“Anneannemi tandıra saklamışlar…”
Aris NALCI
Bu çalışma Ermeni Soykırımından kurtulanların, yakınları tarafından aktarılan gerçek hayat hikayelerini sunuyor.
Hikayelerin özelliği, kahraman(lar)ın Ermeni Soykırımı’ndan doğrudan ya da dolaylı olarak, Türklerin yardımları sayesinde kurtulmuş olması.
Bu kitap soykırımın 100 yılı- 2015 öncesinde, 1915’te yaşananlara bugüne kadar var olan bakış açılarından farklı bir şekilde bakmamızı sağlıyor.
Türkler tarafından kurtarılan aileler yaşadıkları ve kendilerine anlatılan geçmişlerini anlatırken bir yandan da bireysel olarak “Türk” kimliği ile bir sorunları olmadığını anlatıyorlar.
Türk ve Ermeniler arasındaki sorunların sadece bir etnik kimlik sorunu olmadığını ve Ermenilerin bu konuda duvarlarını kolay kırabildiklerinin bir örneği olarak da bakabileceğimiz bu hayat hikayeleri bizlere aynılarını Türkiye’de yapma şansını bulup bulamayacağımız sorusunu sordurmalı.
Zira Türkiye’de Ermenileri katliamdan kurtaran Türk ailelerin anlatıları henüz bir yerde toplanmadı. Türkiye’de bu anlatıların toplanması halen bir kimliksel “tehdit” oluşturduğuna inananlar çoğunlukta.
Çünkü kurtarılan çocukların büyük bir kısmı “devşir”ilerek ya Türkleştirildi, ya Kürtleştirildi ya da başka bir etnik gruba mensup aileler içerisinde eridi gitti.
Yapılan bu röportajlar birer gerçek hikaye olarak gözlerimizin önüne farklı bir araştırma konusu sunuyor.
Bugün soykırımdan kurtulanlardan yaşayan çok fazla kimse kalmadı ancak torunları hala anılarını yaşatıyor...
Bu çalışma aynı zamanda bizlere ve siz okuyuculara “Acaba kurtulan bu ailelerin çocuklarını kurtaran Türkler neler hissediyor?” sorusunu sordurmalı.
Umarız Türkiye'de de bir sivil toplum örgütü bu çalışmayı yürüterek önümüzdeki dönemde kamuoyu ile paylaşır...
“Anneannemi tandırda saklayarak kurtarmışlar”
Anahit Harutyunyan anlatıyor:
“Ben Anahit Harutyunyan, tehcir edilmiş bir ailede doğdum. Babamın ailesi Van’ın Şatak Köyü’nden. Anneminse, anne tarafı Van, Gevaş, baba tarafıysa Bitlisli…
Size annemin annesi Rehan’ın hikâyesini anlatacağım. Manuk kızı Rehan Marutyan çok güzel bir kadınmış. 1900’lü yılların başında dünyaya gelmiş, okula hiç gitmemiş, ama çok akıllı kadınmış.
Gevaş’ta Ermenilerle birlikte Türkler, Kürtler ve Yezidiler barış içinde, mutluluğu ve acıyı paylaşarak yaşarlarmış.
Osmanlı vatandaşları oldukları için her ay vergilerini ödemek durumundalarmış. Zamanla bu vergi toplama işi değişmiş, şiddet kullanarak toplamaya başlamışlar ve bundan en büyük zararı da Hıristiyanlar görmüş. Vergileri toplayan kişiler durduk yerde köye gelip Ermenilerin güzel çocuklarını, altınları, halıları ve pahalı eşyaları alıyorlarmış. Karşı çıkanları da acımasızca öldürüyorlarmış. Hıristiyanlar onların karşısına çıkmaya çok korkuyormuş.
Bir gün, vergi toplayanlar gelince annesi ve babası anneannemi ve diğer çocukları çabucak Türk komşularının evine göndermiş. Çocukların yüzüne kömür sürmüşler, saçlarını darmadağın edip tandırın içinde saklamışlar. Evin yaşlı kadını tandırı kapatıp üstüne halıları serip masa koymuş. Güya yemek yiyorlarmış. Komşunun çocukları oyun oynadıklarını sanıp ağlamaya “Bizim yüzümüze de kömür sürün, bizi de tandıra koyun" diye ağlamaya başlamış. Neyse ki askerler bir şey anlamamış.
Anneannemi, Ermeni geleneklerine göre beşik kertmesi yapmışlar, nişanlısını Türk ordusuna asker olarak göndermişler. Bir gün, onu ve köyden diğer Ermeni çocukları orduda öldürdükleri haberi gelmiş. Ermeniler haberi alınca büyük bir tehlike altında olduklarını anlamışlar. Ermeni ailelerin birçoğu köyden gitmeye karar vermiş. Ermeni aileler çok geniş ve kalabalıkmış ama çok azı kaçabilmiş. Rehan da kaçabilenler arasında.”
"Tarif edilmez bir acı ve umutsuzluk yaşadı"
Harutyun Berberyan anlatıyor:
“Adını ve soyadını taşıdığım Harutyun Berberyan, annemin dedesidir. Dedesinin hikâyesi çok trajik ve bir o kadar duygusal. Kökleri Van’a uzanıyormuş ama sonradan Ankara’ya bağlı bir kasabaya taşınmışlar. Soyadlarının neden değiştiğini bilmiyorum, sonradan Berberyan olmuş ama eskiden Ter-Gabrielyan’mış. Harutyun dedenin amcası bir zamanlar İstanbul’da berber olarak çalışırmış, belki de Berberyan buradan geliyordur.
Harutyun Berberyan gençlik yıllarında İstanbul’a okumaya gitmiş. Çok eğitimli biriymiş. Birkaç lisan konuşurmuş ve çok iyi de matematik bilirmiş. Ermenistan’a göç ettikten sonra okulda çalışmış, meşhur ve saygıdeğer insan olmuş.
Okul yıllarında, yani soykırım zamanında, bir Türk, Harutyun dedeyi katliam olacak diye uyarmış. Harutyun dede bu şekilde askere alınmadan kaçabilmiş, kardeşlerini ve anne-babasını uyarmak için hemen Yozgat’a gitmiş. Tabii, Türklerin yardımı olmasaydı İstanbul'dan sağ salim çıkamazdı. Türkler Harutyun dede için sahte belgeler hazırlamış. Harutyun dede köyünün yok edildiğini görünce tarif edilmez bir acı ve umutsuzluk yaşamış. Köyde ailesi dâhil hiç kimse hayatta kalmayı başaramamış. Harutyun dede ne yapacağını bilemeyip babasının arkadaşının yaşadığı yan köye gitmiş. Ailesini orada bulmayı ümit ediyormuş. Yan köye girince vahşet dolu bir sahneyle karşılaşmış. Evler tamamen harabeye dönmüş, sokaklar ceset doluymuş.
Kadın cesetlerinin yanında 12-14 yaşlarında yaşama işaretleri veren bir kız görmüş. Çocuğu kucağına alıp yara veya kan izleri göremeyince kızın zehir içtiğini düşünmüş. En yakın ahıra götürüp yoğurt içirip içtiği zehir midesinden çıkana kadar uğraşmış.
Harutyun dede çocuğun hayatını kurtarıp yanına almış ve kızla beraber yakınlarını aramaya devam etmiş. Yolda ona kardeşlerinden birinin Erzurum'da olduğunu söylemişler. Harutyun dede ve küçük kız Mariam Erzurum'a doğru yola çıkmış. Ama nafile… Harutyun dede sadece yıllar sonra önce Nahcivan'a sonra oradan Lübnan'a kaçmayı başaran kardeşini bulabilmiş.
Harutuyun dede umudunu kaybedip kızla beraber sınırı geçerek Yerevan'a oradan da Vardenis'e gitmiş. Birkaç yıl sonra Mariam büyüyünce Harutyun Dede onla evlenmiş, beş kızları olmuş. Berberyan soyadını korumak ve devam ettirmek adına ben doğduğumda anne-babamdan adımı Harutyun soyadımıysa Berberyan koymalarını istemişler.”
“Annemin dedesi bir Türk kızını seviyormuş"
Anjela Khaçatryan anlatıyor:
“Annemin dedesi Kamer Varderesyan Erzurumluydu. Adı tehcir sonrası Armen olmuş.
Soykırım başlamadan önce Türk ordusunda askermiş. Otuz bir kişinden oluşan bir büyük aileleri varmış, herkes aynı avluda yaşarmış.
1914’de katliam sırasında ailesinin bütün bireylerinin öldürüldüğünü öğrenmiş. Üstündeki asker üniformasını dahi çıkarmadan kaçmış.
Bir Türk kızını seviyormuş, kaçıp onun evine gitmiş. Kızın ailesi onun Ermeni olmasından dolayı öldürülebileceğini düşünüp onu gece geç saate kadar sofanın altında saklamış. Hava kararınca sınıra kadar gidip Rusya’ya kaçabilmesi için ona yardım etmişler.
Annemin dedesi yaklaşık on yıl sonra, akrabalarının Türkiye’den kaçarak Tiflis’e taşındığını öğrenmiş ve hemen Gürcistan’a gitmiş.
Teyzem, büyük dedemizin Türk müziği çok sevdiğini ve çok iyi Türkçe konuştuğunu anlatıyor. Batı Ermenistan’ı kendi vatanı olarak görüyordu ve hep “Sınır açık olsa dizlerimin üstünde gider evimizi görürüm” diyordu.”
“Türk hizmetçiler, Zırvandyanların hayatını kurtarmış”
Astrolog Anna Hakhverdyan anlatıyor:
“Annemin dedesinin yani Zırvandyan ailesinin hikâyesini anlatacağım. Van’da yaşamışlar ve şehrin savunmasında aktif rol almışlar. Annemin dedesi Tigran Zırvandyan, Arsaluys Ercyan’la evliymiş. Zırvandyan ailesi Van’ın saygıdeğer ailelerindenmiş. Tigran’ın babası varlıklı bir tüccarmış ve aynı zamanda belediye başkanın danışmanıymış. Avrupa’dan gelen delegasyonları kendisi ağırlamış. Zırvandyanların Van’ın merkezinde üç katlı bir evleri varmış ve hizmetçileri arasında Türkler de varmış.
Tam da bu Türk hizmetçiler aileyi katliam olacak diye uyarmış. Gerçi o dönem Van’da katliamın çalkantıları başlamıştı. Tigran, eşi Arsaluys ve üç çocuğuyla beraber 1914’te Doğu Ermenistan’a göç etmiş. Tigran’ın anne babası çok yaşlı oldukları için Van’ı terk etmeyi reddetmişler ve orada kalmışlar. Hatta Van’ın savunmasına katılmışlar ve çatışmalardan birinde kurban gitmişler.
Tigran ve ailesi göç yolunda birçok mahrumiyet yaşamış. Yanlarına sadece ilk ihtiyaç duydukları şeyleri ve altın almışlar. İlk zamanlarda da aldıkları altınların sayesinde geçinebilmişler. Göç yolunda çocuklarını kaybetmişler. Annemin babası, Tigran ve ailesi Doğu Ermenistan’a yerleştikten dört yıl sonra doğmuş.”
(T24 – Aris NALCI – 19.11.2014)