Antik Gastria’nın yok oluş süreci…
Antik Gastria’nın yok oluş süreci…
Tuncer Bağışkan
Gastria arkeolojik sit alanına yıllar önce inşa edilen Kıbrıs Türk Petrolleri’nin kapasite artırma çalışmaları sırasında Ortaçağa ait Gastria Kalesi’ne büyük zarar verildiği iddiasını ilkin Yenidüzen gazetesinin 14 Nisan tarihli sayısında okumuştum. Aslında şimdilik burada büyük bir zarar değil, “listenmiş bir eski eserin korunma alanına izinsiz inşai ve fiziki müdahale” söz konusu olduğunu öncelikle belirtmek isterim. 1974 yılından sonra Kıbrıs’ın kültürel mirasını mirasyedi hovardalığıyla sağa sola peşkeş çekenler ile bunların zarar görmelerine neden olanların icraatlarını halen unutmuş değiliz. Girne’nin tarihi, kültürel ve doğal çevresinin bozulması yetmezmiş gibi, el değmemiş Karpaz yarımadasının tarihi, arkeolojik ve doğal değerlerinin de yok edilmesi için 2003 yılından hemen sonra birilerinin düğmeye bastığı izlenimi edinilmektedir. Yıllar önce askeri bir buldozerin Salamis civarındaki “Banaya tis Avgasida manastır kilisesini” yerle yeksan etmesiyle işe başlanmıştı. Daha sonra sıra Dipkarpaz Şelonez mevkiindeki “Banaya Apagu kilisesi”nin yıkılmasına geldi. Nihayet 2011 yılında Bafra’daki Nuhun Gemisi otelinin yapımı sırasında deniz kenarındaki “Ayia Thekla kilisesi”nin buldozerle yıkılması eylemi gerçekleştirildi. Zaten Bafra köyündeki Mas Turizm yatırımlarının olmazsa olmazları arasında bulunan dört şeritli yolların yapımı sırasında antik mezarlardan birinin yok edilişine de tanık olmuştuk ne yazık ki… Ve 2005 yılında Apostolos Andreas burnunda bulunan Kastros tepesindeki 9000 yıllık Neolitik yerleşim yeri de askeri makamlar ile Dipkarpaz Belediyesi’nin işbirliğiyle buldozerlenip üzerine iki tane devasa bayrak dikilmesiyle yurtdışındaki ‘ünümüz’ daha da bir pekişmişti!
Ve dünya arkeoloji literatürüne giren antik Gastria kentinin kirli sanayi, enerji ve yakıt depolama tesisleriyle yok edilme sürecine 1979 yılında start verildiği, bu sürecin de buraya daha fazla “kirli sanayi” tesislerinin kurulmasıyla devam edeceği izlenimi edinilmektedir. Geçmişte bu alana ‘siyasiler”, ‘bürokratlar’ ve onların ‘kurşun askerleri’ tarafından yapılan geri dönüşümü olmayan tahribatları anlatmadan önce, bu alanın yeterince aydınlanmamış tarihi geçmişi üzerinde ana hatlarıyla da olsa durmamız gerekiyor.
GASTRİA KALESİNİN TARİHÇESİ
Gastria antik kent kalıntıları ile kalesinin tarihi geçmişine ilişkin bilgilerimiz büyük oranda Stephen Lusignan, Amadi, Florio Bustron, Rupert Gunnis, George Jeffery, Camille Enlard, Veronica Tatton-Brown ve Antikalar Dairesi’nin yayınlarına dayanmaktadır. Zamanın Antikalar Dairesi müdürü olan G. Jeffery, 1882 yılı itibarıyla bu alanda Fenikelilere ait mezarların saptandığını kaydetmiştir. 1973-1974 yılları arasında köyün kuzeydoğusunda bulunan Valia ormanındaki Alaas mevkiinde gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda ise Geç Tunç döneminin sonlarına tarihlenen (M.Ö 1075-1050) bir mezarlık alanı bulunurken, köyün civarında ise kent kalıntıları ile antik mezarlara rastlanmıştır.
Gastria (Kalecik) köyünün güney batısındaki deniz kenarında bulunan Gastria Kalesi’nin yapılış tarihi kesin olarak bilinmemesine karşın, genellikle M.S 1191 yılında Templer Şövalyeleri tarafından yapıldığı kabul edilmektedir. M.S 1211 yılında eniştesi kral Hugh I’den kaçan Gautier de Montbeliard definesiyle bu kaleye sığınmıştı. Diğer tarihi bir olaya göre 1232 yılında Girne Boğazı’ndaki Agridia savaşında Kraliyet ordusuna yenilen Alman İmparatoru Frederick II’yi destekleyen liderlerden Walter Manopello, Justicair ve taraftarları, savaş alanından kaçarak bu kaleye sığınmaya kalkışırlar. Ancak kaleyi savunan Templer şövalyeleri, Frederick II yandaşlarının kendilerine Lefkoşa’da kötü davrandıkları gerekçesiyle onlara kalenin kapısını açmazlar. Bu nedenle onlar da saklanmak zorunda olduklarından kalenin hendeğinin altına kamp kurarlar. Ancak Templer şövalyeleri durumu Kral Henry ve Beyrut Lordu’na bildirirler. Beyrut Lordu da ilkin genç John of İbelin’i, sonra da Jaffa kontunu süvari birlikleriyle Gastria kalesine gönderir. Böylece isyancılar yakalanıp Lefkoşa’ya getirilirler ve Agridia savaşı sırasında yakalanan diğer isyancıların konduğu zindana atılırlar. 1308 yılında Templer Şövalyelerinin elinden alınan diğer emlak gibi, Gastria Kalesi de ellerinden alınarak Hospital Şövalyelerine verilir. 1310 yılında Amaury, Tir krallığını kardeşi Henry II’den zorla alınca, onu muhafızlarla Lefkoşa’dan Gastria kalesine gönderir. Oradaki küçük bir sandalla limanda bekleyen üç gemiye bindirilerek Ermenistan’a götürülür. Kardeşi ölünceye kadar orada tutsak kalan Henry II, Kıbrıs’a dönünce, Hospital şövalyelerini cezalandırmak için kaleyi yıkarak yerle bir eder. Ancak kalenin bir kısmının yıkılmadığı, bu nedenle de 1425 yılında Mısır işgali sırasında geriye kalanların da yıkılarak izinin bile kalmadığı tarihçi Florio Bustron tarafından kaydedilmiştir. Ancak İngiliz Sömürge Dönemi’nin ilk yıllarında burada incelemelerde bulunan Camille Enlard, kaleye ait bazı kalıntıları saptadığından Bustron’un iddiasının doğru olmadığı görüşüne varılır.
GASTRİA ANTİK SİT ALANINA GERÇEKLEŞTİRİLEN İLK SALDIRI VE BÜYÜK TAHRİBAT
Fevzi Akkaya ile Sezai Türkeş adlı kişilerin antik Gastria’da ihraç amaçlı alçı ile çimento fabrikası kurma istekleri ilkin 1979 yılında gündeme gelmişti. Bunun üzerine tesisin kurulmak istendiği arazi ile yakın çevresi Mağusa Bölge Sorumlusu Turan Katırcıoğlu, Lefkoşa Bölge Sorumlusu Abdürrazak Yücel ve arkeolog Nusret Mahirel’den oluşan üç kişilik bir heyet tarafından incelenip haritaya işlenirken, 10.1.1979 tarihli raporlarında ise arazide saptadıkları kalıntıları şu şekilde anlatmışlardır: “Gastria kalesinin bulunduğu noktadan itibaren mimari kalıntıların sahile kadar uzandığı, bu mimari kalıntıların doğusunda mezarların, mezarların doğusunda ise yine mimari kalıntıların ve izleri açıkça görülen liman ile ambarın yer aldığı, bunların doğusunda ise tesislerin kurulması tasarlanan alanı da içine alan kısımda bol miktarda seramik kalıntısının araziye yayıldığı tespit edilmiştir. Tesis alanının doğusunda yer alan ve Valia ormanının bulunduğu sırt üzerinde ise antik taş ocağı izlerine ve az da olsa seramik parçalarına rastlanmıştır.”
Bilirkişilerin yukarıdaki raporunu değerlendiren zamanın Eski Eserler ve Müzeler Dairesi müdürü sn. Hasan Şefik Altay, bu raporu, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin 473.49 sayı ve 26.1.1979 tarihli aşağıdaki yazıyla bağlı bulunduğu Eğitim, Kültür ve Gençlik Bakanlığına şu şekilde bildirmiştir:“Ö-608-78 sayı ve 6.12.78 günlü Bakanlar Kurulu kararına ilişkin bir görüş bildirebilmek üzere Müdürlüğümüzce Dairemiz bilirkişilerine yerinde inceleme yaptırılmış ve gerek bilirkişilerin sunduğu rapordan, gerekse fotokopisi ekte verilen yabancı yayın ve haritalardan, (35/75 sayılı) Eski Eserler Yasası da göz önünde tutularak şu sonuçlara varılmıştır: (a) Söz konusu alan, yer yer arkeolojik bir sit alanını veya bu alanın korunma sınırlarını oluşturmaktadır. Buna ilişkin arkeolojik mezarlarla arkeolojik buluntu ve kalıntılara, alan üzerinde bolca rastlanmaktadır. (b) 1974’den önce Rumlar burayı arkeolojik alan olarak belirlemişler, ivedi kurtarma kazıları yapmışlar ve dünya arkeoloji literatürüne bu alanı tanıtmışlardır. (c) Kurulması tasarlanan tesisler gerek kurulurken ve gerekse çalışırken bu alanı olumsuz yönde etkileyecek, bu arkeolojik site çok zarar verecektir. Yapılacak işin niteliği dolayısıyla, buralardan alınacak olan ham madde de ne kadar denetlersek denetleyelim ayrı bir tahrip alanı oluşturacaktır. (ç) Konu, tamamen Eski Eserler Yasasının 5. maddesinin kapsamına girmektedir. Bu madde ışığında, kurulması düşünülen tesisin söz konusu arazi üzerinde kurulmasına izin vermek Müdürlüğümüzce mümkün görülmemektedir. Konu, gereği için saygı ile bilginize sunulur.”
Bu konu ayrıca Anıtlar Yüksek Kurulunun 12.2.1979 tarihli 14’üncü toplantısında da görüşülmüş ve buraya herhangi bir tesisin yapılması uygun görülmemiştir. Ancak gelin görün ki zamanın İskân müsteşarı, Vakıflar İdaresi müdürü ve Tapu ve Kadastro Dairesi müdürünün talepleri doğrultusunda buradaki hali araziye kireç ile çimento fabrikası kurulmasına Bakanlar Kurulu kararıyla onay verilir. Buraya fabrikanın temelleri kazılırken çok sayıda antik mezar ile eski eserin buldozerlerle tahrip edildiğini orada gözlemci olarak bulunan arkeolog arkadaşlarımızdan öğrenmiştik.
GASTRİA’YA ALTINBAŞ PETROLLERİNİN PETROL TESİSİ KURMASI
Bakanlar Kurulu’nun E-1023-93 sayı ve 1.9.1993 tarihli kararı ve Devlet Emlak ve Malzeme Dairesi’nin 2/İ.2018 sayı ve 15.9.1993 tarihli yazısıyla Gastria (Kalecik) hali arazisine Altınbaş Petrol Ltd. tarafından akaryakıt dolum ve depolama tesisi inşa edilmesinin prensip olarak onaylanması üzerine, ilgili alan Eski Eserler ve Müzeler Dairesi adına başkanlığımdaki Mağusa Bölge Şube amiri arkeolog Nusret Mahirel ile arkeolog Figen Caner’den oluşan bir heyet tarafından incelenmiş ve konuya ilişkin olarak 28.Eylül.1993 tarihli aşağıdaki komisyon raporu hazırlanmıştı:
“İlgi Bakanlar kurulu kararıyla Gazi Magusa Kalecik Çimento Fabrikası ile Elea Burnu arasında yabancı sermayeli bir petrol Rafinerisi kurulmasının prensip olarak onaylanması, ayrıca bu karara dayanılarak Devlet Emlak ve Malzeme Dairesinin ilgi (b) yazısında önerilen alanın bir Sit alanı olup olmadığının ve burada inşaat yapılmasının eski eserler yönünden sakıncalı bulunup bulunmadığı hususunun öğrenilmek istenmesi üzerine, ekibimiz, 22.9.1993 tarihinde alanla ilgili yüzey araştırma ile literatür çalışması gerçekleştirmiştir. Konuya ilişkin bulgularımız aşağıya çıkarıldığı gibidir. (1) İlgi alan 10.4.1981 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmak suretiyle Bakanlar Kurulu tarafından “SİT ALANI” olarak ilan edilmiştir. (2) Bu alanın kuzeydoğu bitişiğindeki Valia Ormanında 1973-1974 yıllarında satıh araştırma ve arkeolojik kazı çalışmaları yapılmış, burası sit alanı olarak tescil edilmiş ve “Alaas – A proto geometrik Necropolis in Cyprus” yazısıyla (Ek.1), ayrıca “Cyprus BC 7000 years of History” kitabıyla (Ek.2) dünya arkeoloji literatürüne tanıtılmıştır. (3) Bu alan (parsel: 246) ile çevresinde geçtiğimiz dönemlerde ve özellikle de 9.1.1979 ile 9.1.1992 tarihlerinde geniş kapsamlı satıh araştırma çalışması gerçekleştirilmiş ve buraya inşaat yapılması halinde sit alanına zarar verilmiş olacağı hususunda 10.1.1979 (Ek.3) ile 9.1.1992 (Ek.4) tarihli iki ayrı bilirkişi raporu hazırlanmıştır. İzleyebildiğimiz kadarıyla bu raporlardan 10.1.1979 tarihli olanı Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 12.2.1979 tarihli 14. toplantısında onaylanarak kabul edilmiştir. (Ek.5). (4) Söz konusu alandaki 123, 123/1, 123/2, 131, 132, 135, 136, 245 ve 246 parsellerinde 22.9.1993 tarihinde ekip olarak gerçekleştirdiğimiz satıh araştırma çalışmalarında saptayabildiğimiz bulgular aşağıya çıkarıldığı gibidir: (a) Öngörülen alanda bol miktarda seramik ile toprak altında devam eden binalara ait kalıntılar bulunmaktadır. Ayrıca alanın deniz kıyısındaki doğu ile batı hudutlarında şehir (bina) kalıntıları (Levha 1), orta kısımdaki alanda ise çok sert kayaya oyulmuş yaklaşık 30-40 adet anıtsal nitelikli mezar saptanmıştır. (Levha 2-3) Bu alanda herhangi bir sondaj çalışması yapılmadığından bu mezarların dönemi saptanamamıştır. Ancak bu bölgede geçmişte saptanan mezarların Geç Tunç-Roma dönemleri arasına tarihlendirildiği bilinmektedir. Basamaklı Dromosları (yolları) olan mezarların oda sayısı bir ile üç arasında değişiklik göstermektedir. Bir kısmı kazılmış olmasına karşın, bir kısmı toprak altında olduğundan ellenmemiş durumdadır. (b) Bu alanın birkaç yıllık bir çalışmayla turizmin hizmetine sunulmasının mümkün olabileceği görüşüne varılmıştır. SONUÇ: Araştırma sonuçlarından da anlaşılacağı gibi, Petrol Rafinerisi yapılması için önerilen alan, değiştirilmiş şekliyle 35/75 sayılı Eski Eserler Yasası kapsamına girmekte olup, Bakanlar Kurulu tarafından Resmi Gazete’de yayınlamak suretiyle “SİT ALANI” olarak ilan edilmiştir. Bu alanda saptadığımız anıtsal nitelikli kayaya oyulmuş mezarlar bölgenin en güzel mezarları arasında yer almaktadır. Buraya herhangi bir inşaatın yapılması halinde alandaki arkeolojik kalıntıların yıkımı gündeme gelecektir. Bu nedenle sözü edilen rafineri için başka bir alan belirlenmesinin gerek ve yararına inanmaktayız. Bilgilerinize saygı ile sunulur”.
28.9.1993 tarihli bu rapora istinaden devletin hali arazisine Altınbaş Petrolleri tarafından petrol rafinerisi kurulmasına Eski Eserler ve Müzeler Dairesinin 28.9.1993 tarih ve EEM.31/93 sayılı yazısıyla da şu şekilde izin verilmemiştir: “…. Dairemizce oluşturulan teknik heyet, Bakanlar Kurulu kararında bahsedilen bölgede inceleme yapmış ve ilişikte sunulan raporunu hazırlamıştır. Raporda da görüleceği gibi bahse konu alan içerisinde arkeolojik buluntular mevcut olup, rafineri gibi bir işletmenin bu alanda kurulabilmesine olanak vermemektedir.”
Ancak Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğündeki görevimden pasifize edildiğim 1997 yılının Aralık ayından hemen sonra zamanın ayni daire müdürü, yukarda sözü edilen kendisinin imzaladığı resmi evrak ile komisyon raporumuzda belirtilen alandaki 30-40 adet anıtsal mezarın varlığını devre dışı bırakmış ve bu alandan çok uzakta bulunan Gastria Kalesi’ni gündeme getirerek, Altınbaş şirketi için çed raporu hazırlayan mimara dairenin EEM. 31/98-33 sayı ve 12.6.1998 tarihli yazıyla bu sefer de şu bildirimde bulunmuştur: “21 Mayıs 1998 tarih ve 98-02 sayılı yazınızla, Altınbaş Petrol Ltd. adına (ÇED) Çevresel etki değerlendirmesi raporlarında kullanmak üzere istemiş olduğunuz ilgi haritalar ekte sunulmaktadır. Bahse konu araziniz ve sit alanlarımızla ilgili harita referansları da bilginize sunulmakta olup İLGİ ARAZİNİZ, SİT ALANLARIMIZIN DIŞINDADIR. Bilgilerinize saygılarımla rica ederim.”
Bu yazıda petrol tesislerinin kurulmak istendiği alanın sit alanı olmadığı, burada eski eser bulunmadığı belirtildiğinden, mezarların bulunduğu bu alan ilgili şirkete ikram edilirken, bir yandan da eski eserlerin korunma alanlarıyla ilgili karar alma yetkisi bulunan Anıtlar Yüksek Kurulu’nun devre dışı kalması da sağlanmıştı. Böylece 28.Eylül.1993 tarihli komisyon raporu ile ayni tarihli Eski Eserler ve Müzeler Dairesi yazısında belirtilen antik Gastria mezarlık alanı ile çevresine, Eski Eserler Dairesi Müdürünün bu sefer de 12.6.1998 tarihli yazısına dayanılarak petrol tesisinin inşa edilmesine başlanmıştır. Petrol depolarının yapımı sırasında arazideki bazı mezarların üzerleri ile yanlarına petrol depolarının inşa edildiği bilgileri Karpaz köyleri araştırmalarım sırasında orada çalışan bazı kişiler tarafından bilgime getirilmişti. Bu alanın her ne kadar da sit alanı dışında olduğu Eski Eserler Dairesi müdürünün 12.6.1998 tarihli yazısında açıkça belirtilmiş olmasına karşın, 1993 yılı itibarıyla burada saptayıp 28.Eylül.1993 tarihli raporda belirttiğimiz 30-40 adet antik mezardan günümüze gelebilen çok azının şimdi bile petrol rafinerisinin hemen dibindeki “korunma alanında” bulunduğunu saptadığımdan bunlardan birinin fotoğrafını yıllar önce çekmiştim. Ancak bu fotoğrafı çekerken 1993 yılında orada saptadığımız çoğu mezarları görmediğimi de belirtmeden edemeyeceğim.
KIBRIS TÜRK PETROLLERİ ŞİRKETİNİN GASTRİA’DAKİ YERİ
Kıbrıs Türk Petrollerinin Gastria’ya ne zaman kurulduğunu kesin olarak bilmiyor olmama karşın 1979-1993 yılları arasında kurulduğu anlaşılmaktadır. Bugüne saptayabildiğimiz araştırma bulguları, bu bölgedeki antik kalıntıların Mağusa Boğazındaki Kooperatif Harup ambarlarından başlayarak doğudaki Valia ormanına kadar uzandığına işaret etmektedir. Özellikle de bu kalıntıların Petrol tesislerinin civarında yoğunlaştığı da tespitlerimiz arasında yer almaktadır.
Ancak şu da bir gerçektir ki 1979 - 2010 yılları arasında hoyratça kullanılan bu alandaki eski eserlerin yasal olarak listelenip derecelendirilmediği, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin görevlendirdiği komisyonun 18.1.2010 tarihli raporundan anlaşılmaktadır. Açıkça söylememiz gerekirse, bu raporun ekindeki haritada değil 1993 yılında arazide saptadığımız antik mezarlık alanı, antik Gastria Kalesi’nin bulunduğu tepenin doğu kısmı bile sit alanı dışında tutulmuştur. Devlet Emlak ve Malzeme Dairesi’nin 15.9.1993 tarihinde Eski Eserler Dairesi’nin bilgisine getirdiği tapu haritasında Gastria kalenin bulunduğu tepenin doğu kısmının Riza Beton ile Kıbrıs Türk Petrolleri şirketine ait olduğu kayıtları dikkat çekmektedir. Bunun ise, Gastria Kalesi’nin bütünlüğünü bozduğu ve olası bir inşai-fiziki müdahalede kale ile çevresinin zarar görebileceği izlenimi edinilmektedir.
Gastria Kalesi ile çevresini ziyaret ettiğim 19.Nisan.2013 tarihinde bardaktan boşalırcasına yağmur yağdığından kalenin yakın çevresinde herhangi bir kazı saptayabilmiş değilim. Yine de buldozerlerle gerçekleştirildiğini basından öğrendiğimiz düzeltmenin Kıbrıs Türk Petrolleri tesisinin sınırları dahilinde olduğu izlenimi edinilmektedir. Kalesinin çevresindeki ‘korunma alanı’nda bulunduğu anlaşılan bu yerde eski eser bulunup bulunmadığının belirlenebilmesi amacıyla burada öncelikle Anıtlar Yüksek Kurulu kararı ve arkeologlarımızın gözetim ve denetiminde sondaj çalışmalarının yapılması yasal bir zorunluluk olarak görülmektedir. Bu alandan eski eserlerin çıkması halinde 60/94 sayılı Eski Eserler Yasası kurallarının uygulanması gereği vardır. Ancak bu alanda eski eser olarak listelenmeyen kalıntılara sahip çıkılmadığı sürece, ileriki zamanlarda sıkıntı yaratmaya devam edeceği iyice bilinmelidir. Bu nedenle öncelikle antik Gastria kalesinin bulunduğu tepenin doğu ucunun da sit alanı kapsamına alınması zorunluluk arz etmektedir. Ayrıca Altınbaş petrol tesisinin güney bitişiğinde bulunan ve zamanın daire müdürünün marifetiyle kayıt dışı bırakılan antik mezarların da listelenmesi gerektiğini belirterek bugünkü yazımızı da sonlandırmış olalım…