Antik Çağda eşcinsellik – kısa bir bakış
Antik Çağda eşcinsellik – kısa bir bakış
Dr. Rıza TUNCEL
Doğu Akdeniz Üniversitesi,
Sanat, Beşeri ve Sosyal Bilimler Bölümü.
İnsan cinselliğinin gelişiminin evrimsel sürecini anlamak isteyen bilim insanları, üyesi olduğumuz primat ailesinin cinsel davranışlarının belgelenmesine ve anlaşılmasına çalışmışlardır. İnsanlara en yakın genetik özelliklere sahip olan iki primat, bonobolar ve şempanzelerdir. Bu iki cins de aslında birbirine genetik ve görünüm olarak o kadar yakındırlar ki, bonoboların keşfedildiği ilk zamanlarda kendilerine “pigme şempanze” adı verilmiştir. Ne var ki bu iki yakın akrabamızın cinsel davranışları oldukça büyük farklılıklar sergilemektedir. Bonobolar cinselliği topluluk içi çatışmaları en aza indirgemek ve çözmek, rahatlamak ve sosyal ilişkileri pekiştirmek için kullanırken, şempanzelerde ise cinsel rekabet ön plana çıkmakta ve şiddete yol açmaktadır. Her iki cins de çok eşlidir. Erkek şempanzeler kendilerine seçmiş oldukları (dişi) eşleri himayelerinde tutabilmek için diğer erkeklerle savaşmak ve onları yenmek durumundadırlar, ki bu da şiddete yol açmaktadır. Bonobolar ise nerdeyse pan-seksüel olarak tanımlanabilirler. Şempanze topluluklarında erkek egemen bir yapı varken, bonobo topluluklarında dişinin daha ön planda olduğu söylenebilir. Dişiler arasında süregelen ve anne-çocuk arasındaki bağ, çocuğun cinsiyeti fark etmeksizin uzun yıllar devam eder. Bonoboların genel olarak karakteristik olan paylaşımcılığı cinsellikte de geçerlidir. Genç veya olgun bireyler cinsiyet farkı gözetmeksizin birbirleriyle (genel olarak çok kısa süren) cinsel birleşme gerçekleştirirler. Doğan yeni bireyler ise topluluk içerisinde beraberce yetiştirilir. Erkek ve kadın bireyler birbirleriyle cinsel haz paylaşarak sosyal ilişkilerini güçlendirirler. Kısacası bonobolar için cinsellik bir el tokalaşmadır.
İnsan cinselliğinin günümüzde tek eşli, cinselliği tabu olarak gören ve eşcinselliği dışlayan halinin sosyo-evrimsel süreci farklı terorik yaklaşımlarla açıklanmaya çalışılmıştır. Batı dünyasının yeni dünyayı ve farklı kıtaları kolonizasyonu daha “ilkel” kültürlerin (batı dünyası tarafından) keşfini de sağlamıştır. Burada bulunan avcı-toplayıcı toplumların her anlamda – cinsellik de dahil – daha paylaşımcı oldukları (çok eşlilik, eşcinsel yönelimler, vs.) birçok gezginin yazılarında dile getirilmiştir. Her toplumda cinselliğe yaklaşım aynı olmasa da, insan cinselliğinin çeşitliliğini belgelemesi açısından bu gözlemler önemlidir.
Avcı-toplayıcı toplumlarda mülkiyet kavramının olmadığı birçok etnoğrafik araştırma ile tespit edilmiştir. Sürekli konar-göçer bir hayat süren toplumların zaten beraberlerinde fazla bir “mülk” taşıması mümkün değildir. İnsanların yerleşik hayata geçmesiyle beraber sürekli aynı mekanda kalması, ev ve mülk kavramını da beraberinde getirmiş, mülkün gelecek nesillere devri söz konusu olmuştur. Bununla beraber cinselliğin de üreme ile ilişkisi ve artık ekonomik erki elinde tutan erkeğin mülk varislerinin kendi “kanından” olması daha da önem kazanmıştır. Bu görüşe göre erkek bundan sonra kadını kendi “mal”ı olarak görmeye başlayarak hem tek eşliliği kurumsallaştırmış, hem de üremenin – veraset bağlamında değerli olması açısından – değerini artırarak eşcinselliği tabulaştırmıştır.
Eşcinsel ilişkiler konusunda – yukarıda bahsedilen primat cinselliği dışında – tarih öncesi dönemlere ait elimizde çok fazla bilgi olmamasına rağmen, tarihsel dönemler için giderek artan belgesel veriler bulunmaktadır. Tarihsel dönemlerden ve “eşcinsellik”ten bahsederken belki bu noktada günümüzde kullanılan “eşcinsellik” teriminin yeni bir kavram olduğundan bahsetmek gerekir. Günümüzde “eşcinsellik” bir kişinin kendi cinsine karşı duyduğu duygusal ve cinsel çekim olarak tanımlanaktadır. Eski kültürlerin modern anlamda bir “eşcinsellik” kavramının olup olmadığı tartışılabilir. Aşağıda, çok kısa ve birçok eksik içeren özet, bu gerçek göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Yine, tarihin erkekler tarafından yazıldığı, tarih boyunca kadınların seslerinin – istisnai durumlar dışında – duyulmadığı hatırlanmalıdır. Dolayısıyla, aşağıda eşcinsellik konusundaki verilerin erkek eşcinselliğine vurgu yapması, yazardan değil, tarihsel verilerden kaynaklanmaktadır.
Tarihin doğduğu Mezopotamya ve Yakın Doğu coğrafyasında eşcinsel ilişkilere farklı yaklaşımlar olduğu bilinmektedir. Tarihin ilk epik şiiri sayılabilecek olan Gılgamış destanında yer alan Enkidu-Gılgamış ilişkisinin homoerotik okunabileceğini birçok bilim insanı kabul etmiştir. Gılgamış’a bir “arkadaş” olarak yaratılan Enkidu’nun ölümünden sonra Gılgamış’ın ağıtı nerdeyse bir “kadın”ın ağıtıdır. Gılgamış kendini yerden yere atar, giysilerini parçalar, saçını yolar. Sümer (güney Mezopotamya) edebiyatının ilk eserlerinden kabul edilen bu destan, daha sonraları Mezopotamya’nın kuzey/güney farklılığı konusunda da öngörüleri doğrulamaktadır. M.Ö. 2. binyıl içerisinde kuzeyde Asur, güneyde ise Babil olarak tanımlanan Mezopotamya uygarlıklarında, Babil’in eşcinselliğe daha ılımlı yaklaşımı göze çarpmaktadır. Asur yasalarında eşcinsellik cezalandırılırken, Babil yasalarında bu konuda herhangi bir ceza bulunmamaktadır. Aynı dönem içerisinde diğer bir önemli uygarlık olan Hititlerde de eşcinsellik karşıtı bir yasa yoktur.
Diğer bir uygarlığın, Mısır’ın ise, eşcinsellik konusundaki yaklaşımı bazı arkeolojik kalıntılar ve tarihi belgelerden bilinmektedir. Bu kadim uygarlığın mitolojisinde yer alan öneli tanrılardan Seth ve Horus’un hikayesi ilginç bir örnek sunmaktadır. Her ikisi de erkek tanrılar olan Seth ve Horus, Seth’in Horus’u baştan çıkarma girişimiyle farklı bir boyut kazanır. Bir hikayede Seth, Horus’u baştan çıkarmayı başaramaz, ama Horus’a “arkan ne güzelmiş” der. Seth, Horus’u evine yemeğe çağırır ve bu buluşma Seth’in Horus’un bacakları arasına boşalmasıya sonuçlanır. Hikayenin başka bir türevinde ise Horus kendi spermini Seth’in en çok sevdiği sebzelerden biri olan marul üzerine akıtarak ve Seth’in bunu yemesini sağlayarak Seth’i hamile bırakır.
Mısır’ın farklı cinsiyet kimliklerine yaklaşımının bir diğer dışavurumu ise tanrı Hapi’dir. Nil nehrini temsil eden bu tanrı bir erkek olarak tasvir edilmesine rağmen, bir kadının göğüslerine sahiptir. Kadın göğüsleri Nil nehrinin bereketini simgelemektedir. Belki de günümüzde “trans-gender” olarak tanımlanabilecek olan bu tanrının Mısır’ın en önemli tanrılarından biri olduğunu unutmamak gerekir.
Eşcinsellik tarihi açısından diğer bir önemli buluntu ise, yine Mısır’da Niankhnum ve Knumhotep’e ait mezardır. Meslekleri “saray maniküristlerinin şefleri” olarak tanımlanan bu iki kişinin birbirleriyle olan ilişkisi de tartışma konusudur. Klasik Mısır sanatında sadece eşler için kullanılan yakınlık göstergeleri (yakın kucaklaşma, burunların birbirine değmesi), bu mezarda iki erkek için kullanılmıştır. Her ikisinin de evli olduğu bilinen Niankhnum ve Khnumhotep’in bu derece yakın bir ilişki içerisinde tasvir edilmesi kimi bilim insanları tarafından ikiz oldukları şeklinde yorumlanmış olsa da, Mısır sanatı ve kültürü içerisinde ayrıcalıklı bir durum olarak göze çarpmaktadır.
Antik çağ içerisinde eşcinsellik konusunda en zengin kaynaklardan birine sahip olan kuşkusuz antik Yunan uygarlığıdır. Belgeler yanında sanat eserleri de antik Yunan eşcinselliği konusunda oldukça geniş bilgiler sunmaktadır. Yazınsal olarak elimizdeki en eski kaynaklardan biri olan Homeros’un İlyada’sında (M.Ö. 8. yüzyıl) doğrudan değinilmemesine rağmen, destanın en önemli karakterlerinden biri olan Akhilleos’un Patroklos’la olan ilişkisi klasik dönem (M.Ö. 5. yüzyıl) yazarları tarafından bir aşk ilişkisi olarak tanımlanmıştır. Paiderastia, bu dönemde daha olgun bir erkeğin (erastes – 20’li yaşlarında) daha genç bir erkekle (eromenos – ergenlikten 18 yaşa kadar) olan ve cinsellikle beraber genç erkeğin eğitimini de içeren ilişkisini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Bu tür ilişkilerde (“aktif” tarafın daha olgun olan taraf olduğu) anal cinsellik yazınsal olarak yadırgansa bile, (genel olarak öngörülen bacak arası sürtünerek yaşanan bir cinsel birliktelikti) gerçeğin (!) ne olduğu konusunda komedi yazarları ipuçları sunmaktadır.
Antik Yunanistan’daki eşcinsellik konusunda belki de en çarpıcı ilişkilerden biri, Atina’nın adlarına heykeller dikerek kutladığı Harmodios ve Aristogeiton’dur. Tiranisid’ler olarak bilinen bu ikili, bir tiran (siyasi erki zorla ele geçiren biri) olan Hipparkhos’u öldürmüşlerdir. Sevgili oldukları bilinen Harmodios ve Aristogeiton, Atina agorasında (pazar yeri) heykelleri dikilen ilk vatandaşlardır. Antik Yunanistan’da tüm eşcinsel ilişkilerin erastes-eromenos idealine bağlı olmadığı ve bu “ideal” dışındaki ilişkilerin de horlanmadığı bazı diğer belgelerden de bilinmektedir.
Kadın eşcinselliği konusunda antik Yunanistan’dan en iyi bilinen kişi kuşkusuz Sappho’dur. Antik yazarlar da dahil olmak üzere şiirleri hayranlık uyandıran bu şair, Yunanistan’ın Lesbos (Midilli) adasındandır (günümüzde kadın eşcinseller için kullanılan lezbiyen terimi bu adanın isminden gelmektedir). Evli olsa da ve erkeklere de aşk şiirleri yazsa da, şiirlerinin ana temasını oluşturan kadın güzelliği ve kadın bedenine şiirsel yaklaşımı, antik yazında ender raslanan kadın eşcinselliği konusunda kısmen de olsa zengin bir kaynak oluşturmaktadır.
Roma uygarlığının, Yunan uygarlığından etkilendiğinin açık olmasına rağmen, cinselliğe daha heteronormatif olarak yaklaştığı söylenebilir. Bir erkeğin diğer bir vatandaş erkekle cinsel ilişkisinin tabu olduğu Roma’da, bir erkeğin köle bir erkekle (veya eğlence sektöründe çalışan infames – şarkıcı, dansçı, vs. – kişilerle) aktif olarak yaşadığı eşcinsel bir ilişki normal kabul edilmekteydi. Bu öngörüye rağmen, bazı ileri gelen Roma liderlerinin cinsel yaşantılarının normatif olmadığı da bilinmektedir.
Julius Caesar hakkında “her kadının erkeği, her erkeğin kadını” dendiği, Roma İmparatorlarından Tiberius’un cinsiyet ayrımı gözetmeksizin orjiler düzenlediği, Nero’nun ise sevdiği bir genç erkeği hadım ettirerek evlendiği bilinmektedir. Belki “skandallar” başlığı altında anılabilecek bu Roma imparatorların cinsel hayatları dışında bir istisna Hadrian’ın Antinoos’a olan aşkıdır. Bir Anadolu kentini ziyareti sırasında (büyük olasılıkla modern Bolu’da) karşılaştığı Bithinya’lı gence aşık olan Hadrian onu korumasına almıştır. Antinoos’un daha 20 yaşındayken Mısır’da sebebi bilinmeyen ölümünden sonra Hadrian onun adına bir şehir kurmuş (Antinoopolis), imparatorluğun her yanına heykellerini diktirmiş, hatta onu tanrılaştırarak adına tapınaklar inşa etmiştir.
Yukarıdaki çok kısa özet, Roma imparatorluğunun sonuna kadar olan süreçte eşcinsellik tarihinden kısa “kapı-aralıkları” sunmaya çalışmıştır. Kuşkusuz, gerçek bundan çok daha karmaşıktır. Tarih boyunca cinsellik (eşcinsellik de dahil olmak üzere) ve cinsiyet, bir güç arenası olmuş, olmaya da devam etmektedir. Siyasi erkler tarafından kategorilere ayrılan, tabulaştırılan ve çoğu zaman yasaklanan cinsellik tüm formlarıyla insan doğasının her zaman ayrılmaz bir parçası olmuştur.