1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. ‘Annem uykusundan çığlıklar atarak uyanırdı’
‘Annem uykusundan çığlıklar atarak uyanırdı’

‘Annem uykusundan çığlıklar atarak uyanırdı’

1974 yılında soğukkanlı bir infazla öldürülen İzzet Pamukoğlu’nun kızı Kasaba-Baflı Tacan Öncül anlatıyor... SORU: Herhalde o güne kadar annen hiç çalışmadıydı... TACAN ÖNCÜL: Annem çalışmadıydı... 1974’ten sonra bize şehit maaşı bağl

A+A-

 

 

1974 yılında soğukkanlı bir infazla öldürülen İzzet Pamukoğlu’nun kızı Kasaba-Baflı Tacan Öncül anlatıyor...

 

 

SORU: Herhalde o güne kadar annen hiç çalışmadıydı...

TACAN ÖNCÜL: Annem çalışmadıydı... 1974’ten sonra bize şehit maaşı bağlandı, zaten babam polis olduğu için o dönemde Baf’ta kaldığımız sürece de – tabii para nasıl gelirdi, bilemeyeceğim – ama bir şekilde bir para bize verildi. O akrabalarımızın evinde kaldık 1975’e kadar, çok şey verdiler bize bu en acı zamanda, hiç unutulmaz... Bir şekilde yaşadık... 1975’te geldiğimizde bir şehit maaşı bağlandı. Annem böyle günlernan, aylarnan, iki yatak, bir koltuk bulsun diye ambarlara gitti geldi, sonra Nalan kazandı üniversiteyi, Hacettepe’de fizyoterapi okuluna gitti... Bir baktık yok... Babam polisti ama efendim babamın maaşı devletten para çıkmazmış diye, o zaman anneme dedilerdi, ya polis maaşını, ya şehit ailesi maaşını tercih edecen.  Annem birini tercih etti. Babam şehit olduğu zaman, hesaplandığında yılları, 1954’te benim babam polisti... Yaşını büyüttüydü babam polis olurken... İkramiye bize verilmedi. O zaman çok komik bir şey verildi bize... Öyle maddi bir takım sorunlar yaşamaya başladık. Annem mecbur kaldı, işe gitmeye... Girne’de o zamanlar tabak çanak ticareti yapılmaya başlandıydı ya, eniştemlerden birinin yardımlarıyla eşdeğerden bu oda kadar küçük bir dükkan aldılar, eniştem dediğim Ersin Taşer, onun hanımı babamın akrabasıydı. Onlar yardımcı oldular. Birşeyler koydular o dükkanın içine satış için... Ve annem orada oturdu satış elemanı olarak, belli bir miktar para verildi anneme, nasıl anlaştılarsa, öyle çalışmaya başladı annem. 1977’de da ben İstanbul’a gittim, tıp fakültesine... Ben tıp okudum...

Ama o dönem benim hatırladığım, annemin sinirleri çok bozuktu... Gece uykusundan uyanırdı, çığlık atarak uyanırdı. Bize yansıtmamaya çalıştı ama sinirlerinin çok bozuk olduğunun farkındaydım... Gözle görülür bir yıpranma vardı çünkü annem 35 yaşında dul kaldı, üç tane kız çocuğu... Babam 45 yaşındaydı, 10 yaş farkları vardı. Tabii bir da çevrenin şeyi, bir yere gitse bilirsiniz o dönemin psikolojisini, “Başında eşi yoktur...”

Gene da bizim akrabalarımız, aile bize çok destek oldular... Gerçekten... Bazıları mesela anneme “Ne gerek vardı da kızlarını üniversiteye yolladın?” derdi... Mentalite yanlıştı o dönem...

Babamın bu olayını 1974’ten sonra gelip kuzeye yerleştiğimizde biz, gene Barış Gücü’nden yabancı birileri, Ayten Berkalp, Cemaliye Sister geldilerdi ve biz tekrar olayı anlattıydık onlara. Ben eminim ki babamın bu olayı, Barış Gücü’nün kayıtlarında vardır. Kesinlikle vardır. O kayıtlara geçmiştir. Herşeyi bize sordular ve biz anlattıydık. Resimler çektiler bizi o gün... Yani kayıtlarda vardır.

Yetkililer, sırf babamın değil, o gün ölen Erdoğan, Mustafa, Hüseyin Kıral, Çakırlar, Dilaver Teğmen... Yani bunlar kayıtlara geçti. Bana göre katliamdı. Çünkü sıcak savaş yoktu, esirdik, elimizde silah yoktu, isim bazında alındı.

Dediğim gibi, bunlar böyle...

Biz Baf’tan ayrılmadan önce, ne zaman ayrılacağımızı bilmezdik. Küçük teyzem nişanlıydı, eniştem da mezarlık yapardı. Onlar bizden önce Stavrokonno’ya gideceklerdi. Stavrokonno düşmedi, Vretça düşmedi, Ayyani düştüydü ikinci harekatta.

 

SORU: Silahlarıyla geçtiler kuzeye diye anlatırlar zaten...

TACAN ÖNCÜL: Evet, silahlarıyla geldiler... Eniştem “Biz kaçak dağ yollarından köye gideceyik” dedi... Ve döndü bize mezar yaptı kendi eliyle, biz o mezarı oraya yerleştirdik. Babamın ve orada ölenlerin, yazı yazıldı o gün. Mezarı biz yaptık ve koyduk. Sırf belli olsun mezarları diye yaptık... Biz bunun fotoğrafını 2002’de çektik, bir kongre vardı, geçtiydik, rica ettiydim Kıbrıslırum arkadaşlara ve beni götürdüydüler ve bu mezarın fotoğrafını çektiydim.

Mesela Erdoğan Çakır’ın çocukları bizden küçüktü ve hatırlamazlar onlar... Kapılar açıldıktan sonra gittiler, yanlış yerde dediler, sonra bir şekilde annemle bağlantıya geçtiler ve biz söyledik o mezarı bizim koyduğumuzu, sırf yerleri belli olsun diye... Hatta Dilaver Teğmen’e, eniştem ona da koyduydu mezar. Mozaiğini yaptıydı o zaman ve koydu, yerler belli olsun diye. Sırf toprak kalmasın diye...  Hatta ağaç ektiydik biz...

Bunların çocuklarını sen bulurmun, konuşabilirmin... Geçen gün bir düğüne gittim ben, rastgele tanıdığımın dünürü çıktı insanlar, Baflı olduğunu öğreninca gittim, bir bayan... Çok iyi hatırladı bu bayan, “O gün biz Erdoğan Mustafa Çakır’ın üstünden atladık da geçtik” diyor mesela. Ben onların öykülerini bilemem, nasıl öldürüldüler. Ama o gün listeyle alındığını bilirik.

Mesela bu Çakırlar’ın aynı gün abileri Lefkoşa’da, Ali Çakır, şehit düştü... Öyle bir hikayeleri var onların. Hüseyin Kıral... Ondan sonra, seneler sonra, ben doktor olup geldikten sonra onun eşini, çocuklarını gördüm... Çok kötü durumdaydı... Onlar Güzelyurt’a yerleştirildi.

Teyzemler Girne’de olduğu için bizi bırakmadılar ne Güzelyurt’a gidelim, ne bir şey... Biz 1975’te geldik... Zaten annemin da çocukluğu Limasol’da geçtiği için, Limasollular’ı çok iyi tanır... Hatta çoğu bizi Limasollu sanır...

Annem o dükkanda çalıştı, tabii belli bir zaman sonra bozuldu ya o işler, kapandı dükkan... Annem terziydi, Kaan diye Ayyorgi’de atölye vardı, hep İngiltere’ye ihraç ederlerdi... O atölyede terzi olarak çalıştı, zannederim son baş terzi da olduydu.. Gösterirlerdi modeli, annem kalıp çıkarıp yapardı... Modelden çıkarabilecek durumdaydılar. Orada çalıştı, sigorta parasını yatırdılar, 1987’ye kadar annem orada çalıştı. 1987’de ben doğum yapınca, okurdum daha, annem “Çocuğa ben bakayım” dedi, ihtisas yaparkendi bu. 1987’de annem mecbur kaldı, işten çıktı... Ben İstanbul’daydım... Benim oğluma baktı. Zaten 1989’da da biz döndük. Birkaç senesi kaldıydı annemin sigorta emeklisi olsun. Evde çalışır gösterdik annemi, primlerini yatırdık, annem sigorta emeklisi oldu. Annem çalışmasaydı bizi evlendirmesi, ev bark yapması çok zordu. Ama ilk dönemler çok sıkıntılar çektik yani...

 

SORU: Baban nasıl birisiydi? Neler hatırlan?

TACAN ÖNCÜL: Babamdan çok şey hatırlarım... Babam, sosyal yönü kuvvetli olan birisiydi... Eğlenmeyi seven, sesi çok güzeldi, hatta resim yeteneği çok güzeldi... Ersin eniştem 74’ten önce gelip giderken babamın sesini kasete almış ve o bulundu, şu anda bizdedir, çoğalttı bize verdi. Sesi güzel olduğu için o dönemin İngilizce şarkılarını söylerdi bize, biz öyle büyüdük. Danslar...

 

SORU: Modern bir adamdı yani...

TACAN ÖNCÜL: Modern... Düğüne giderdik, önce annemle dansederdi, sonra Nalan’la, sonra benimle... Benim gördüğüm hatırladığım çoğu aile öyle yapmazdı. Babam bizlerle çok gurur duyardık. Çünkü biz da öğrenciliğimizde zorlamayla değil, başarılıydık, hep iftihara geçen öğrencilerdik. Baf’ta bize babam hiçbir zaman duhuliye parası ödemedi. “Aman çalışın, ödemeyim” demedi bize. Biz kendimiz çalışkandık.. Bizimle çok gurur duyardı...

74’te savaştan önce okullar kapandı, Nalan da iftihar aldı, ben da iftihar belgesi aldım. Ve hiç unutmam, evden aldı bizi, yürüyerek neneme gidecektik o gün... İkimizi da iki koltuğunun altına aldı, küçük kızkardeşim benden altı yaş küçüktü, o gün yoktu o, annemle kaldıydı. Aldı bizi, hatta takıldılar babama... “Bunlar benim gururumdur” dedi... “Benim tek zenginliğim, gururum bunlardır” derdi babam. Yani sevgisini bize gösterdi. Ama otoriterdi da, İngiliz disiplini vardı. Mesela biz evde kahvaltı etmeden dışarı çıkmazdık, kahvaltımızda süt, yumurta, hellim eksik olmazdı. Ve balık yağı!

Mesela evde yemek yenirken, masada çok konuşulmasını sevmezdi. Kesinlikle yemek saati konuşulmaz. Yani o disiplini vardı evde, İngiliz döneminin disiplini. Çünkü Limasol’daki İngiliz Okulu’nda okumuş babam, onun yansımaları bizim evde vardı. Ama sevgisini hep gösterirdi. Kesinlikle anneme karışmazdı, annem giderdi mesela arkadaşlarına misafirliğe.

Bir kuralı vardı: “Sokak lambaları yanmadan evde olun” derdi bize. Bütün gezilere bizi gönderdi babam, okul gezilerine. Kendi da gezerdi. Arabamız da vardı, bu avantajımızaydı. Mesela Kurium harabaleriymiş, şuymuş, buymuş, bize çoğu yeri gezdirdi. Herkes hayret eder, “Siz nasıl bu kadar yer gezdiğiniz çocukluğunuzda?” diye. Gezdirirdi bizi babam, çok meraklıydı. Aileye çok düşkündü. Aileyle sürekli diyalog halindeydi...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2284 defa okunmuştur