1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Annem, babam, kızkardeşim ve erkek kardeşim kayıptır… Ben Maria Yeorgiadu… Onları bulmama yardım edin…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Annem, babam, kızkardeşim ve erkek kardeşim kayıptır… Ben Maria Yeorgiadu… Onları bulmama yardım edin…”

A+A-

CYPRUS MAIL gazetesinin Atalassa’da siyasi partilerin toplu mezar ziyareti esnasında çekilen fotoğrafını yayımladığı ve altına “Kimliği belli olmayan şahıs” yazdığı “kayıp” yakını Maria Yeorgiadu, gazeteye yanıt verdi

CYPRUS MAIL gazetesinin, 9 Ekim 2018 tarihinde iki toplumdan siyasi partilerin Atalassa’da toplu mezar ziyareti esnasında çekilen fotoğrafını yayımladığı ve altına “Kimliği belli olmayan şahıs” yazdığı “kayıp” yakını Maria Yeorgiadu, gazeteye gönderdiği mektupta, “Annem, babam, kızkardeşim ve erkek kardeşim kayıptır… Ben Maria Yeorgiadu… Onları bulmama yardım edin” dedi.

dd-033.jpg

İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Savaş Kurbanları örgütü “BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ”in aktif üyelerinden olan Maria Yeorgiadu, aynı örgütten “kayıp” yakını Sevilay Berk ile birlikte iki toplumdan siyasi parti temsilcilerinin Atalassa ziyaretinde hazır bulunmuşlar ve Atalassa’da Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın birlikte gömülmüş olduğu tek toplu mezara birlikte çiçek koymuşlardı.

Aslen Değirmenlikli olan (Kitrea-Cirga) Maria Yeorgiadu’nun Sevilay Berk’le yakın dostluğu pek çok belgesele konu olmuş, Slovakya Büyükelçiliği ve iki toplumdan siyasi partiler geçen yıl, “BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ”de aktif olarak çalışmakta olan iki toplumdan kayıp yakınlarını ödüllendirirken, onlara da ödül vermişlerdi.

Her iki toplumdan “kayıplar”ın bulunması için uzun yıllardır uğraş vermekte olan Maria Yeorgiadu, tüm bunları görmezden gelerek, araştırma dahi yapmadan, “kimliği belirsiz bir kadın” diye resimaltı ve haber yazan CYPRUS MAIL’den gazeteci Annette Hrisostomu’ya yazılı bir cevap vererek şöyle dedi:

“Kimden: Maria Yeorgiadu.

11 Ekim 2018

Kime: Cyprus Mail gazetesi.

Konu: Ailem – Yardım ediniz.

CYPRUS MAIL gazetesinden Bayan Annette Hrisostomu’nun dikkatine…

“Dün gazetenizde “kimliği belirsiz bir kadın” şeklinde bilgi notuyla birlikte yayınlamış olduğunuz kadının ben olduğumu, benim Kitrea köyünden Maria Yeorgiadu olduğumu size söylemek isterim.

Babam Andreas Orfanidis, annem Hristalla Orfanidu, kızkardeşim Militsa Orfanidu, Kitrea’daki evimizden 14 Ağustos 1974’ten beridir kayıptır. Onların isimleri Kayıplar Komitesi’nin resmi kayıplar listesine dahil edilmemiştir.

Ayrıca Yipsu (İpsoz/Akova) ile Trikomo (Yeni İskele) arasındaki bölgeden erkek kardeşim Stelyos Orfanidis de kayıptır. Onun ismi, Kayıplar Komitesi listesinde vardır.

Ben, iki toplumlu “BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ” grubunun bir üyesiyim.

Size ayrıca Mayıs 2009 tarihinde Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’taki Özel Temsilcisi’ne göndermiş olduğum mektubun bir kopyasını da gönderiyorum. İsterseniz bunu yayınlamakta özgürsünüz.

Ben hala “kayıp” sevdiklerimi arıyorum, lütfen yardım ediniz.

Teşekkür ederim,

Maria Yeorgiadu.”

 


 

Maria Yeorgiadu’nun 18 Mayıs 2009’da Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler Özel Temsilcisi Taye-Brook Zerihoun’a gönderdiği ve hiçbir zaman yanıt alamadığı mektubu…

 

Kıbrıs’taki BM Barış Gücü yetkililerinin cevap verme zahmetine bile girmediği “kayıp” yakınının mektubu…

Maria Yeorgiadu’nun 18 Mayıs 2009’da Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler Özel Temsilcisi Taye-Brook Zerihoun’a gönderdiği ve hiçbir zaman yanıt alamadığı mektubunu yayınlıyoruz. Kıbrıs’taki BM Barış Gücü yetkililerinin cevap verme zahmetine bile girmediği “kayıp” yakını Maria Yeorgiadu’nun mektubu şöyleydi:

“18 Mayıs 2009
Kimden: Maria Yeorgiadu
1, Fotiu Sokağı
Strovulos 2040
Lefkoşa-Kıbrıs

 

Kime: Bay Taye-Brook Zerihoun
Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs Özel Temsilcisi
BM Barış Gücü Genel Sekreteri/Misyon Şefi

P.K. 21642
1590
Lefkoşa-Kıbrıs.

Efendim,

Ben Kıbrıs’taki Kitrea köyünden Maria Yeorgiadu’yum, annem Hristalla Orfanidu, babam Andreas Orfanidis, kızkardeşim Militsa Orfanidu 14 Ağustos 1974’ten beridir bu köyden “kayıp”tırlar. Erkek kardeşim Stelyos Orfanidis de Kıbrıs’ta Yipsu ile Trikomo arasındaki bölgeden 14 Ağustos 1974’ten beridir “kayıp”tır.

Onların başına ne gelmiş olduğunu bilmediğim için ve tüm bu yıllar boyunca onlar hakkında bilgi edinmeye çalıştığım için çok büyük acılar içerisindeyim. Annem, babam ve kızkardeşimin Kitrea’da kendi evimizin avlusuna gömüldükleri yönünde bazı bilgiler vardı ve geçen yıl Kayıplar Komitesi orada kazı yaptı ancak onları bulamadık.

Bu aileden hayatta kalmış tek kişi olarak, annesiz babasız, erkek ve kızkardeşsiz biri olarak, size seslenmek ve UNFICYP (BM Barış Gücü) arşivlerinde ailemin bu dört kayıp üyesine yönelik ne bilgi varsa benimle paylaşmanızı istiyorum.

Efendim,

Aradan 35 sene geçmiştir ve her geçen gün “kayıp” babamı ve annemi, “kayıp” kızkardeşimi ve erkek kardeşimi düşünüyorum, “alacakaranlık kuşağında” yaşıyorum çünkü onların sağ mı yoksa ölü mü olduklarını bilmiyorum. Onlara ne olduğu hakkında herhangi bir bilgi ve onların kalıntılarını arayışımıza hayatımıza ışık tutacaktır – böylece hayatımızın bu travmatik ve acılı bölümünü kapatıp ilerleyebileceğiz. En azından bunun için ilk adım olarak onların nereye gömülmüş olduğunu bulmalıyız. Ve bunun için yüreğinize sesleniyorum: bu ailenin kızı olarak ailemin bu kayıp üyelerine ilişkin BM Barış Gücü dosyalarında ne tür bilgi olduğunu öğrenmek istiyorum.

Erken cevabınızı bekliyorum,

Saygılarımla,

Maria Yeorgiadu.”

 


BASINDAN GÜNCEL

 “Ben o Ermeni mezar taşını çeşmeye basamak olarak oraya koyanların, o köyde yaşayanların özellikle kötü insanlar olduğunu ve o taşı da “kötülük olsun diye” oraya koyduklarını düşünmüyorum. Hatta, belki sorsan Ermenilere özel bir düşmanlıkları da yoktur…”

 

“Sorun tek tek insanların iyiliği veya kötülüğü değil, kötülüğün aldığı kemikleşmiş, yapısal durum…”

 

Ohannes Kılıçdağı

Aslında geçen haftanın “Mezar Çeşme” yazısına bir devam yazısı yazmayı düşünmüyordum ama gelen tepkiler, eleştiriler üzerine kimi noktaları biraz daha açıklamak iyi olacak sanırım. O tip bir yazıya ‘olumlu’ tepki nasıl tarif edilir tam emin değilim ama üzüldüğünü, utandığını söyleyenler çok oldu ki ben bunun böyle bir duruma verilecek sağlıklı bir tepki olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, sayıları çok daha az da olsa, beni zorlama bir yorum yapmakla eleştirenler oldu. Hatta bir tanesi, Anadolu’da “tarihi eserlerin” bu tip amaçlarla sıkça kullanıldığını, benim yazıdaki gibi yorumlar yaparak “hasta” ruhumu ortaya koyduğumu iddia etti. Bunların üzerinde duracağım ama ilkönce küçük bir azınlık tarafından da olsa yanlış anlaşılan bir noktaya açıklık getirelim. Çeşme mezarın üzerine yapılmış değil. O mezar taşı muhtemelen başka yerden getirilerek çeşmeye taban taşı yapılmış.

İkinci olarak, aslında “kötülük nefes alır ‘su içer’ gibi kendi doğallığında gerçekleşiyor” cümlesiyle anlatmaya çalıştığım bir hususu daha açık ifade etmekte fayda var. Ben o taşı oraya koyanların, o köyde yaşayanların özellikle kötü insanlar olduğunu ve o taşı da “kötülük olsun diye” oraya koyduklarını düşünmüyorum. Hatta, belki sorsan Ermenilere özel bir düşmanlıkları da yoktur. Sorunun özü tek tek insanların kişiliği, iyiliği veya kötülüğü değil; kötülüğün aldığı kemikleşmiş, yapısal durum. Kötülüğün normalleşmiş, kanıksanmış olması. O kadar ki, özellikle kötü ruhlu birilerine ihtiyaç yok. Buradan, “Bunu bütün bir millete mal etmemek lazım”, savunmasına geçebiliriz ki söyleyeceğimiz şey benzerdir: bütün bir millet kötü olduğu için bunlar olmuyor, yapı böyle kurulduğu, kültür böyle geliştiği için oluyor. Dolayısıyla ortada bütünü kapsayan bir sorun var, münferit bir vakadan bahsetmiyoruz.

Verilen cevaplardan bir tanesi de Anadolu’da köylülerin tarihi eserleri çeşitli amaçlarla kullandıkları, dolayısıyla bu durumun Ermenilere ve onlara ait mezar taşlarına özel olmadığı idi. Bırakın kırdaki köylüleri, bir Roma sütun başının bir müzede oranın görevlileri tarafından tavla sehpası olarak kullanıldığını görmüş biri sıfatıyla bunun fazlasıyla farkındayım ama bunu söyleyenler gene odadaki fili görmüyorlar. Zaten asıl sorun, daha ‘düne kadar’ yanıbaşınızda yaşayan, “aramızda hiçbir sorun yoktu, emperyalistler geldi böyle oldu” dediğiniz, üstelik, en hafif tabirle yerinden yurdundan zorla sürülmüş, yollarda telef edilmiş bir halkın geride bıraktıklarına, 2000 yıllık Roma sütun başı muamelesi yapmakta (Roma sütun başına da o muamele yapılmasın tabii). O halk, bugün yaşayanların zihinlerinde, belleklerinde ve vicdanlarında ancak Roma sütun başı kadar empati uyandırıyor! Söz konusu olanın bir mezar taşı olması hasebiyle doğurması beklenen maneviyattan, saygıdan ise hiç bahsetmiyorum. Üstelik, bırakın Anadolu’nun ‘ücra’ kesimlerini, Ermeni mezar taşlarının İstanbul Gezi Parkı’nda merdiven olarak kullanıldığını da gördü bu gözler.

Bir örnek de, yukarıda bahsettiğim müzeden vereyim. O müzenin bahçesinde de birtakım tarihi eserler gelişigüzel ‘sıralanmıştı’ ama hepsi de kelimenin düz anlamıyla milattan önceden kalma Hitit kalıntıları. Önlerinden yürürken bir de baktım iki Hitit kalıntısı arasında, ne tesadüftür ki gene hayrat olarak 1900’lerin başında yaptırılan bir çeşmenin Ermenice, yanlış hatırlamıyorsam daha doğrusu Ermeni harfli Türkçe kitabesini koymuşlar! İşte, bu memleketin insanı beraber yaşadığı Ermeni’nin yazısını da Hitit yazısı kadar biliyor! Ya da umursamıyor.

Yukarıdaki eleştirinin başka bir versiyonu olarak, Türkiye’de üstünde Arap harflerinin bulunduğu Osmanlı mezar taşlarına karşı da hoyrat davranıldığını söyleyenler oldu. El hak bu da doğru. Türkiye’de tarihi eserlerin çöp kadar değeri yok. Bu hoyratlığın kendisine muhafazakar diyenlerin iktidarında zirve yapmış olması da derin ama ayrıca konuşulması gereken bir ironi. Peki, neden o Osmanlı mezar taşları da bu halde? Çünkü sahipsizler. Onlara sahip çıkacak ne aile efradı, ne bir kurum veya topluluk var. İşte bu sahipsizlik hali Ermenilerden kalanlar için kategorik hale gelmiş. Koca Anadolu sathında, bu tip metalara sahip çıkacak bir Ermeni toplumu kalmadığı için bu hoyratlık çok yaygın ve sistematik. Ermenilik külliyen sahipsiz, farklılık burada. Ayrıca, bu manzarada Ermenilik ve “millet-i hakime” arasındaki ilişkiye has bir durum yoksa tersi durumu da düşünüyor ve görüyor olabilmemiz lazım gelirdi. Üzerinde Arapça yazan bir Müslüman mezar taşının, Türkiye’deki herhangi bir Ermeni yapısında basamak taşı olarak kullanıldığını gördünüz mü? Bırakın görmeyi, böyle bir şeyi düşünebiliyor musunuz? Düşünemiyorsunuz, değil mi? Düşünmeyin de zaten, güzel değil ama işte farklılık da burada.

(Ohannes Kılıçdağı’nın sözünü ettiği “Mezar Çeşme” yazısını geçtiğimiz günlerde bu sayfalarda yayınlamıştık. AGOS’ta çıkan bu ilk yazının link’i:

https://www.agos.com.tr/tr/yazi/21318/mezar-cesme

(AGOS – Ohannes KILIÇDAĞI – 5.10.2018)

Bu yazı toplam 1892 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar