“Annemin mesel yüklü bulutları, babamın cebindeki fıstıklar...”
Doçent Doktor Mügen Terzioğlu, Kıbrıs’ta efsaneleşmiş Hasanbulliler’in torununun torunu... Hasanbulliler’le ilgili bir yüzleşme/hesaplaşma yazısı kaleme aldı ve biz de bu değerli arkadaşımızın kaleme almış olduğu bu güzel yazıyı okurlarımız için sayfalarımıza alıyoruz... Mügen Terzioğlu’na bu yazısı için çok teşekkür ediyoruz...
Halen Tampere-Finlandiya’da bulunan Doçent Doktor Mügen Terzioğlu’nun yazısı, “Annemin mesel yüklü bulutları, babamın cebindeki fıstıklar” başlığını taşıyor ve şöyle diyor:
“Hade gidelim anne, hem görün köyünü, evinizin önündeki o çok sevdiğin dereyi, ceviz ağaçlarını, üstünüzden geçen mesel yüklü bulutları... hade anne... lütfen...”
...
“Hem babam da köyünden fıstık alır da artık söylemez bize, “Nerdee bizim Kukla fıstığıııı, nerdee bunnar” diye... Ha anne?... hade anne...”
...
“Gitmeezz... uğraşma... yeme canını boşuna... madem duttu gendini Hasanbulli damarı! Napsan dönmeycek sözünden...”
Babam, 64 yıllık eşinin Hasanbulli damarını en iyi bilen ve yaşayandır... Annem doğduğu Mamonya köyünün mesel yüklü bulutlarını parlak maviliklerde süzülürken görsün, babam da cebinde taşıdığı fıstıkların Kukla fıstığı gunnası olduğunu bilerek elini her cebine attığında, içi ısınsız isterim... isterim... hem de çok isterim...
Omorfo’ya göç ettiğimiz yıllardan başlayarak, Kukla’daki yaşantılarının benzerini kurmaya ve çocukları için kendininkilerden çok daha iyi bir gelecek hazırlamaya odaklanmış anne ve babamın hayatında fıstıkların ve mesellerin yeri farklıdır. Babam fıstık yetiştirmenin, annemse her zor olayın altından kalkabilme gücüyle hayatı meselleştirmenin uzmanıdırlar. Taze fıstıkların tarladan toplanıp avluya yığıldığı, mis gibi toprak ve fıstık kokusunun nemli Eylül akşamlarına karıştığı, mahallenin Kukla’dan gelip yerleşmiş mesel kahramanlarının birkaç sarı ampül ve gökyüzüne serilmiş milyarlarca yıldızışığı altında eski mesellerin anlatıldığı hatıraların toplamıdır annemin annesi Zeynep nenem.
Hasanbulli kardeşlerin ikincisi olan Mehmet Ahmet Kaymakam’ın torunu Ahmet ile evlenen Zeynep, nedense dedemden daha çok ailede Hasanbulli olarak akla ilk gelendir. Zeynep, Hasanbulliler için yazılmış Rumca beş destanın tamamını ezbere okuyabilen ender kişilerden olduğundandır belki de. Fıstıkları inanılmaz bir çeviklikle ayıklarken, bazen teyzemın, bazen de annemin biz çocuklara Türkçe çevirisini yapmayı bekleyemeyecek sabırsızlık ve heyecanla okurdu destanları ard arda. İşte o anda gökyüzünün daha da derinleşen karanlığında yıldızlar daha da parlak görünür, aralarında atlarıyla dağlarda rüzgar gibi koşan Hasabulliler’in gölgeleri bütün gece rüyalarımızda bizi de kovalardı.
Benim için hayali birer masal kahramanıydılar, ta ki gerçekliklerini kabullenmeye, kafamdaki onlarca soruya bulabildiğim güvenilir kaynaklardan cevap aramaya başlayana kadar. Birhan Keskin’in dediği gibi “Hayattı; yekparayedi. Her şey, bir şeydi”, herşeyi bütünlüğüyle algılamayı seçen hafızamızın algıladığı ilk bilgi üzerine gelen bilgileri yerleştirmek için yer açmaya çalışmaz hiç. Hasanbulliler de yekpare bir olaylar zinciri olarak algılandığından, yapılan araştırmalar, sunulan belgeler, tutanaklar, arşiv kayıtları bu durumu pek değiştirmedi. Ben yine de Hasanbulliler’i yekpare olarak bırakmayıp parçalara bölmeye, genlerimde dördüncü kuşak Hasabulli inat ve kalıntılarıyla ısrar edeceğim... Çünkü “Zaman hayatı parçalara ayırıp “parça parça” görmeye başladığımızda, acı, o yekpareliği yitirdiğimizde oluşacaktı” diye devam eder sevgili Birhan...
İngilizler’in adayı kiralayışlarının ardından daha 10 yıl bile geçmeden, dünya üzerinde hakimiyet kurmadıkları yer kalmayan bu imparatorluğun Akdeniz’in uzak köşesindeki bu küçücük adaya hükmedememesini, 1886 yılında dönemin valisi Sir Henry Bulwer, Baf ve civar köylerine yaptığı ziyaretinde aldığı notlarda şöyle ifade eder: “...Bura halkı, diğer yörelerin halkından birçok bakımdan farklıdır. Şiveler, kıyafetleri, fizik yapıları öteki kazalardaki köylülerin şive, kıyafet ve fizik yapılarından farklıdır. Daha yabani ve daha kanun tanımazdırlar...” (Panagio Machlouzarides, “Criminality in Cyprus”, Book 1 (Period till 1900), Nicosia 1973, Oğuz M. Yorgancıoğlu, “Bir döneme damgasını vuran Hasanbulliler, Mağusa, 2005). Yine aynı valinin yıllık raporlarında yer alan bilgilerde çoğunlukla dağlık, uçurumlarla dolu, zorlu bir iklim ve coğrafik yapının insanların karakterlerine yansıdığından ve Baf ve yöresi insanının zor karakterli, başına buyruk, kanun tanımaz olduklarından bahseder...
İnsan kendi gerçekliğinde, kendi zamanının tarihini oluştururken, hayatı parça parça ele alarak ilerlemek şair (Birhan Keskin) kadar bana da sağlam bir yaklaşım biçimi olarak geliyor. Hasanbulliler olarak adlandırılan olaylar zincirini, hem oluş sırası, hem de davranışların etik ve kanun tanımaz oluşları açısından birbirinden ayırarak değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.
Birinci Hasanbulli olayı, dört kardeşin (Hasan, 20 yaşında, Cemaliye, 17 yaşında, Mehmet Kaymakam 15 yaşında ve Hüseyin Kavuni 11 yaşında) en büyüğü olan Hasan Ahmet Bulli’nin 1887 yılından kaçak kaldığı ve sıtma yüzünden teslim olmak zorunda kaldığı 18 Kasım 1888’e kadar geçen 18 ay boyunca halk tarafından desteklendi, herhangi bir suç işlemedi, herkese saygılı davrandı. Bu davranışları ile belki de yüz küsur yıldır toplum kültürüne kalıcı bir efsanevi kahraman olarak yerleşmiştir. Hasanbulliler hakkında yazılan Rumca beş destandan ilki Hasan’ın bu özelliklerinden bahseder: (Giritteralı Hristodulos M. Capura, “Traguyin Du Hasan Bulli”, Evagoras/A.P. Mihailidu Matbaası – Lefkoşa-1892. “Hasabulli’nin Türküsü”, tamamı 124 beyitten oluşur, kaynak: Oğuz M. Yorgancıoğlu, “Bir döneme damgasını vuran Hasanbulliler, Mağusa, 2005).
8. Onbeş yıl hapis yedi, yani gitti ebedi
Asla yanlış yapmadı, komularını beklerdi
9. Çok köylüye danıştım, çok köylüleri sordum
Hasanbulli hakkında, hepsi memnundu duydum
11. Dağlarda raslar idi, yalnız pek çok kıza
Ne yanlarına gitti, ne de girişti söze
12. Terbiyeli adamı sevmeli ve övmeli
Bu huyu iyi idi hiç edepsiz değildi
- “...acı o yekpareliği yitirdiğimizde oluşacaktı”... Parçalara ayırıp daha yakından, daha detaylı, daha insanca, daha objektif ve belki de en kaçmadan dümdüz yüzleşerek baktığımızda hayata, acı ile karşılaşmamız neredeyse kaçınılmaz. İnsanın doğasındadır bu, herşeyin fazlasından (aşk, güç, sınırsız özgürlük ve daha birçok şey), bozulan birçok şey bırakırız geriye.
İkinci Hasanbulliler olayları serisi, Aralık 1894-5 Şubat 1896’ya, yakalandıkları 13 ay 5 gün süren suç serüvenlerine 15 cinayet, 4 kadının (3 Türk-1 Rum) kaçırılıp tecavüz edilmesi, 1 Rum kadının kaçırılmasına teşebbüs (başarısız olan bu girişim sırasında kadının babasına ait ev, köylülerin gözü önünde yakılmış ve tamamen küle dönüşene kadar köylülerin söndürmesine izin vermeden seyrederler) ve destanlardan birinde adları geçen ancak başka kaynaklarda rastlamadığım 2 Rum kadının daha dağa kaçırılmasına ek olarak, agresif, başlarına buyruk ve hükmedici tavırlarıyla civardaki eşkiyaların da onlara katılması ile zaman zaman 10-15 kişilik azılı ve toplum huzurunu kaçıran, korku salan bir suç örgütüne dönüşür.
Destanlardan bazı örnekler:
- Fasullalı Yengi Hristofi’nin Türküsü, Kalohoryolu Vasileu Haralambu, Salpingos Matbaası, Limasol-1895. (Toplam 98 beyit).
93. Değnekle yürürlerdi diyorlar önceleri
Kabilyon’dan kaçırdılar iki genç kadınları
- Girit Teralı Hristodulos M. Capura “Traguyin don Hasanbulyon”, Albion Matbaası, Larnaka-1896. (193 beyit), “Hasanbulliler’in Türküsü”.
67. Yemek demez içki demez hep sorarlar dururlar
Kimin güzeldir kızı baskına bahane bulurlar
128. Koşar adım kaçaklar tekrar düştüler yola
Çalmaya başka kızı gittiler Milikur’a
- Arakappalı Kiriyago Papadopullo, “Draguyin dus Hasanbulliyes”, Salpingos Matbaası, Limasol – 1895. (185 beyit). “Hasanbulliler’in Türküsü”.
10. Meşhur laftır duydunuz “Savaş kadındandır” der
Dayıları o köyde güzel bir cira sever
82. Derler ki köylülerden kılavuz yol gösterdi
O orta karısını aldılar gittilerdi
Hayatın yekpareliğindeki mutlu ve huzurlu bütünlüğe ancak yüzleşerek varabiliriz, yüzleşmeler acıları silemez belki ama için için kanayan yaraların iyileşmesine bir olanak sağlayabilir. Hiçbir parçası diğeri ile karşılaştırılamayacak kadar kendine özgüdür hayatın, hellim böreğini bala batırıp yememiz, bu bütünlüğün içindeki tuzun yarayı acıtmasına izin vermeden, balın tadıyla kanı durdurabilmemizdir belki de kültürümüzün özü. Öldürülen her insanın acısını, kaçırılan ve tecavüze uğrayan her kadının korkusunu, travmasını, utancını ulaşabildiğim her kaynaktan okudum, yüreğime hepsi için birer çizik attım. Seneler önce Datça’da bir kıyı kahvesinde önce şivelerinden anlayıp sonrasında masamıza davet ettiğimiz bir grup Kıbrıslı ile sohbete “Kimlerdensin a gızım?” sorusuna hiç düşünmeden “Hasanbullilerdenim ben” diye başlayıp verdiğim cevap üzerine hüngür hüngür ağlamaya başlayan ve boynuma sarılan yaşlı amcanın elimi avuçlarına alıp “Gızım senin dedelerin olmasaydı ben bugün burda olmaycaydım, dedelerine büyük dedemin canını borçluyum, sana borçluyum ben” demesi içimdeki çiziklerden akan bir damlayı durdurmaya yarasa da hellimin tuzu baldan ağır basacak her zaman benim için.
...
“İçimin de, dışımın da olmadığı, ya da içimi de, dışımı da bilmediğim bir dünya zamanıydı; sanırım 8-9 yaşlarındaydım.
Acıyı, kederi, neşeyi henüz ayrıştırmamıştım.
Hayattı; yekpareydi.”...
“Şimdilik dünya geniş ve ılıktı. Biz kendi ılık dünyamızın içinde salınan, uçuşan perilerdik...”
Hayatın yekpareliği, masumiyetin acıları bisikletten düşünce kanayan dizine seven birinin üflemesi kadar hafif, uçucu, onarıcı ve meselsidir. Büyürken parçalara ayırmaya başladığımız dünyanın acılarıyla herşey birşeyin yerini tutmaya başlar, acılar üfürünce geçmez ve dünya artık perilerden ibaret olmaz. Toplumsal hafızadan bahseden sosyal bilimcilere artık toplumsal travmaların jenerasyonlar arasında aktarılabilen epigenetikçiler de dahil oldu. Epigenetik kısaca, DNA’nın yapısında veya diziliminde herhangi bir değişiklik olmaksızın, DNA’da kodlu olan genetik bilginin açığa çıkmasında meydana gelen değişiklikleri, “genler üstü genetik” olarak tanımlayabiliriz.
Toplumları derinden etkileyen olaylar (soykırım, açlık, savaşlar, tecavüzler) DNA üzerinde bir sonraki jenerasyonlara aktarılabilen travmatik izler bırakırlar. Psikolojik bir travmayı DNA üzerinde derin bir yara olarak saklaması, bunun sonraki kuşaklara dahi aktarılabilmesi, travma etkisinin ne derece derin ve etkili olabileceğinin bilimsel kanıtıdır (Nagy A. Youssef, Brain Sci. 2018, 8, 83, Yehuda R., Biol. Psychiatry 2016, 80, 372–380, Michel Dubois-Catherine Guaspare, Social Science Information, 2020, Vol. 59(1) 144–183).
Yüz küsur yıldır toplumsal hafızamızdan çıkmayan Hasanbulliler’i düşündükçe, parçalara böldüğüm ve içinden çıkardığım travmatik acıların benim payıma düşenlerini kendi DNA’mda derin bir yara olarak farkettiğimden beri, yıldızlara, perilere ve fıstıklara daha farklı bakıyorum.
Yıldız tozları dökülsün DNA’sında yaralar taşıyan tüm perilere istiyorum... Fıstıklar... Münüse’min Hasanbulli inadını kırmaya yine aynı genlerin inadıyla devam edeceğim, annemi Mamonya’nın mesel yüklü bulutlarına, babamı Kukla fıstık gunnalarını almaya, ordaki perilere yıldız tozu serpmeye gideceğim...
Doçent Doktor Mügen Terzioğlu - 4 Ocak 2021 - Tampere-Finlandiya...”
Münüse ve Esat Terzioğlu
DEVAM EDECEK