ANLAYARAK BAŞLAMAK...
Her cuma farklı konularla buluşacağımız bu sayfada, en çok ihtiyacımız olan şeyle, ‘ANLAŞILMA İHTİYACIMIZ’ ile merhaba demek istedim sizlere... MERHABA!
Yolumuz bizi anlayanlarla kesişsin... Varlık içinde yokluk, kalabalıklar içinde yalnız hissettirmeyenlerle...
‘Yabancıların en yakınıydın sen bana.’ Nilgün Marmara
‘Yabancıların en yakınıydın sen bana’ demiş Nilgün Marmara eşine. Bu cümleyi okuduğumdan beri düşünüyorum, düşündükçe hüzünleniyorum. Anlamaya çalışıyorum. ‘Aynı yastığı paylaşacak, hayatı bölüşecek kadar sevdiğin, güvendiğin, yanı başında duran, tenlerinizle bir bütün olduğunuz, varlığını evin saydığın bir insanın seni gerçek anlamda duymaması, anlamaması kim bilir ne büyük bir yalnızlık ve çaresizliğe sürükler insanı’ diyorum kendime... Oyunu sürdürüyorum. Buna maruz kaldığı süre uzadıkça ‘Nasıl hisseder insan?’; daha iyi anlamak için hayal etmeye devam ediyorum. Bu yalnızlık ve çaresizlik hissinin dönüşebileceği öfkeyle karşılaşıyorum hayal etme sürem uzadıkça. Yok sayılmış hissetmenin, duyulmuyor olmanın yaratacağı öfke ile... ‘Varlığın yok sayılırken hem de en yakının tarafından yok sayılırken, kaybedebileceğin ne olabilir ki?’ diye düşünür halde buluyorum kendimi. ‘Kaybedecek bir şeyi olmayan insanın yakıp yıkmaktan korkabileceği şey ne olabilir ki?’diyorum. Bu noktadaki yok sayılmışlığın ve yaratacağı çaresizlikle ortaya çıkan öfkenin ne denli büyük ve yıkıcı olabileceğini fark ediyorum ki korkuyorum.
‘İnsan anlaşıldığı insanda çiçek açar’
Hiç anlatmak istediklerinizi haykırırken, inatla duyulmadığınızı hissettiniz mi? Sanki her bir çığlık sesi içinizde bir yerlerde bir duvara çarpıp yankılanırken onu tekrar ve tek duyan kişi yine sizmişsiniz gibi! Dünyanın en büyük cezaevidir sizi anlamayan bir kalple aynı evde yaşamak. Hiç tecrübe ettiniz mi?
Anlaşılmamak iki insan arasındaki en derin uçurumdur. Dünyada her şeye sahip olsanız da, konuşabileceğiniz, iletişim kurabileceğiniz insanlar yoksa hiçbir şeyin anlamı yokmuş gibi hissedersiniz. Çünkü her ne kadar özünde getirdiği değerle dünyaya gelse de, insanın kendi anlam ve değerini fark etmesi diğer insanlarla etkileşimi ile mümkün olur.
Bir ilişki içinde karşınızdaki kişiden ne beklersiniz diye sorulduğunda sevgi, saygı, aynı dili konuşmak, orta noktada buluşabilmek, huzur ilk aklımıza gelen şeyler oluyor genelde. Ancak ‘anlaşılmak’ bence ilişkinin sağlıklı şekilde devamını sağlayan en temel faktörlerden biri. Çünkü içinde hem sevgiyi, hem saygıyı, hem var olunan halle kabul görmeyi hem de huzuru barındırmaktadır. Ancak bu soruya ‘Anlaşılma ihtiyacı’ şeklinde cevap verenler ilişki içinde duyulmayan, görülmeyen, anlaşılmayan, varlık içinde yokluk çekmiş, eleştirilerek kabul görmemiş kişiler olmakta ne yazık ki. Yani anlaşılmanın önemi, anlaşılmadan, duyulmadan, görülmeden, varlık içinde yokluğu, kalabalık içinde yalnızlığı hissetmeden anlaşılamıyor çoğu zaman. Ve anlaşılmadıkça abartıyor insan, büyütüyor kullandığı sözcükleri, sesinin tonunu, alınganlığını, hareketlerinin şiddetini; büyütüyor ki duyulup görülebilsin, fark edilsin anlatmak istedikleri. Abartıyor çünkü sığmıyor içine artık söylemek istedikleri. Görülmek aslında tek niyeti...
Davranışa yansımayan hiçbir şeye en ufak inancım kalmadı artık. Bana dünyanın en güzel cümleleri de kurulsa, ben karşımda ne gördüğüme bakıyorum. Hiç yanıltmadı”
Sabahattin Ali
‘Çok değerlisin sen’ diyordu. ‘Seni asla bırakmayacağım.’, ‘Her zaman senin arkandayım, en büyük destekçin benim.’ Adeta ezbere bir şekilde dökülüyordu dilinden ehemmiyetle ölçülüp tartıldıktan sonra söylenmesi gereken bu sözler. Hatta daha da ileri gidip onu ne çok sevdiğini bile dile getiriyordu. Ancak davranışlarına baktığımda ne sevgisi, ne ilgisi, ne ilişki içinde var oluşu bu sözlerle uyuşmuyordu. Söyledikleri ile karşısındakine ümit vaat ederken, davranışları ile adeta ilişkiyi sabote, karşısındakinin aklını allak bullak ediyordu. Ne zor durumda diye düşündüm buna maruz kalana. Duydukları, inanmak istedikleri oldukça hep ilişkiyi sürdüremeyen taraf olarak kendini suçlayacaktı. Keşke bilse idi davranışa yansımayan sözlerin zerre önemi olmadığını. Bir bardağı alıp ona da ilan-ı aşk edebilirdi insan da o bardak kırılsa dönüp arkasını bakmazdı. Bazı insanların ilişki yaşama tarzı da bu şekilde idi. Boş vaatleri, içi boş afilli lafları sevgiden sayıp ilişkinin sorumluluğunu almadan eğreti bir şekilde karşısındakini bir anlam kargaşası içinde bırakmak şeklinde yani. Halbuki ‘sevgi emekti’, ‘sevgi duymak, görmek, anlamaya çalışmaktı, tüm varlığın ile onda kalabilmekti’
Sevgiyle... Anlayışla... Huzurla kalın...