1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Aptallık üstüne
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Aptallık üstüne

A+A-

“Aptallığa karşı Tanrılar bile boşuna mücadele ederler.”

Bu deyiş Alman düşünür Scheller’e aittir. Yunancada da benzer bir ifade vardır: “Aptallık yenilmezdir!”

Aptallık üzerine söz söylemek kolay değildir. Bu konuda ilk kalem oynatanlardan biri olan Avusturyalı yazar Robert Musil oldu. Hitler’in 1933’te iktidara gelmesinden sonra ve Avusturya’yı ilhak etmesinden bir yıl önce,1937 yılında Viyana’da aptallık üzerine verdiği bir konferansta, aptallığa dair konuşup yazmanın zorluğuna işaret ederken, bu konuyu el atanların konuyu bilirmiş ve kendileri aptall değilmiş gibi bir intiba uyandırdıklarını ama bunun doğru olmadığını söyler.

Kendini aptallıktan uzak ve zeki biri olarak görmenin aslında bir tür aptallık olduğunu ileri süren Musil, kendisinin de zaman zaman “aptallığın tuzağına düşmüş olduğunu” belirtmekten çekinmez.

Musil, sıradan insanın ne aptal, ne de zeki görünmek istediğini belirtir ve bunun demokratik olmayan düzenlerle ilgili olduğunu savlar. Örneğin Monarşilerin hüküm sürdüğü dönemlerde insanların kendilerini belli etmemeye çabaladıklarını iddia eder, çünkü muktedirlerin zeki insanlardan hoşlanmadığını ileri sürer. Daha doğrusu, zeki bir insan ancak iktidara hizmet ederse kabul görür. Fakat bir insan hem zekiyse hem de iktidara kafa tutarsa, onu derhal “kendini beğenmiş” ya da “pervasız” ilan ederler. Bu yüzden kimse zeki olduğunu göstermek istemez.

Aptallar iktidar açısında tehlikeli sayılmazlar ama onları bekleyen başka sorunlar vardır. Muktedirler kayıtsız bir aptala önem vermezler belki ama boyun eğen aptallar karşısında sadist duygulara kapılırlar.

Bu yüzden monarşilerde ne zekiler zeki olduklarını, ne de aptallar aptal olduklarını belli etmek istemezler. Epikouros’un tavsiyesini uyar gibidirler: “Lathe Viosas”, yani “gizli yaşa...”

Tabii, buna yaşamak denirse...

Aslında bu tespit, demokratik olmayan butün düzenler için geçerlidir. Baskıcı rejimlerde yaşayan bireyler ya görünmezliğe mahkum edilirler ya da kendi kendilerini mahkum ederler.

Fakat “gizli yaşamak” ya da görünmez olmak, Eski-Yunan’da aptallığın ta kendisi sayılıyordu. Kamuda aktif olarak yer almayan, toplumsal sorunlarla ilgilenmeyen yurttaşlara “İdiotis” deniyordu ki, bu sözcük, Avrupa dillerine “Iditot” olarak geçen ve “aptal” anlamına gelen sözcüğün kökenidir.

Robert Musil, modern kitle toplumlarında ortaya çıkan bir aptallık türünden de söz eder. Bu, “ben” yerine “biz” diye laf eden ve bir ulus veya bir siyasi parti adına konuşmaktan hoşlanan kişilerde görünen bir durumdur. Çünkü “biz” diyerek bir ulus veya siyasi parti ile körü körüne özdeşleştiğimizde eleştirel düşünce kapasitemizi kaybederiz.

Robert Musil’dan yaklaşık 90 yıl sonra bir Avusturyalı daha aptallık üzerine yazdı. Avusturyalı Heide Kastner 2022 yılında “Aptallık” başlığı altında yayınladığı kitabında günümüz toplumlarında yaygın olduğunu ileri sürdüğü aptallık olgusunu irdeliyor.

Aptallığı, doğru yargı gücünden yoksun olmak olarak da tanımlayan Kastner, bir dizi nedenden söz ediyor.

Düşük algı kapasitesine sahip olanlar, düşünme tembelleri, öğrenmeyi reddedenler, verileri inkar edenler, verileri gördükleri halde bilinçaltına kazınmış anlayışlara bağlı kalanlar, komplo teorilerine inananlar, zeki oldukları halde duygusal zekaları gelişmeyenler ve empati yapamayanlar aptallık kategorisi içinde yer alıyorlar.

Ben özellikle düşünce tembelleri ve öğrenmeyi reddedenler, aslında öğrenmekten korkanlar üzerinde durmak istiyorum.

Düşünme tembelleri, ya da düşünme zahmetine katlanmayanlar düşünmeyi başkalarına delege ederler. Bu yüzden, doğru yargıda bulunamazlar. Doğru yargıda bulunamayan ya da yanlış kararlar alanlar hem kendilerine, hem de başkalarına zarar verirler.

Hannah Arendt, Kötülüğün Bayağılığı adlı çalışmasında, Avrupa Yahudilerini imha planını hayata geçiren Adolf Eichman’a dair, “bu kişi bir canavar değil, düşünmeyi unutmuş biridir” der.

Öğrenmekten korkanlar ise aslında ya korktukları için ya da suçluluk duygusu taşıdıkları için öğrenmekten kaçınırlar, gerçeklere sırtlarını dönerler, çünkü açık zihniyetle öğrenmek, o ana kadar emin olduğumuz şeyleri yerle bir edebilir!

Bu kategoride yer alanların değişimden korkan kişiler olması tesadüf değildir. Kastner, büyük dönüşümlerin yaşandığı dönemlerde aptallığın doruğa tırmandığını ileri sürer.

Zeki olup da duygusal zekadan yoksun olanlar da aptallık kategorisi içinde yer alırlar.

Empatiye gelince. Heide Kastner, empatiyi, akılsal ve duygusal empati olarak ikiye ayırır. Akılsal empati yeteneği, başkalarının içinde bulundukları duygu ortamını anlamamıza yarar. Fakat başkalarının deneyimlerine karşı gerçekten duygudaşlık besleyip, merhamet ve dayanışma gibi eğilimler geliştirip geliştirmediğimizin garantisi değildir. Daha da vahimi, akılsal empati yeteneği olanlar, başkalarının duygu durumunu istismar edebilirler. Örneğin üç kağıtçılar veya Trump gibi popülist politikacılar icraatlarını insanların duygu hali üzerine kurarlar.

Bu duygu “tacirlerinden” farklı olarak, duygusal empati yeteneği olanlar, yani, kendilerini başkalarının yerine koyarak anlamaya çalışanlar, karşılık beklemezler. Burada empati, insanı insan yapan bir erdemdir ve kendi başına bir değerdir.

Kastner, kitabının sonunda İtalyan iktisat tarihçi Carlo Cipolla’nın “The Basic Laws of Human Stupidity” (“İnsanlarda Aptallığın Temel Yasaları”) başlıklı eserine de yer verir.

Cipolla bu çalışmasında, toplumlarda tahmin edildiğinden çok daha fazla aptalın bulunduğunu, bu oranın giderek arttığını söyler ve Nobel Ödülü kazanmış birinin bile aptal olabileceğini belirttir.

Cipolla’ya göre aptal kişi, başkalarına zarar veren, başkalarına zarara verirken kendisi bir şey kazanmayan, hatta kendine de zarar veren kişidir. Kendi kazanımları için başkalarına zarar verenleri aptal kategorisine koymaz. Onlardan “hırsız” olarak söz eder. Tabii bu türden kişileri övmüyor ama aptal da saymıyor. Hatta bunların bazılarının zekice muhakeme yapabildiğini söylüyor. Örneğin kendi kazançlarının, kurbanlarının kayıplarından daha fazla olup olmayacağını hesaplayabilir ve ona göre davranabilirler.

Cipolla, zeki bir tavrın tarafların tümüne kazandıran tavır olduğunu vurgular.

Kısacası, aptallar hem başkalarına, hem de kendilerine zarar verirler.

Cipolla, bu saptamadan hareketle, biraz da ironiyle, demokrasilerde aptalların oylarıyla kendileri hiçbir şey kazanmadan başkalarını zarara uğrattıklarını söyler ve ekler: Yurttaşların oy hakkına dayalı demokrasilere alternatif olacak daha iyi bir devlet şekli, aptallık yüzünden günümüze kadar bulunmamıştır... 

Bu yazı toplam 3225 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar