla dolaşıyordu.
Bodrum seyahatlerimde karşılaşamıyorduk çünkü ben artık oraya kış aylarında gitmeyi tercih eder olmuştum ama facebook sayfalarında sohbetlerimiz sürüyordu.
Bana “Ferdi Özbeğen’i birkaç kelime ile anlat” derseniz; “Kültürü, güzel Türkçesi, entelektüelliği ve beyefendiliğiyle Türkiye’ye piyanist-şantörlüğü sevdiren adam” derdim…
Hadi bana müsaade… Bu akşam radyoda Ferdi Özbeğen gecesi var… İki kadeh kırmızı şarap, yanında Dilek Taşı, Kandil ve bir tutam anı!