1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Ara bölgeye çekilen dikenli tellere tepkiler büyüyor...
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Ara bölgeye çekilen dikenli tellere tepkiler büyüyor...

A+A-

Kıbrıs Cumhuriyeti makamlarının kaçak göçmen ve kaçak mültecileri önlemek maksadıyla iki taraf arasındaki ara bölgeye sekiz ile onbir kilometre boyunca çekmeye başladığı dikenli teller, barışsever Kıbrıslılar arasında tepkiyle karşılanıyor... 180 kilometrelik “sınır çizgisi”nin Astromerit ile Lefkoşa Uluslararası Havaalanı bölgesine çekilmekte olan dikenli tellerin, Atienu (Kiracıköy) yöresine de çekilmesinin planlandığı daha önce medyada yer almıştı.

Barışsever Kıbrıslılar, tepkilerini özellikle sosyal medyada dile getiriyorlar. Barışçıl Kıbrıslırumlar’ın bu tepkilerinin bir kısmını, okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirmeye çalıştık. Tepkiler şöyle:

 

“SINIRIMIZ AKAÇA’DA, PERİSTERONA’DADIR!”

Antonis Samarakis, sosyal medya paylaşımında özetle şöyle yazıyor:

***  Ben Maraş göçmeniyim ve 1975 yılında eşimle birlikte (henüz çocuklarımız yoktu) Lefkoşa’nın Faneromeni bölgesinde bir apartman dairesi kiralamıştık, ateşkes hattına çok yakındık.

Hatırlıyorum da her gece, yakınlardaki mevzilerden gelen silah sesleri uyandırıyordu bizi! Ve bir de Kıbrıslı ağzıyla karşılıklı mevzilerden analara, kızkardeşlere de dahil savrulan küfürleri dinlemek zorunda kalıyorduk... Savaş tehlikesini tenimizde hissediyorduk neredeyse... Ve trajik deneyimimiz de, güçlü bir işgalci gücün aniden bir hareket yaparak Eleftheria Meydanı’na ulaşabileceğini ve hatta Lefkoşa’nın tümünü alabileceğini trajik biçimde deneyim olarak bizzat yaşıyorduk...

***  Ancak Kıbrıs’ın hiçbir siyasi lideri, o günlerde özgür-Kıbrıslı işgal altındaki sınıra dikenli tel çekmeyi akıl edememişti! Hiç kimse! Hatta o günlerde sanırım ilk kez Kolokasidis raundabaout’unun (çemberinin) orada “Sınırlarımız Girne’dedir!” sloganıyla doldurulmuştu her taraf...

***  Bugün Kıbrıs’ı yönetenler, tuttukları yolda en utanç verici noktadadırlar. Bundan daha da aşağı bir noktaya inemezler!

***  Anastasiadis ve onun altındaki Nuris, şimdilerde eylemleriyle “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sınırı Akaça’dadır, Astromerit’tedir, Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’ndadır!” diye bağırıyorlar...

 

“TÜRKİYE’YE ADANIN TAKSİMİNİ ÖNERMİŞ OLAN BİR CUMHURBAŞKANI YÖNETİYOR BURAYI...”

Yorgos Kukumas, şöyle yazıyor sosyal medya hesabında:

***  Açıktır ki Anastasiadis hükümeti, Trump’ın düşüncelerini kıskanarak Yeşil Hat’ta 11 kilometrelik bir tel çekme işine girişti... İddiaları, işgal altından gelen mültecilerin geçişini önlemektir. Bay Nuris lütfen bize söyleyiniz, dünyanın hangi yerinde duvarları yükselterek, dikenli tel çekerek mülteci akışı durdurulabilmiştir? Ve “iltica edenlerin sistemi sömürdükleri” yönündeki iddiaları için nereye bakıyor? Çünkü Sayın Bakan çok iyi biliyor ki özgür bölgelerdeki bazı özel şirketler, çok büyük ölçekte köleler gibi yabancı işçileri kullanmaktadır ancak hükümet bunlara dokunamıyor...

***  Ancak esas sorun başka yerdedir. Bu dikenli tellerin oraya konması, Türk işgal ordusu tarafından beklenen bir eylem çünkü onlar bölünmüşlüğü kalıcılaştırmak istiyor. Onlarca yıldan bu yana dünyayı yeşil hattın bir sınır olmadığına inandırmaya çalışan Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti ne zamandan beridir devletler arasındaki sınırlara atıfta bulunacak eylemlere girişiyor? “Yurtseverlik” adı altında kendilerine kariyer yapanlara bunu soracak olsak hangisi bize yanıt verecek: tel çekilen ölü bölgenin ötesinin işgal ordusuna verileceği konusundaki sorularımıza yani...

***  Bu durumun simgelediği şey, oldukça ürperticidir. Ancak biliyoruz ki bu yalnızca simge değildir çünkü biliyoruz ki bu ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı, Türkiye’ye adanın bölünmesini öneren ilk ve tek cumhurbaşkanıdır... Onca yıl boyunca Türkiye’ye “sınırlarımız Girne’dedir” diye bağırıyorduk. Şimdi de dönüp sınırımızın Astromerit ya da Derinya olmadığını mı bağıracağız?

t1-151.jpg

“ÖLÜ BÖLGE’Yİ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’E BAĞIŞLADIK!”

Yorgos Hrisantu ise sosyal medya paylaşımında şöyle yazıyor:

***  Sakin biçimde soruyorum... Bazı verilerin mantığını beynim algılayabilecek mi emin değilim ama çok büyük bir soru işareti var kafamda. Mülteci akışını durdurmak gerekçesiyle Kıbrıs Cumhuriyeti oarak gidip Astromerit bölgesine dikenli teller çektik, burada özgür bölgeler bitiyor ve Ölü Bölge başlıyor. Yani bizler, özgür bölgeleri Ölü Bölge’den (Yeşil Hat’tan) kopardık ve Ölü Bölge’yi, Milli Muhafız Ordusu ile Türkler arasında bir kuşak oluşturmaları için Birleşmiş Milletler’e “bağışladık”...

***  Öncelikle izlenimim kendi kendimize karşı büyük bir hata yaptığımız şeklindedir. Sanki Ölü Bölge’yi veriyoruz gitsin! İkincisi, bu tellerin mülteci akımını nasıl engelleyeceğini aklım almıyor. Yeşil Hat ve Milteciler’le ilgili düzinelerce rapor yazdım ve biliyorum ki (sorumlu bir şahıs olarak bunu çok iyi biliyorum) 11 kilometrelik bir dikenli tel hattı, Lefkoşa’nın batısında insan kaçakçılarının taktiklerini önleyemeyez. Bu kararla ilgili birşeylerin yanlış olduğunu söylemek istiyorum...

t2-143.jpg

“ACABA NE İSTİYORUZ?”

İlias Dimitriu ise şöyle yazıyor sosyal medya sayfasında:

“İki Devlet istemiyoruz Bayan Lute!... Hmmm... Öyleyse acaba ne istiyoruz? Fotoğraf, ölü bölgede Kıbrıs’ta 2021 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çektiği dikenli telleri gösteriyor...”

 

“ANASTASİADİS HÜKÜMETİ ATEŞLE OYNUYOR...”

Maria Papalazaru Frangu ise sosyal medya sayfasında şöyle diyor:

“Anastasiadis-DİSİ hükümeti, mülteci politikaları bakımından Avrupa Birliği’ndeki diğer tutucu sağcı ve aşırı sağcı hükümetleri kopyalıyor. Macaristan’da Orban böyle yapıyor, İtalya’da Maria Dragi ve Yunanistan’da da Mitsodakis böyle yapıyor. Ksenofobi artıyor... Dar ekonomik çıkarlar, insan dayanışmasını yok ediyor...

Astromerit’ten Lefkoşa Havaalanı’na dek 11 kilometrelik ateşkes hattına dikenli tel çekerek Anastasiadis-DİSİ hükümeti ateşle oynuyor... Son 47 senedir, uluslararası kamuoyunu, işgal hattının bir sınır olmadığına ikna etmeye çalışıyoruz. Ve bugünün yöneticileri de bunu bir sınır hattına dönüştürüyor. Bunu bir tek Tatar’ın alkışlamadığı kaldı! Yalnızca yeniden birleşmeye inanan Kıbrıslıtürkler buna tepki gösterdi... Bu da her şeyi açıkça gösteriyor...”

(Derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 9.3.2021)

 


BASINDAN GÜNCEL...

“Geçmişe dönüş...”

Şifa Alçıcıoğlu

İnsanlar alet kullanmaya başladıkları ilk zamanlardan bugüne hayatlarını kolaylaştırmak için çeşitli eşyalar ürettiler. Bu üretimlerde de doğa en büyük destekçileriydi. Çamuru kap kacağa dönüştürmekten, bir çalı veya dal parçasından süpürge yaratmaya değin modern aletlerin temelini hayatlarına sokmayı başardılar. Ülkemizde de doğada bulunan birçok bitki bu şekilde evin önemli eşyaları arasına girdi. Hurma dalından zembil, tülümbeden süpürge, kamıştan sepet, sazdan hasır olarak çıktılar karşımıza. Bazen de hayatımızı kolaylaştıran en önemli yardımcılarımız oldular. El makarnası yapımında makarnayı delikli açmaya yarayan dere yataklarında bulunan bitkinin saplarını “çöp” ya da “magarına çöpü” adını vererek kullandılar. Aynı bitkinin püsküllü cinsiyle ev süpürgesi yaptılar. Tarhana keserken kamış çubuklar yetişti imdada ya da bir taş parçası çekice dönüştü ellerde.

Özellikle köy yaşamındaki mutfaklarla doğanın su götürmez bir ilişkisi vardı. Doğadan toplanılan çalı çırpıyla ocak yakılır, gonnara çaltısı ateşi harlardı. Gonnara daha çok ovalarda yetişen üstünde kahverengi meyveleri olan çok dikenli bir bitkidir. Meyveleri yaz bitimi sonbahar girişi vermeye başlar. Köy çocuklarının en tatlı yemişlerinden biridir. “Herkes gonnara yemez” mi (*) yer mi düşünedursun öksürüğe, yorgunluğa, kansızlığa hatta yaşlılığa iyi geldiği de söylenmektedir.

ttt3.jpg

Eskiden her ev, avlu, kapı önü hatta mahalle elle yapılan süpürgelerle süpürülürdü. O yüzden bu süpürgelere meydan süpürgesi de denirdi. Süpürge yapmak da zahmetli bir işti. Nenem dere yataklarında yetişen ve mis gibi tüten bir çalı cinsi olan maca bitkisini bir kazma yardımıyla kökünden söker, çatal uçlu bir değneğe (dayak) her iki kökü de yan yana gelecek şekilde ıspahoyla sıkıca bağlardı. (Şinyadan yapılan süpürgeler ise şinyadan yapılan iplerle bağlanırdı.) Süpürgenin ucunun yassı hale gelmesi için üstüne ağırlık oturtulurdu. Kötü ve dağınık görünen saçların maca süpürgesine benzetilmesi de buradan geliyor olabilir. Bir diğer süpürge ise tülümbe denilen çalıdan yapılırdı. Dağlarda ise şinyadan süpürge yapılırdı. Eskiden bol bol rastladığımız bu bitkiler gittikçe azaldı. Süpürgeler ise köylerde hala bazı mandıraları, bahçeleri temizlemeye devam etse de şehirlerde işlevsel olmaktan ziyade evlerin duvarlarını süsleyen eşyalara dönüştüler.

Kalem adı verilen kara başağın saplarının boyanmasıyla yapılan sele, sepet ve siniler de duvarlarda süs olarak görmeye alıştığımız eşyalardan. Ama geçmişte şimdikinin aksine mutfaklarda oldukça fazla kullanılmaktaydılar. Özellikle yapılan hamur işleri daha pişirilmeden, geniş bir yüzeyi olan bu sinilerin üzerine konurdu.  Altına bir peşgir serilen malzemeler bu şekilde fırının ya da ocağın yolunu tutardı. Renk renk desenleriyle kadınların ellerinde şekillenen bu eşyalar Çatoz (Serdarlı), Görneç gibi köylerde hala üretilerek hem kültüre katkı sağlıyor hem de bir gelir kapısı yaratıyor.

Köfün geçmişte özellikle üzüm bağı olanların kullandığı kamıştan örülen bir yük taşıma aleti olarak kullanılmaktaydı. Plastik kasaların kullanılmaya başlanmasıyla bu işi yapanların sayısı da gittikçe azalmış ve yok olmuştur. Zembil ise hurma dallarından örülen bir sepet biçimidir. O da naylon poşet kullanımının artmasıyla birlikte artık göremediklerimiz arasında yerini almıştır. Doğanın bize sunduğu bir diğer eşya ise dere kenarlarında yetişen süpürge otlarından yapılan yağ zembilidir. Özenle örülen bu zembil zamanla ipten zembillere dönüşmüştür. Bu süreçte gittikçe yok olan süpürge otlarını ve plastiğin insan üzerindeki etkisini söyleyebiliriz. Artık kullanılmayan bu malzemeler doğanın plastikle olan mücadelesinin başlangıç noktasıdır. Çünkü plastik, zamanla insanların en büyük “yardımcısı” olmuştur. Her ne kadar artık plastik kullanımı azaltılmaya, eskisi gibi file torbalar, kese kağıtları kullanmaya teşvikler başlansa da plastik malzemeleri kolay taşınır ve hafif olmaları yüzünden tercih eden insanlar, farkında olmadan doğanın desteğini de kaybettiler. Doğayla birlikte uyum içinde yaratılan bu malzemeler, insanların ihtiyaçlarının giderilmesinde önemli bir yer tutuyordu. Doğanın hakimi olmaya çalışmayı bırakıp onunla iç içe yaşamaya başladığımız an başka bir dünyanın kapılarını da aralamış olacağız.

Günümüzde daha çok nostaljik bir öge haline getirilen ve her birinin yapımı çok büyük emek gerektiren bu eşyalar, bir zanaattı da aynı zamanda. Herkesin elinden bu işler gelmediği için bu konuda becerisi olanlara da bir gelir kapısı niteliğindeydi. Eskiden bin bir zahmetle yapılan bu eşyalar şimdikiler gibi kullanılıp atılmak yerine özenle temizlenip yıllarca kullanılarak her ihtiyaçlı anımızda elimizin altında bulundular. Artık onları bulamasak ya da yok olmaya yüz tutmuş olsalar da bir zamanlar bu küçücük adanın geçmişinde önemli bir yere sahiptiler.

*Herkes gonnara yemez: Bazı insanları dikkatsiz davrandıkları, iyi niyetli veya saf oldukları için kandırmak kolaydır. Ancak dikkatli davranan, şüpheci yaklaşan, araştıran, açıkgöz kişileri kandırmak mümkün değildir. Bu söz, yaptığın hilelerle ve oyunlarla herkesi aldatamazsın anlamında gelmektedir.

(ARGASDİ – Şifa ALÇICIOĞLU – 6.3.2021)

Bu yazı toplam 1678 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar