Antigone ve başkaldırı
"Tek Kişilik devlet mi olurmuş?"
İki bin beş yüz yıl evvel yazıldı bu oyun.
Tam da darbeyle gelen diktatör yine darbeyle giderken ve sandıkla gelenin sandıkla gitmesi umut edilirken, böyle bir zamanda Kral Kreon’la yeniden yüzleştik.
Krallar ve etrafındaki dalkavuklar yeniden ve yeniden doğuyor, iki bin beş yüz senedir yaşıyorlar.
Yeni dönem yeni nefes
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları bir devlet dairesinden yeniden ”tiyatro”ya dönüşüyor.
Yeni dönemde, yeni müdürü atandığı zaman, bir öğle vakti Kültür Dairesi’nde yüz yüze gelmiş, itirazımı iletmiştim.
Tiyatro müdürünün dahi siyasi atama olmasını ve her hükümet döneminde değişmesini kabul edemem.
“Siz de şimdiki bakanın siyasi yakınısınız o nedenle tercih edildiniz” demiştim.
İlkesel bir itirazdı benimki ve bu yönde görüşüm değişmedi.
Yine de hakkını vermek gerekirse İlknur Işıl Türkmen, tiyatroya yeni bir nefes vermiş, özgürlüğünü ve güvenini artırmıştır.
Tek adama, buyruğa başkaldırı
Antigone, Antik Yunan’dan bugüne yazılmış eskimeyen oyunlardan biri.
Bir “başkaldırı”yı anlatıyor.
Devlete, kurulu düzene, tek adama, buyruğa, otoriteye, erkek egemen kültüre, kralın zulmüne başkaldırıyı…
Kalabalık kadro
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları sanırım ilk kez bu kadar geniş bir kadroyla sahneye çıkıyor.
Sahne gösteriye “dar” geliyor ve bu ayıp aslında hepimizin...
İki saat boyunca üst üste birkaç oyun yığılmış gibi aşırı bir yoğunluk hissi yaşasak dahi olağanüstü bir emeğe tanıklık ediyoruz.
(O yoğunluk, arada yoruyor.)
Önemli oyunculuklar var, sahneye kilitlendiğiniz belirli anlar yanı sıra olağanüstü bir kostüm tasarımı dikkat çekiyor.
(Fatma Bender, Gülsen Dünki bravo size…)
Oyunculuklar
Antigone rolünde Cevahir Caşgir giderek olgunlaşıyor, sahneye daha çok yakışıyor, kendine çok daha güvenli oynuyor.
Aysel Açelya Bükülmez, Nesligül Pınar İnandım ve Zehra Evliya Parıldak “Moira” üçlüsü olmasa eğer gösteri eksik kalırdı. Sesleri kulağımdan gitmiyor.
Ulaş Öğüç’ü özellikle not ediyorum, bu genç, oyuncuğu ile yarınlara dair müthiş bir ışık veriyor.
Diren Özdoğal, Kral Kreon rolünün altında ezilmedi. Ismene rolünde Ruhsan Ankay’ın samimi ve yalın oyunculuğunu da çok beğendim, keşke, çok daha fazla sahnede olsaydı.
Daha pek çok oyunculuk ara ara etkileyici oldu, Hüseyin Merthan Çakırlı ve Deniz Aslım gibi… Özellikle koro, yüzlerindeki maskelere rağmen vücut dilini iyi kullanıldı.
“Diyemiyorlar…”
Antigone, tarih boyunca nice coğrafyada diktatörlere karşı isyanın sesi olmuştur.
Brecht’in uyarlamasında örneğin, kralın Hitler’e benzetildiği bilinir.
Oyunun bir sahnesinde Kral Kreon kendine başkaldıran Antigone’ye şunu der:
“Yurttaşların hiçbiri senin gibi düşünmüyor.”
Antigone yanıt verir: “Benim gibi düşünüyorlar onlar da, ama diyemiyorlar.”
Tiyatro çoğu zaman “diyemeyenlerin” çığlığıdır.
Bu oyuna gidiniz!
- K.T Devlet Tiyatroları’nın Web sayfası 2016’da durmuş! (Yeni bir sayfa var da ben bilmiyorsam, kusur benim.)
- Duman efektini abartmasak diyorum! Astımı olan varsa, oyunun sonunu zor bulur.
- Kitap neden ‘beyaz’ kağıda basılıyor? Okunmak için! Basılı işlerde yeniçağın en önemli hastalığı, renkli tasarım dürtüsünün okumanın önüne geçmesi! Oyun broşürünü, hele de oyun sırasında okumak imkansız… Ne boğucu bir renk seçimi bu öyle!
Maskeli çıplaklığımız
NÜ sergilerinin yani sanatta çıplaklığın çok fazla öne çıktığı yıllar, 1990’lar…
Dünyadan değil kendi gazetecilik deneyimimden söz ediyorum.
Aşık Mene’nin, Nilgün Kozal’ın, Feryal Sükan’ın, Ruzen Atakan’ın sergilerini anımsıyorum, o dönem ressamların atölyelerine gider, Kıbrıs gazetesinde özel sayfalar hazırlardım.
Ustamız, genel yayın yönetmenimiz Mehmet Ali Akpınar iyi bir koleksiyoncuydu ve özellikle NÜ eserlere hayrandı.
(Umarım, koleksiyonu, bir sergiye dönüşür, bir yıl da bu yönüyle kendisini anarız. Ne yazık ki, çok fazla koleksiyoncu yok artık.)
***
Yıltan Taşçı’nın “Siyah Maskeli Kadın” fotoğraf sergisine giderken bunları anımsadım.
Yıltan hocamız, aynı anda sanatın pek çok alanına yetişmeye çalışıyor.
Gitar çalıyor, beste yapıyor, konser veriyor, şiir okuyor, fotoğraf çekiyor.
Bana sorarsanız en iyi olduğu alan fotoğrafçılık.
Sergi de farklı bir deneme…
“Siyah Maskeli Kadın” sergisi yine siyahlar içinde çalışılmış ‘nü’ fotoğraflardan oluşuyor.
“Maske” bir kompozisyon olarak kullanılmamış bence…
Modelin kimliğini gizliyor.
Fotoğraflar bu “gizlenmeyi” hissettiriyor.
Bu tercih dikkatimizi kadının gözlerine odaklıyor.
***
Fotoğraf sanatı resim gibi değil; düş’ün ötesinde malzemesi gerçek!
Renkleriniz ‘ışık’ oluyor, ustalığınız da bakış açınız.
“Benim görmediğim bir yerden görebilmeli sanatçı…”
Öyle düşünüyorum.
Ve sergide şu soruya da yanıt arıyorum:
“Cinsellik mi ön planda, çıplaklık mı? Doğallık mı yapaylık mı?”
***
Şair Gürgenç, çıplaklığı anlattığı bir denemesinde şunları söyler:
“(Topluma) çıplaklığın sadece cinsellik olmadığı, cinselliğe indirgenemeyeceği öğretilsin.
Ayıp, ahlaksızlık veya pislik değildir çıplaklık; doğallıktır, en doğal halimizdir.”
Çıplaklıkla yüzleşmek anlamında dikkat çekici bir sergi oldu.
Kendi sorularıma çok fazla yanıt bulduğumu söyleyemem.
Ama “maske” beni rahatsız etti.
Belki yaşadığımız ülkede yüzlerdeki nice maskeden sıkıldığım için!
Not düştüm!
Yeni Ercan ve öncelik sırası
Yeni ERCAN Havaalanı’nı gezdim, projeyi dinlendim.
Harika bir eser ortaya çıkıyor, çok daha modern bir havaalanı inşa ediliyor.
O açıdan sözüm yok.
Savaştan evvel orada küçük bir askeri havaalanı vardı, Timbu.
Daha sonra Ercan Havaalanı yapıldı, birkaç kez geliştirildi.
Şimdi çok daha büyüğü yapılıyor.
“Önceliğimiz bu mu” diye kendime sordum.
Niye?
Çünkü şimdiki Ercan ihtiyacı karşılıyor, yakın zamanda yenilendi, onca yatırım yapıldı.
Özellikle altını çiziyorum, yeni havalimanı harika bir yatırım, bu coğrafya, bu toplum elbette hak ediyor, emeği geçenlerin de yüreğine sağlık.
Ama “öncelik” sorarsanız eğer…
Keşke aynı görkemde bir “Devlet Hastanesi” yapılsaydı derim…