“Aradığımız sadece kayıpların gömü yerleri değil, onların öyküleri, bizden gizlenen tarihimizin kayıp parçalarıdır…”
Atatürk Öğretmen Akademisi öğrencilerine, “kayıplar”la ilgili çalışmalarımızı anlattık, sorularını yanıtladık…
Atatürk Öğretmen Akademisi Yönetim Kurulu Başkanı Doçent Dr. Ahmet Güneyli’nin daveti üzerine dün sabah Atatürk Öğretmen Akademisi öğrencilerine, akademinin kütüphane bölümünde fotoğraflar eşliğinde bir sunuş yaparak “kayıplar”la ilgili çalışmalarını anlattık, sorularını yanıtladık. Atatürk Öğretmen Akademisi Kütüphane Sorumlusu Ayşe Oktan Sepetçioğlu da sunuşumuzun rahat geçmesi için büyük çaba harcayarak, öğrencilerin iyi bir ortamda bizi dinlemelerini sağladı.
Atatürk Öğretmen Akademisi öğrencilerine sunuşumuzda aradığımızın sadece kayıpların gömü yeri olmadığını, onların öykülerini ve bizden gizlenen tarihimizin kayıp parçaları olduğunu söyledik.
Bir insan “kayıp” edildiği zaman geride kalan yakınlarının ne tür bir psikoloji içinde olduğunu da aktardığımız öğrencilere, “kayıp” yakınlarının hayatlarının tümüyle felç olduğunu, sonsuz bir bekleyiş içinde sevdiklerinin geri dönmesini beklediklerini, onlara sevdiklerinin kalıntılarını bulup DNA testleriyle Kayıplar Komitesi tarafından ölüm kanıtı sunuluncaya kadar bu bekleyişin sürdüğünü aktardık.
Atatürk Öğretmen Akademisi öğrencilerine Dohni, Palekitre (Balıkesir), Aşşa-Afanya, Galatya, Muratağa-Atlılar-Sandallar gibi katliamlar ve “kayıp” yakınlarının yaşadıklarını fotoğraflarla aktardık, YENİDÜZEN ve POLİTİS gazetelerinden okurlarımızın yardımlarıyla gömü yerlerini bularak öykülerini kaleme aldığımız “kayıplar”ın öykülerini aktardık. Bunlar arasında Abohor, Minareliköy (Neahorgo Kitrea), Sinde-Lisi (İnönü-Akdoğan), Kondea (Türkmenköy), Masari (Şahinler), Bilelle (Göçeri), Gönyeli Yeni Kent-Alayköy (Gönyeli-Yerolakko) civarı, Tseri, Paralimni, Yalusa (Yeni Erenköy), Livadya (Sazlıköy), Galatya (Mehmetçik) göleti, Kitrea (Değirmenlik), Koççinodrimitya, Ornuta (Orniti), Baf, Polemi (Polem), Trikomo (Yeni İskele), Tekke Bahçesi gibi bölgeleri sıralayarak okurlarımızın yardımlarıyla buralarda gömü yerleri bulunan “kayıplar”ın öykülerini kısaca ve fotoğraflarla aktardık.
Palodya askeri kampından Dohni’nin birinci otobüsünde bulunan “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in toplu mezarının boşaltılarak Yerasa’da bir madene nasıl taşındığını, daha sonra madenin genişletilmesi çalışmaları esnasında bu toplu mezarın bir kez daha yerinin değiştirildiğini fotoğraflarla anlattık, ikinci otobüste bulunan “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in ise Pareklişa’da bir madene gömüldüğünü aktardık. Öğrencilere ayrıca Maraş’tan, Orniti’den (Afanya yanı Arif Efendi Çiftliği kuyuları) ve diğer başka bir takım yerlerden bazı “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın toplu mezarlarının boşaltılarak, kalıntılarının bilinmeyen bir noktaya götürüldüğünü aktardık.
1992’de Birleşmiş Milletler’in iki tarafa De Cuellar Planı’nı sunmasıyla birlikte Türk tarafında bazı çevrelerin paniğe kapılarak bazı toplu mezarları boşaltma operasyonlarına giriştiğini anlattık. Bunun nedeni De Cuellar’ın “Güven arttırıcı önlemler” başlığı altında Maraş’ın ve Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’nın açılmasını öngörmesi ve Maraş’ın açılmasıyla birlikte burada topluca öldürülerek gömülmüş olan “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerinin açığa çıkma tehlikesi idi. Bu çerçevede bazı toplu mezarlar o yıllarda boşaltılmıştı…
Öğrencilere, toplu mezarların boşaltılmasının “kayıp” yakınları üzerinde yarattığı yıkımı da örnekler vererek aktardık… Örneğin Aşşalı (Paşaköy) “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın ailesine bir diş veya bir diz kapağı veriliyor ve “Bu senin babandır, al ve göm” deniyor – diğer büyük kemikler ve kafatası nerede? Bu yok… Neden? Çünkü toplu mezar boşaltılmış… Bu da ailelerde korkunç travmalara yol açtı… Aşşalı “kayıp” yakınları bu yüzden çok yaralıdır…” diye aktardık.
Kıbrıs’taki savaşta da, tüm savaşlarda olduğu gibi, yasa ve düzenin yok edilmesiyle birlikte, bir takım insanların bu durumdan yararlanarak ganimetçilik, tecavüzler ve öldürme olaylarına karıştığını, savaşın bile Cenevre Konvansiyonu çerçevesinde bir takım “kuralları” olduğunu aktardığımız öğrencilere, “Ancak Kıbrıs’ta her iki taraf da bu kurallara uymadı ve gerek 1963’te, gerekse 1974’te esir alınmış olan insanlar, kadınlar ve çocuklar öldürüldü… Her iki toplum da kendini Kıbrıs’ta savaşların tek kurbanı olarak görmekteydi ancak biz bu yazı dizilerimizle, yazdıklarımızla, okurlarımızın yardımlarıyla onlara gösterdik ki her iki taraf da hem kurbandır, hem de kendi toplumlarına mensup bir takım kişiler sivil insanları öldürmüştür, kadınlara tecavüz etmiştir… Bunları yazdıkça ve insanlar her iki toplumda da Türkçe, Rumca ve İngilizce olarak yayımlanan yazılarımızı okudukça, öteki tarafa karşı bir empati gelişmeye başladı ve böylece bildiklerini benimle paylaşmaya başladılar… Böyle ilerledik” dedik.
“Toplumlarımıza gösterdik ki, ‘Türk acısı’, ‘Rum acısı’ diye bir şey yoktur, ‘Irak acısı’, ‘Afgan acısı’ olmadığı gibi… Sadece insani bir acıdır “kayıplar”ın acısı, bunu göstermeye çalıştık… Ben, iki toplumdan “kayıp” yakınlarını bir araya getirdim ve İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Savaş Mağdurları örgütü BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ’i kurmalarına yardımcı oldum… Pek çok okulda, pek çok köyde, çok sayıda etkinlik yaptık. Bangır bangır, reklam ede ede değil, sessiz sedasız, mütevazi biçimde örneğin 500 genci “kayıplar” konusunda okullarda ders kitaplarında okutulmayan bu gibi konularda eğittik… Kayıp yakınları Petros Suppuris, Hüseyin Rüstem Akansoy, Sevilay Berk, Maria Yeorgiadu, Hristina Pavlu Solomi Patça gibi BİRLİKTE BAŞARABİLİRİZ’in liderleri, gençlere kendi yaşadıklarını aktardılar, barış çağrısı yaptılar. Bunu yapmaya devam ediyoruz. Birlikte toplu mezarları ziyaret ettiler… Muratağa’da ailesinden 30 kişiyi EOKA-B’nin katliamında kaybeden Hüseyin Rüstem Akansoy ve 1974’te Palekitre’de Abohor’dan oraya giden bazı Kıbrıslıtürkler’in kadın-çocuk dinlemeden tüm ailesini katletmiş olduğu ve kendisini de vurarak öldü sanarak bıraktığı Petros Suppuris, bu barış mücadeleleri nedeniyle Avrupa Parlamentosu tarafından Avrupa Yurttaşlık Ödülü’ne layık görüldüler…”
Sunuşumuz ardından öğrencilerin ve sunuşumuzu izlemeye gelen öğretim görevlilerinin sorularını da yanıtladık.
Atatürk Öğretmen Akademisi öğrencilerine, öğretim görevlilerine, kütüphane sorumlusu Ayşe Oktan Sepetçioğlu’na ve AÖA Yönetim Kurulu Başkanı Doç. Dr. Ahmet Güneyli’ye çok teşekkür ediyoruz.
BİR ŞİİR…
“Bir komünistin ölümü…”
-Berber Yahya’nın anısına-
Kuruçeşme’de bir han
Handa bir demirci
Demircide bir torno
Kaleminde bir namlu
7.62
Hanın bir odasında,
Camı kırık bir pencere.
İçinde feslikan ekili
Dibi isli bir tencere
Duvarında
Kenarları basbartulu
Siyah/beyaz bir Lenin,
Öne eğik, bir eli havada
“Kalkın, kalkın kurtuluşa” der
Meydanın kürsüsünden
Kalabalığa.
Döşemede bir ceset, delik deşik
Pıhtılaşmış göletlenen kan
Yarı açık gözleri fotoğrafta...
Yaprakları çiyli, sabah neminde
Ağlar feslikan.
“Kalk kurtuluşa” der Lenin
“Ölme zamanı mı şimdi?”
“Mücadelen yarım mı kalacak?”
“Devrimciliğin bu kadar mı senin?”
Paslı demir karyolaya tutunur ceset
Ağır ağır doğrulur düştüğü yerden
Kaybolur şeherin sokaklarında...
Ezilenlerin umudu
Zalimlerin kabusu olur
Hayalet.
Kocaman tahta kapıları sürgülü
Karanlık, sessiz o demirci dükkanında
Lambasuyu, demiroksit ve yağ tüten
Lacivert cellabiyasını çıkarır
Duvardaki mıhına asar demirci
İlk huzmelerinde güneşin.
Millet için, bayrak için
Ter birikmiş alnında,
Görünmeyen bir el
Görünmeyen bir mendille
Terini siler demircinin
Feslikan kokulu.
“Ben ne yaptım?” der demirci
“Tornom kimin hizmetinde?”
“Sınıfım dururken kurtaracak”
“Akan terimi silen”
“Millet, bayrak için miydi emeklerim,
kanımı içen?”
Şafağın attığı an
Kuruçeşme’de bir han
Handa bir demirci
Tornosunda bir kalem
Kaleminde bir namlu
7.62
Aydın Adamoğlu
(Besim Baysal’a bu paylaşımı için çok teşekkürler… S.U.)