“Annemin köyü Peristerona…”
Bora Alpay, sevgili anneciği rahmetli Huriye Alpay’ın köyü Peristerona’yı ziyaret etmiş, orada Kıbrıslırum köylüler tarafından çok iyi karşılanmış… Şöyle yazıyor:
“Bugün annemin köyü Peristerona'daydım. Yaşarken bu köyü ne kadar çok sevdiğini, hatta 2003'te sınır kapıları açılmadan önce köyünü ziyaret ettiğine ve eski dostlarını bulduğuna dair çok rüyalar görmüş olduğunu biliyorum. Sabah kalktığında bu rüyalarını bana anlatırdı. Kalbi ne kadar temizmiş ki, rüyaları gerçek oldu ve sınır kapıları açılınca köyünü defalarca görme imkanı buldu. Uzun süren hastalık süreci ve bu alemden göçmesinin ardından ilk defa gittim Peristerona'ya. Köye aşık olan bir başka köylüsü Andreas Kakullis beni burada güzel ve samimi bir şekilde gezdirdi. Çok teşekkür ederim ona ve birlikte kapısını çaldığımız o güler yüzlü insanlara. Anılar, ev yapımı şaraplar, zivaniyalar, biddalar ve çöreklerle harmanlanmış güzel bir gündü. Eve de güzel hediyelerle döndüm. Kıbrıs insanımın sıcaklığına bir kez daha teşekkür ederim…”
Nurdan Tümbek Tekeoğlu’ndan bir film: “İki Yaka, Yarım Aşk” ve bir konser:
“Hasretin İki Yakası…”
Nurdan Tümbek Tekeoğlu, şöyle yazıyor sosyal medya sayfasında:
“Sanırım 10 yıl önce idi. Selanik muhaciri anneannem Atiye Atal vefat etmişti. Annem, ben, babam ve eşim Lozan Mübadilleri Vakfı’nın her sene düzenlediği Selanik, Kavala ve diğer şehir ve köylerine yaptığı geziye katılmaya karar verdik. Bir otobüsle yola çıktık. Rehberimiz de İstanbul Rumları’ndan ve Türkiye’den üzülerek ayrılmış olan Tanas Cimbis idi. Lozan Mübadilleri Vakfı’nın kurucusu Sefer Güvenç de bize eşlik ediyordu. Mübadelenin unutulmaması gereken toplumsal bir olay olduğu gerçeğini Lozan Mübadilleri Vakfı’nı kurarak ve yaptığı çalışmalarla birçok sonradan kurulan derneğe ve kişiye ilham verdi. Otobüse bindik ve 40 kişi ellerinde atalarının geldiği topraklara dair belgeler, onların terk etmek zorunda kaldığı evleri, komşularının torunlarını bulma ümidiyle yola çıkmıştı. Otobüste Rumeli türküleri çalıyordu. Anneannemin vefatından mı, türkülerin yarattığı melankoliden mi bilmem biz de annemle ağlayıp duruyorduk. Özellikle Karaferye, Ağustos köylerinde ya da ilçelerinde otobüsteki yolcular Tanas Bey’in yardımı ile atalarının evlerini bulmaya çalışıyordu. Ya da atalarının gözleri yaşlı anlattığı komşularının çocuklarını. Bazen eşim Orhan Tekeoğlu da çocukluktan beri bildiği Romeyka dili ile atalarını bulmak isteyen yolculara yardım ediyordu. Bazen Türkiye’den ataları mübadele sırasında göç etmiş olan 3. veya 4. kuşak mübadil torunlarına rastlıyor ve onlarla kucaklaşıyor, onların sofralarına konuk oluyor, kiraz bahçelerinden ağaçlardan kiraz toplayıp, yiyorduk. Bazen de ağlaşıyorduk. Unutulmaz bir gezi idi. Zaten İKİ YAKA YARIM AŞK isimli filmimi yapmaya bu geziden sonra karar verdim. LOZAN MÜBADİLLERİ VAKFI filmime ilk manevi katkıyı veren kurumdur. Müthiş bir konser düzenliyorlar. 26 Ocak 2020, Pazar günü saat 20:00’de Cemal Reşit Rey’de. Lozan Mübadilleri Vakfı Korosu’nun bu konserini sakın kaçırmayın. Sergi de var.”
SUYUN İKİ YAKASINI BİRLEŞTİREN KONSER…
Lozan Mübadilleri Vakfı Korosu’nun sosyal medya sayfasında ise bu önemli konserle ilgili şöyle deniliyor:
“Suyun iki yakasını birleştiren konser…
LMV KOROSU 26 OCAK’TA CEMAL REŞİT REY SAHNESİNDE!!!
Lozan Mübadilleri Vakfı Korosu, ilk albümü “Hasretin İki Yakası” konseri ile dinleyiciyle buluşuyor. Ünlü müzisyen Zülfü Livaneli’nin de “Memleket Kokulu Yarim” adlı şarkısının bulunduğu ve koro ile birlikte söylediği albümün konseri 26 Ocak 2020 tarihinde Cemal Reşit Rey konser salonunda.
14 yıldır Rumeli ezgilerini yaşatan Lozan Mübadilleri Vakfı Korosu, 26 Ocak’ta Cemal Reşit Rey sahnesinde vereceği konser ile suyun iki yakasını birleştiriyor. Adını 1923 yılında Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan zorunlu nüfus mübadelesi sözleşmesinden alan Lozan Mübadilleri Vakfı Korosu, 2005 yılından bu yana, Yunanistan ve Türkiye’de verdiği yüzden fazla konserle barışa hizmet ediyor. Yakın tarihte Yunanistan’da yerleşik Türk-Müslüman nüfusu ile Anadolu’da yaşayan Rum-Ortodoks nüfusunun karşılıklı göçe zorlanması, LMV Korosu’nun çıkış noktası olup, ilhamını doğdukları toprakları terk etmek zorunda bırakılan mübadillerin kültüründen alıyor.
Farklı meslek gruplarına mensup koristler, göçün hüzünlü çocukları ve torunları olarak, gönüllülük temelinde LMV Korosu’nu oluşturuyor. Suyun iki yakasında da barışı ve kardeşliği yaşatan LMV Korosu, repertuarının bir bölümü mübadil bestekarların eserleri olan Balkan ezgileri, Rumeli türküleri ve Rebetikolardan oluşuyor.
“Hasretin İki Yakası” adlı ilk albümü ile müzik severlerle buluşan LMV Korosu, iki ülkenin kültürel değerlerini ve ortak mirasını yaşatmayı amaçlıyor. Hem Türkçe hem Yunanca şarkılardan oluşan konser repertuarı, iki ülkenin ortak kaderini ve kültürel mirasını yansıtıyor. Çatalca Belediyesi Türk Halk Oyunları ekibi, Uçan Potinler Yunan dansları okulu gösterileriyle 26 Ocak Pazar günü, Cemal Reşit Rey’de sahne alacak olan LMV Korosu, müziğin birleştirici gücünü hissedenleri bekliyor.”
19 Ocak 2007’de öldürülen Hrant Dink, öldürülmeden bir hafta önce kaleme aldığı yazıda neler yaşadığını aktarmıştı…
“Neden hedef seçildim?...”
19 Ocak 2007’de öldürülen Hrant Dink, öldürülmeden bir hafta önce kaleme aldığı yazıda neler yaşadığını aktarmıştı… Dink, yazısında özetle şöyle diyordu:
“… Birileri karar verdi ve “Bu Hrant Dink artık çok olmaya başladı… Ona haddini bildirmek gerek” diyerek harekete geçti. Kabul ediyorum, kendimi ve Ermeni kimliğimi çok merkeze alan bir iddia bu. Abarttığım öne sürülebilir. Ne var ki benim ruhsal algılamam bu… Elimdeki veriler ve yaşadıklarım bana bu iddiam dışında bir seçenek bırakmıyor. İyisi mi şimdi bana düşen tüm yaşadıklarımı ve sezgilerimi sizlere aktarmak. Sonrası sizin bileceğiniz.
Haddimin bildirilmesi
Öncelikle Hrant Dink’in “Çok olmasına” biraz açıklık getireyim. Dink zaten epeyi bir süredir dikkatlerini çekiyor, canlarını sıkıyordu. 1996 yılıyla birlikte, AGOS’u çıkardığından beri Ermeni toplumunun sorunlarını dile getirirken, haklarını talep ederken ya da tarihin konuşulmasına ilişkin Türk resmi tezinin hoşuna gitmeyen kendi duruşunu sergilerken, arada bir çizmeyi aştığı olmuyor değildi ancak asıl bardağı taşıran damla 6 Şubat 2004 tarihinde AGOS’ta yayınlanan “Sabiha Gökçen” haberi oldu. Dink imzasıyla ve “Sabiha-Hatun’un sırrı” başlığıyla verilen haberde Gökçen’in Ermenistanlı akrabaları konuşuyor ve Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in aslında yetimhaneden alınmış bir Ermeni yetim olduğunu iddia ediyorlardı. Bu haber, Türkiye’nin en çok satan gazetesi Hürriyet’te 21 Şubat 2004 tarihinde AGOS’tan alıntılanarak manşetten verilince olanlar oldu ve Türkiye’de yer yerinden oynadı. 15 günü aşkın bir süre tüm köşe yazarları habere ilişkin olumlu, olumsuz yorumlarda bulundular, değişik kesimlerden değişik beyanatlar verildi. Tüm bunların içinde en önemlisi ise Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı yazılı açıklama oldu. Genelkurmay bu haberi yapanlara karşı “Böyle bir sembolü amacı ne olursa olsun tartışmaya açmak, milli bütünlüğe ve toplumsal barışa karşı bir cürümdür” açıklamasıyla tepki koyuyordu. Onlara göre bu haberi yapanlar art niyetliydi, Türk kadınının miti ve sembolü haline dönüştürülmüş bir kişinin Türklüğünü birden bire onun üstünden çekerek o kimlikte deprem yaratmaya çalışıyorlardı. Kimdi bu densizler, kimdi bu Hrant Dink? Ona haddi bildirilmeliydi!
Resmi sohbete davet
Genelkurmay bildirisi 22 Şubat Pazar günü yayınlandı. Evimde, televizyon haberlerinden dinledim uzun bildiriyi. O gece çok rahat değildim. Ertesi gün muhakkak bir şeyler olacağını seziyordum. Nitekim tecrübelerim ve sezgilerim beni yanıltmadı. Ertesi gün sabahın erken saatinde çaldı telefonum. İstanbul Vali yardımcılarından biri arıyordu. Sert bir tonla, habere ilişkin elimdeki belgelerle Valiliğe beklediğini bildirdi. “Bu çağrının hangi amaçla yapıldığını?” sorduğumda ise “Sohbet etmek ve elinizdeki belgeleri görmek” şeklinde yanıtladı. Tecrübeli gazeteci dostlarımı aradım, bu çağrının hangi anlama geldiğini sordum. “Bu tür sohbetlerin gelenekten olmadığı gibi bunun yasal bir prosedür de olmadığını ancak elimdeki belgelerle davete icabet etmemin doğru olacağını” telkin ettiler.
Dikkatli olmalıydım
Tavsiyeye uydum ve elimdeki belgelerle birlikte Vali Yardımcısı’nın yanına gittim. Hayli nazikti Vali Yardımcısı. İçeri buyur ettiğinde, odasında biri bayan iki kişi daha oturuyordu. Nazikçe “Onların kendisinin yakınları olduğunu, sohbetimizde hazır bulunmalarında bir mahzur görüp görmediğimi?” sordu. “Bir mahzur görmediğimi” söyleyip oturduğumda zaten ortamın nazikliğini kavramıştım. Hiç beklemeden girişi yaptı Vali Yardımcısı. “Hrant bey” diyordu “Siz, tecrübeli bir gazetecisiniz. Daha dikkatli haber yapmanız gerekmez mi? Sonra böyle haberlere ne gerek var? Bakın ortalık nasıl allak bullak oldu. Hayır, biz sizi biliyoruz ama sokaktaki adam ne bilsin? Bu tür haberleri başka bir niyetle yapıyorsunuz sanabilir. Bakın şu elimdeki evrakı görüyor musunuz? Ermeni Patriği’nin bir başvurusu vardı, bazı internet sitelerinde Ermeni toplumunun bazı kurumlarına yönelik bazı densizler terör sayılabilecek girişimlerde bulunmaya çalışıyorlarmış. İşte biz de onları aradık ve Bursa’da bulduk, sonunda adalete de teslim ettik. Ama bakın işte sokaklar ne gibi insanlarla dolu. Bu tür haberlere daha dikkat etmek gerekmez mi?” Vali Yardımcısı’nın bu girişle başladığı sohbete, odadaki misafirlerden erkek olan da katıldı ve ondan sonra da zaten sözü bir daha başkasına bırakmadı. Vali Yardımcısı’nın sözlerini daha da net bir üslupla bu kez o yineledi. Dikkatli olmamı, ülkeyi ve ortamı gerecek girişimlerden kaçınmamı telkin ediyordu: “Sizin yazdığınız bazı yazılardan, her ne kadar üslubunuza katılmasak da, niyetinizin kötü olmadığını anlayabiliyoruz, ancak herkes bunu böyle anlamayabilir ve toplumun tepkisini üzerinize çekebilirsiniz” diyerek de beni kerelerce uyarıyordu. Ben ise haberi hangi niyetle yaptığımı anlatmakla yetindim. Birincisi ben gazeteciydim ve bu bir gazeteciyi heyecanlandıracak bir haberdi. İkincisi de, Ermeni sorununu hep ölenler üzerinden konuşmak yerine biraz da kalanlar ve yaşayanlar üzerinden konuşmayı denemek istiyordum. Ama görüyordum ki kalanlar üzerinden konuşmak daha zordu! Odadan ayrılacaktım ki götürdüğüm belgeleri görmek ya da almak için ısrar bile etmediklerini farkettim. Belgeleri isteyip istemediklerini onlara ben anımsattım ve verdim. Zaten de konuşmaların içeriğinden, beni hangi amaçla oraya çağırdıkları belliydi. Haddimi bilmeliydim… Dikkatli olmalıydım… Yoksa iyi olmazdı!
Artık hedefteydim
Hakikaten de sonrası iyi olmadı. Valiliğe çağrıldığımın ertesi gününden itibaren birçok gazetede birçok köşe yazarı Ermeni kimliği üzerine yazmış olduğum deneme serisinin içinde geçen “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermenilerin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” cümlesini cımbızlayarak, bununla Türk düşmanlığı yaptığımı ortak bir kampanyayla dile getirmeye başladılar. Bu yayınların ardından ise 26 Şubat günü İstanbul Ülkü Ocakları İl Başkanı Levent Temiz’in başını çektiği bir grup ülkücü, AGOS’un kapısına gelerek aleyhime sloganlar attı ve tehditlerde bulundu. Polis gösterinin olacağını önceden haber almıştı. AGOS içinde ve kapısında gereken önlemleri aldı. Tüm televizyon kanalları ve gazete muhabirleri de haberdar edilmişlerdi, hepsi AGOS’un önündeydi. Grubun kullandığı sloganlar çok netti: “Ya sev ya terk et”, “Kahrolsun ASALA”, “Bir gece ansızın gelebiliriz” Grubun lideri Levent Temiz’in yaptığı konuşmada hedef açık ve seçikti: “Hrant Dink, bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir.” Grup gösterisini yapıp dağıldı. Ama ne hikmetse o gün ve ertesi gün herhangi bir televizyon kanalında (Kanal 7 hariç), herhangi bir gazetede (Özgür Gündem hariç) haber geçilmedi. Belli ki Ülkücü grubu AGOS’un kapısına yönlendiren güç, basını ve medyayı da o olumsuz görüntü ve sloganların ardından blokaj altına -bir iki fireyle- almayı başarmıştı.
Tehlikenin eşiğinde
AGOS’un önünde benzer bir gösteri de birkaç gün sonra kendilerini “Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu” olarak adlandıran grup tarafından yapıldı. Ardından da devreye o güne değin hiçbir popülaritesi olmayan Av. Kemal Kerinçsiz ve onun başkanlığını yaptığı Büyük Hukukçular Birliği girdi. Kerinçsiz ve arkadaşları Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na giderek, hakkımda suç duyurusunda bulundular. Bu başvuruyla birlikte, Türkiye’nin itibarını bütünüyle zedeleyen 301 davalarına da hız verilmiş oldu. Benimle ilgili ise yeni ve tehlikeli bir süreç başlıyordu. Gerçi ben hayatım boyunca hep tehlikelerin etrafında dolaşmıştım. Ya tehlikeler beni çok sevmişti, ya ben tehlikeleri… Ve işte yine uçurumun kıyısındaydım. Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum.
(AGOS - Hrant DİNK- Özetle yayımladığımız bu yazı 12 Ocak 2007 tarihinde Agos Gazetesi'nde yayımlandı, 19 Ocak 2007’de Hrant Dink vurularak öldürüldü…)