ANTİK APHENDRİKA (URANİA) KENTİ
Dipkarpaz’ın kuzey sahil şeridinde bulunan Antik Karpasia kent kalıntıları, 1995 yılında “arkeolojik sit alanı” olarak ilan edilmiş
Tuncer BAĞIŞKAN
Dipkarpaz’ın kuzey sahil şeridinde bulunan Antik Karpasia kent kalıntıları Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğü’nde müdür muavini olarak görev yaptığım 1995 yılında başkanlığımdaki bir ekip tarafından “arkeolojik sit alanı” olarak ilan edilmiş, bir süre sonra ise doğusundaki Aphendrika (Urania) kentinin de arkeolojik sit alanı olarak ilan edilmesi gündeme gelmişti. Ancak 1997 yılında bir ‘aile şirketi’ haline getirilen dairedeki görevimden pasifize edilmiş olmam nedeniyle bu konuda başlattığım çalışmaları iptal etmiştim. Ancak o sırada boşaltılıp dağıtılan makam odamdaki notlarım ile bazı özel kitaplarımı da yitirmiş olduğumdan, bu makaleyi hazırlayabilmek için bir yandan ulaşabildiğim bilimsel yayınlardan yararlanırken, bir yandan da Turizm Bakanlığı çalışanlarından Mehmet Taşçı ile Gökhan Cenk ile kenti ziyaret edip fotoğraflarını çekmem gerekti. Böylece bu makale de ortaya çıkmış oldu.
APHENDRİKA KENTİNİN TARİHÇESİ
Aphendrika (Urania) kent kalıntıları antik Karpasia kentinin yaklaşık 5 mil doğusunda ve Agridia kent kalıntılarının bulunduğu güneydeki dağın yamacının alt sınırından başlayıp denize kadar uzanan düzlükte yer almaktadır. Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmiyor olmasına karşın, Neolitik döneme (M.Ö 6500-3000) tarihlenen taş bir baltanın 1968 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti Antikalar Dairesi tarafından Aphendrika denizinde saptandığı kayda geçirilmiştir.
M.Ö I’inci yüzyılda yaşamış olan Sicilyalı Diodorus’a (Diodorus Siculus) dayanan David Hogarth, kentin ilkin Urania adıyla kurulduğunu, daha sonra ise Aphendrika adıyla bilinmiş olabileceğini yazmıştır. Bölgede sadece tek bir limanın bulunması bu görüşü destekler niteliktedir. 1738 yılında kent kalıntılarını ziyaret eden kartograf Richard Pococke ise köylülerin verdikleri bilgilere dayanarak kentin “Asphronisy” adıyla bilindiğini kaydetmiştir.
M.Ö. III’üncü yüzyılda Kıbrıs'ın en önemli 6 kentinden biri de Urania idi. Diodorus’un yazdığına göre, Salamis’i ele geçirmek için M.Ö 306 yılında Karpaz yarımadasından karaya ayak basan Demetrius Poliorcetes’in Karpasia kentini aldıktan sonra Urania kentinin üzerine yürüdüğünü, sonra da Salamis’i kuşatmak için ordusuyla yola koyulduğunu yazmıştır. Yazar ayrıca, Urania kentinin Kıbrıs’a ayak basılan yerden pek uzak olmadığını, bölgenin ikinci önemli kenti olduğunu ve muhtemelen tahkim edilmiş bir akropolisinin (Citadel /İç kale) bulunduğunu da kaydetmiştir.
M.Ö 66 yılında ‘Amaseia’ (Amasya) kentinde doğan tarihçi Strabon, Karpaz yarımadasındaki “Urania” ile “Karpasia” kentlerinden söz ederken, bunların Salamis ile Anadolu arasında ticareti sağlayan pazar yerleri olduklarını da belirtmiştir. Bu bilgilere dayanan David Hogarth ise, bu kentlerin Salamislilerin ticaretine bir çıkış kapısı görevi gördüklerini, Karpaz Yarımadası’nın uç kısmında bulunan Dinaretum burnundaki akıntılar nedeniyle batmaktan korkan gemicilerin bu kentleri uğrak yeri olarak kullanmış olabileceklerini ve bu kentlere getirilen ticari eşyaların kara yoluyla Salamis ile adanın iç kısımlarındaki diğer kentlere taşınıp pazarlanmış olabileceğini yazmıştır.
M.S 649 yılında başlayıp M.S 965 yılına kadar 24 kez tekrarlanan Arap akınlarından oldukça etkilenen Karpasia ile Urania sakinleri, Urania kentinin gerisindeki dağın tepesinde bulunması nedeniyle emin bir yer olarak görülen yere Agridia kentini kurmuşlardır. Ortaçağ’da burası Verney ailesine ait bir ‘fief (Tımar’ı) idi. Burada yaklaşık dört veya beş kilisenin bulunduğu ve adlarının ise (kesin olmamakla birlikte) Ay. Philon Agridia, Ay. Yorgi, Ay. Nikola, Ayia Varvara ve Ay. Dhimitrios kiliseleri olduğu telaffuz edilmektedir.
Latin döneminde Aphendrika, Agridia ve Karpasia kent sakinleri güneybatıya çekilerek şimdiki Dipkarpaz köyünü kurmuşlardır. Bu sıralarda Dipkarpaz köyü, Mağusa Piskoposlarının bir sürgün yeri idi. Fransız yazar Mas Latrie ise, kentin, Luzinyan kralı ‘James the Bastard’ (M.S 1400-1473) tarafından bir gelişim sürecine girdiğini kaydetmiştir.
BİR KORSAN SÖYLENCESİ
Aphendrika’dan karaya çıkan korsanların kent ile bölge sakinlerini katlettiklerine ilişkin bir söylence günümüze kadar gelmiştir. Aslında bu söylence ile bu söylencenin bir başka versiyonunun sadece Aphendrika kentiyle değil, Karpaz bölgesinin deniz kenarında bulunan diğer yerleşim birimleri için de geçerli olduğu bilgileri edinilmektedir. Anlatıldığına göre Bizans dönemi veya Ortaçağ’da denizden gemilerle gelen ve Saracino adıyla bilinen Arap korsanlar Karpasia (Ay. Philon) kentindeki evleri soyarlar, insanları öldürürler ve genç kızları kaçırırlarmış. Kent sakinleri de hayatlarını kurtarabilmek için şimdilerde Dipkarpaz’ın bulunduğu çukur alana kaçıp korsanlar gidene kadar orada saklanırlarmış. O sıralarda çok yoğun bir nüfusu olan Aphendrikalılar da kentlerini terk etmediklerinden, korsanlar Aphendrika’ya da çıkarlarmış. O sıralarda ‘Ayios Savado’ adıyla bilinen bir Paskalya günü Aphendrika’daki Banayia Chrysiotissa kilisesinde dini bir ayin, düğün ve ziyafet varmış. Karaya çıkan korsanlar Aphendrika köylülerinin daveti üzerine orada yiyip içip eğlenmeye başlamışlar. Ziyafet sırasında korsalardan biri şu şarkıyı söylemeye başlamış: “Bos du stegi astro cen fengari, imastin fili ce gumbari, Ama trisi do fengari, E na yinumen malya guvari” (Ay ve yıldızlar yerlerinde durdukça dost ve arkadaşız. Ancak ay kaybolunca saç saça, baş başa kavga edeceğiz) Ay kaybolup gün ağarınca korsanlar önce orada bulunan insanları öldürmüşler, sonra gerideki tepede bulunan Agridia kentine saldırıp oradakileri de öldürmüşler ve en sonunda gelini gemiye bindirip oradan uzaklaşmışlar. Bu katliamdan sadece bir tek ‘kocakarı’ hayatını kurtarabilmiş. İşte bu olaydan sonra Aphendriga, Agridia ve Karpasia kentlerini terk etmeye başlayan insanlar şimdiki Dipkarpaz köyünü kurmuşlar.
KENT KALINTILARI
Bizans döneminde bir gelişim sürecine giren Aphendrika kenti şimdilerde güneydeki Agridia tepelerinden gelen erozyon toprak altında kalmış durumdadır. Ancak yine de Akropol tepesinden başlayıp denize kadar uzanan alanda bol miktarda seramik kırıklarına rastlanması, Arkaik, Klasik, Helenistik ve Roma dönemlerinde kent nüfusunun oldukça kalabalık olduğuna işaret sayılmaktadır. Kent kalıntılarının açığa çıkarılması için burada herhangi bir arkeolojik kazı yapılmamıştır. Kent kalıntıları arasında sadece üç kilise, bir yer altı tapınağı (veya eski bir yer altı mezarı), Akoropol tepesinde bir iç kale, Limionas koyunda kentin limanı, Arkaik-Klasik-Helenistik döneme tarihlenen kentin mezarlık alanı ve eski yapılara ait temel izleri, taş yığınları ve sütunlar görülmektedir. Ayrıca tapu haritalarında görülen ve toprakla örtülü olduğu belirtilen Panagia Chrysiotissa kilisesinin yaklaşık 250-300 metre kuzeydoğunda Prophitis Elias kilise harabesi ve Acropol tepesinin yaklaşık 250-300 metre güneybatısında ise bir başka kilise harabesi de bulunduğu kaydedilmektedir.
KENT MERKEZİNDEKİ KİLİSELER
Kentte bulunan Panagia Chrysiotissa ile Asomatos kiliselerinin tarihlendirilmesinde bugüne kadar üç ayrı görüş öne sürülmüştür. Camille Enlart, bu iki kilisenin iki ayrı yapı evresi geçirdiklerini dikkate almadan Bizans etkisi taşımadıklarını ve M.S XII. yüzyılda Romanesque stilinde yapıldıklarını öne sürmüştür. 1931 yılında George Soteriou ise bu iki kilisenin ilkin M.S VI. veya M.S VII. Yüzyılda yapıldıklarını kaydetmiştir. 1946 yılında A.H.S. Megaw ise Afrendrika’daki bazilikaların iki yapı evresi geçirdiğini ve bunların da Kıbrıs’ın Bizanslılar tarafından yeniden ele geçirildiği M.S X. yüzyılda inşa edilmiş olduğunu kaydetmiştir. Ancak Megaw yaptığı tarihlendirmeyi nereye dayandırdığına ilişkin ortaya kanıt koyamamıştır.
Erken Hıristiyanlık döneminde (M.S V-VI. Yüzyıl) bazilikal tipteki kiliselerin çatıları ahşaptan yapılırken, M.S VII. Yüzyılın sonu ile VIII. Yüzyılın başından itibaren kesme taş kullanılarak beşik tonozlu (Barrel vault) bazilikal kiliselerin yapımına başlanmış, bu tür yapım ise M.S XI. yüzyılda da devam etmiştir. Karpaz’daki ilk beşik tonozlu kiliseler arasında Aphendrika Panagia Chrysiotissa Kilisesi, Aphendrika Asomatos Kilisesi, Korovia (Kuruova) Ayia Varvara Kilisesi, Kaleburnu Sykhada Banayia Aphendrika Kilisesi ve Litrangomi (Boltaşlı) Panagia Kanakaria Kilisesi yer almaktadır. Aphendrika kent merkezindeki kiliselerin anıtsal olmaları, Bizans ile Latin dönemlerinde kentin önemi ile zenginliğine işaret sayılmaktadır. Aphendrika kiliseleri Anadolu kiliselerinin stilinde değildir. Üç sahınlı ve beşik tonozlu olmaları nedeniyle bunların merkezi Fransa menşeli oldukları anlaşılmaktadır. Bunların çok sayıdaki benzerleri Suriye kıyılarında bulunduğundan, Kıbrıs’ta Lüzinyan dönemi başlamadan önce bazı Fransızların veya Fransız mimarların Karpaz’ı ziyaret ettikleri izlenimi edinilmiştir.
BANAYİA CHRYSİOTİSSA KİLİSESİ
Kentin kuzeydoğusundaki şimdiki tek mekanlı ve ‘Altın Bakiresi’ adıyla bilinen kilisenin olduğu yere ilkin erken Hıristiyanlık (M.S V-V. Yüzyıl) döneminde bazilikal bir kilise inşa edilmişti. O sıralarda üç sahınlı ve üç apsitli olan harabe kilisenin damı ahşap bir çatıyla örtülü olması itibarıyla Agia Trias (Sipahi) ile Karpasia’daki Ay. Philon kilisesine benzemekteydi. Yedişerden iki sütun dizisi sahınları birbirinden ayırmaktaydı. Bu kilise yıkıldıktan sonra yeniden inşa edilirken üst kısmı beşik tonozla örtülerek kapatılmıştır. Bu kilise korsanlar tarafından yıkıldığından, şimdiki tek mekanlı küçük kilise M.S XVI. yüzyılda büyük kilisenin ortasına inşa edilmiştir. Eskiden 20-23 Nisan tarihleri arasında bu kilisede Dipkarpaz köylüleri tarafından paskalya kutlamaları yapıldığı, 1974’den sonra ise kutlamaların sonlandırıldığı yaşlı Rum köylüler tarafından bilgimize getirilmiştir.
BANAYİA ASOMATOS KİLİSESİ
Aphendrika kent merkezinin güneyinde yer almaktadır. Üzerlerinde usta işaretleri bulunan düzgün kesilmiş masif taşlarla yapılmış büyük bir yapıdır. Plan, stil ve beşik tonozlu bir yapı olması itibarıyla Banayia Chrysiotissa kilisesinin bir benzeridir. Üç apsitli, beşerden iki kolon dizisiyle üç sahına ayrılmıştır. Apsitler, bir insanın güçlükle geçebileceği kemerli dar geçitlerle birbirlerine bağlanmıştır. Eski kiliseye ait 3 apsit, opus sectile adıyla bilinen yer mozaikleri ve din görevlilerinin apse içinde oturdukları yarım daire şeklinde taştan yapılmış oturma yerleri (Synthronon), ikinci yapı evresinde yeniden kullanılmıştır. Megaw her ne kadar da Karpaz kıyılarında bulunan kiliselerin M.S 649-50 yıllarında başlayan Arap akınlarında yıkıldıklarını öne sürmüş olmasına karşın, bunların yer sarsıntıları veya terk edilmişlikten dolayı zaman sürecinde yıkılmış olabilecekleri de olası görülmektedir.
AZİZ GEORGE KİLİSESİ
Aphendrika kent meydanının kuzeybatıdaki çift apsitli küçük kilisedir. Çapraz kemerler tarafından taşınan kubbesi itibarıyla, Kıbrıs’ta ayakta kalan en eski kubbeli kiliseler arasında yer almaktadır. Yanındaki beşik tonozlu iki kiliseden daha sonraya denk gelen M.S X. yüzyılda (Bizans döneminde) inşa edilmiş olduğu kaydedilmektedir.
YER ALTI MEZARI VE HIRİSTİYANLIK MABEDİ
Panagia Chrysiotissa kilisesinin yaklaşık yedi ayak kuzeydoğunda bulunan kayaya oyulmuş yer altı mezar odası ilkin Helenistik devirde yapılmıştır. Ancak M.S VI. Yüzyılda bir Hıristiyanlık ibadet yeri haline getirilip kullanıldığı tahmin edilmektedir. Sivri kemerli bir geçitten geçilerek ana mekana girilmektedir. Odanın içindeki duvarlarda ölülerin konması için duvarlara kazılan ‘arcosolium’ adıyla bilinen nişler ve duvarlarda ise kazınarak yapılan haç sembolleri bulunduğu kaydedilmiştir.
AKROPOL TEPESİ
Kilise harabelerinin güneybatısınaki pek fazla yüksek olmayan ve kuzeye doğru çıkıntı yapan sarp kayalığın tepesinde iç kale (citadel) veya saray olarak tanımlanan ana kayaya oyularak yapılmış beş mekanlı bir yapıya ait izler bulunmaktadır. Önceleri erozyon toprakla örtülü olan bu alanda gerçekleştirilen kazılar sonucu 2 ile 4 ayak derinlikte ana kayaya ulaşılmıştır. Bu odalara güneydoğudaki koridorundan girildiği ve bu mekanın kuzeyindeki iki odaya kayaya oyulmuş 4 basamalı merdivenle ulaşıldığı görülmektedir. Tepede saptanan kayaya oyulmuş antik bir mezara ait olan Kıbrıs lehçesiyle yazılmış arkaik bir yazıt, burasının kentin en eski kısımlarından biri olduğuna işaret etmektedir. Kayaya oyulmuş bu şekildeki tahkimat kalıntılarının Frigya’daki Kumbet Akropolü ile Midas’ın kenti olan Gordion’da da bulunduğu ve bu bölgede oturan Anadolu insanlarının göçmen olarak Aphendrika’ya gelmiş olabilecekleri varsayımında bulunulmuştur.
LİMİANOS LİMANI
Kent kalıntılarının yaklaşık 1 km kuzeybatısındaki deniz sahilinde bulunan Limionas koyu, antik kentin doğal limanıydı. M.Ö 66 yılında doğan tarihçi Strabo ile A. Savargnano, kuzey rüzgârlarına açık olan limanlar arasında Ay. Philon, Exarchos, Machairiona, Yalusa ve Aphendrika limanlarının bulunduğunu yazmışlardır. Ayrıca bu limanların Anadolu kıyılarıyla ticari ilişkilerde kullanılmış olabileceği tahmininde de bulunulmuştur.
At nalı şeklindeki küçük koyun girişi dar olup küçük gemilere barınak görevi gördüğü izlenimi edinilmektedir. 1888 yılında limanı ziyaret eden Hogarth, koyun gerisindeki sahilde gemilerin bağlandığı taştan yapılmış dört adet direk (Baba) gördüğünü ve bunların üç ayak yükseklik ile 2 ayak çapında olduklarını yazmıştır. Şimdilerde bir tanesinin orada olduğu tespitinde bulunulmuştur. Koyun gerisindeki kayalıkta görülen taş kesim izlerinden, bir zamanlar burasının taş ocağı olarak kullanıldığına işaret etmektedir.
LİMİANOS MEZARLIK ALANI
Hıristiyanlık dönemi öncesine ait olan kent mezarlığı Limionas limanının güneybatısındaki kayalıkta yer almaktadır. Arkaik dönemin ikinci yarısından başlayıp (M.Ö 600-480), Klasik (M.Ö 480-310) ve Helenistik (M.Ö III-II. Yüzyıl) dönemlerde kullanılan mezarlık alanının arkeolojik kazısı 1938 yılının Mart ayında Oxford Ashmolean Müzesi finansörlüğünde ve Miss. Du Plot Taylor’un genel gözetim ve denetiminde görev yapan Miss M.E. Collingridge ile Miss E. Dray yönetiminde gerçekleştirilmiştir. Ekibin işçi başı ise Kıbrıs müzesinden Lazarus Nicolaou idi. O sıralarda Karpasia kentinin Tsambres mezarlık alanında üç hafta süreyle gerçekleştirilen kazılarda açığa çıkan mezarlar soyulmuş olduklarından, Afendika’daki ayni döneme ait bu mezarlık alanına soyguncuların ulaşmamış olabileceği düşüncesiyle burada kazı yapılmasına karar verilmişti. Kazısı gerçekleştirilen 19 mezarın şekilleri dikkate alınarak yedi gruba ayrılmışlardır. Çoğu mezarların kısa olan yolları (dromos) kuyu ve trapez şeklinde iken, gerisindeki mezar odaları ise hayli küçüktür. Mezar odalarının ortasında bir çukur, duvar kenarlarında ise ölülerin üzerine yatırıldıkları kayaya oyularak yapılmış sekiler bulunmaktadır. Mezarlık alanındaki çok büyük olan iki ayrı mezarın cephelerinde kayaya düzgün olarak oyulan basamaklı uzun bir yol bulunmaktadır. Yolun gerisindeki mezar odasında ise “arcosolium” adıyla bilinen ölülerin içine yatırıldıkları nişler, nişlerin altında birer seki ve bu sekilerin önlerinde ise ölülere sunulan hediyelerin konduğu diğer sekiler bulunmaktadır. Lidya’daki Sardis ile İskenderiye’deki Sciatbi mezarlarında olduğu gibi bu mezarların da dış cephelerinde kayaya oyulmuş bir stel (mezar taşı) bulunmaktadır. Benzer steller antik Karpasia kentindeki Tsambres mezarlık alanında bulunan bazı mezarlarda da saptanmıştır. Mezarlarda ele geçen sikkeler arasında Pers satrabı Pharnabazus (M.Ö 379-374) tarafından basılan Kilikya Tarsus sikkeleri de bulunmuştur. Kazıda ele geçen buluntuların bir kısmı İkinci Dünya savaşı sırasında kaybolurken, çok az bir kısmı Kıbrıs Müzesinde, büyük bir kısmı ise Oxford Asmolean Müzesi, Cambridge Klasik Arkeoloji Müzesi, Londra Arkeoloji Enstitüsü ve Avustralya Sydney Nicholson Müzesinde bulunmaktadır. Kazıda bulunan iskeletlerin tamamı ise Oxford Üniversite Müzesine taşınmıştır.
Mezarlık alanına ait olan kireç taşından yapılmış iri bir aslan heykeli ise geçtiğimiz yılarda yerinden alınarak Enkomi harabelerindeki açık bir alana konduğu tespitinde bulunulmuştur. St. Barnabas Arkeoloji Müzesinde üstü kapalı bir alana taşınmasında yarar gördüğümüz bu heykelin, Aphendrika kentinin önemli bir şahsiyetini beklemek amacıyla mezarının önüne konmuş olabileceği tahmin edilmektedir.