'Arap Baharı', Türkiye, Kıbrıs (1) *
İsmail Kemal: Tunus’ta başlayan, sonra yangın gibi birçok Arap ülkesine yayılan yığınsal hareketlerin kaynağı konusunda farklı görüşler var. “Arap Baharı” diye isimlendirilen bu olayları açıklamada dış faktörleri belirleyici kılan analiz
İsmail Kemal
Tunus’ta başlayan, sonra yangın gibi birçok Arap ülkesine yayılan yığınsal hareketlerin kaynağı konusunda farklı görüşler var. “Arap Baharı” diye isimlendirilen bu olayları açıklamada dış faktörleri belirleyici kılan analizler yapılıyor. Bazı sol ve sağ çevreler, Arap ülkelerindeki gelişmeleri ABD veya Batı’nın komplosu olarak görme, bu karmaşık olguyu sadece petrol faktörü ile açıklama eğiliminde birleşiyorlar. ABD ve İsrail’de, bazı çevreler, Arap ülkelerindeki gelişmelerin arkasında İran’ın olduğunu söylüyor. Analizlerine Batı’yı veya İran’ı temel alan bu yaklaşımların ortak yönü, dış faktörleri belirleyici görmeleridir. Bu yaklaşımlara göre, Arap kitleler özne değil, manipüle edilen nesnelerdir.
Dünyanın her ülke ve bölgesinde dış faktörler farklı derecelerde de olsa rol oynar. Ortadoğu, dış dünyanın, Batı’nın yakından izlediği, etkilemeye çalıştığı bir bölge. Büyük güçlerin bölgedeki gelişmeleri kendi lehlerine etkilemeye çalıştığına kuşku yok. Ancak, Arap ülkelerinin iç dinamiklerini, halk kitlelerinin değişim talebini göz ardı edemeyiz. Bu hareketleri dışarıdan yönetilen kukla hareketler olarak görmek, kolaycı bir yaklaşım olur. Olayların, olguların karmaşıklığını anlamamıza yardımcı olmaz.
Ayrıca dış faktörler derken, bunu sadece Arap dünyası dışındaki ülkelerle sınırlamamak gerek. Her Arap ülkesi için, diğer Arap ülkeleri dış faktördür. Karmaşık bu süreçte Arap ülkelerinin kendi aralarındaki ilişkiler, uyguladıkları politikalar bazen çok önemli oluyor. Bahreyn’de halk hareketinin ezilmesinde Suudi Arabistan belirleyici rol oynadı. Aynı Suudi Arabistan, Suriye hükümetine karşı tavır alıyor. Demek ki, Araplar arası ilişkileri de hesaba katmamız gerek.
Birçok Arap ülkesinde protesto gösterilerinin eş zamanlı olarak yaşanması, benzer yönlerin olduğunu gösteriyor. Karşılıklı etkilenme oluyor. Medya, sosyal iletişim ağları buna yardımcı oluyor. Ancak, ortak yönleri abartmak ve her ülkenin kendine özgü sorunlarını, toplumsal, ekonomik yapısını, siyasi sistemini, tarihini incelemeyi göz ardı etmek yanlış olur. Her ülkede olaylar farklı hızda yaşanıyor. Her ülkede geçişin şekli, oluşacak sonuçlarda etkili olacak. Tunus ve Mısır’da yumuşak geçiş yaşandı. Yöneticiler değişti ama rejimin temel unsurları yerinde kaldı. Libya’da iç savaş ve dış müdahale yaşandı. Her şeyin sıfırdan yaratılması gerekecek. Suriye’de iç savaş olasılığı artıyor. Yemen kendine özgü bir süreç yaşıyor. Bahreyn’de halk hareketi şiddet kullanılarak bastırıldı. Suudi Arabistan, Umman, Ürdün, Fas, Cezayir gibi ülkelerde protesto gösterileri kısa süreli oldu ama gelecekte daha güçlü halk hareketleri oluşabilir. Kısacası, genel ve özel yönleri birlikte düşünmemiz gerek.
Arap dünyası, Samuel Huntington’ın sözünü ettiği 1970’li ve 80’li yıllarda yaşanan üçüncü demokratikleşme dalgasından nasibini alamamış bir bölge. Bölgenin durumunu anlamak için BM Kalkınma Örgütü UNDP İnsani Kalkınma Raporu’ndan esinlenilerek, BM tarafından, 2002 yılından beri hazırlanan BM Arap İnsani Kalkınma Raporlarına göz atmak çok aydınlatıcı olur. Raporları önde gelen Arap bilim insanları ve araştırmacılar hazırladı. Her raporun konusu farklı. 2004 raporu, Arap dünyasında özgürlükler konusu ile ilgiliydi. 2009 raporu, İnsan Güvenliği (human security) konusunu ele aldı. Arap Baharı’nın hemen öncesinde hazırlanan 2009 raporunun verilerine bakmak, bu fenomeni anlamamıza yardımcı olabilir.
Arap ülkelerinde hızlı nüfus artışı yaşanıyor. BM tahminlerine göre 2015 yılında Arap ülkelerinin nüfusu 395 milyona ulaşacak. 1980’de bu rakam 150 milyon, 2007’de 317 milyondu. 1970’te Arap nüfusun yüzde 38’i şehirlerde yaşıyordu. 2005’te şehirlerde yaşayanların oranı yüzde 55’e yükseldi. 2020’de bu oranın yüzde 60’ı geçeceği tahmin ediliyor. Hızlı şehirleşme, bu toplumların ekonomik, siyasi, düşünsel yaşamını değiştiriyor. Arap ülkelerindeki nüfusun yüzde 60’ı 25 yaşın altında. Ortalama yaş 22. Dünyanın en genç nüfuslarından biri bu bölgede. Bu ülkelerde su kaynakları giderek azalmakta. Çölleşme ciddi bir sorun. Var olan su kaynaklarında kirlilik düzeyi yüksek. Arap ülkeleri, oluşmasına çok az katkıda bulundukları iklim değişikliğinin en büyük kurbanları arasında yer alacaklar. Bunun sonucunda su kaynakları daha da azalacak, tarım üretimi azalacak, çok sayıda insan yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kalacak, çevre göçmeni olacak, ekonomi olumsuz yönde etkilenecek. Ulusal güvenlik tehditleri artacak.
Rapor, Arap ülkelerinde iyi yönetim (good governance) olmadığına işaret ediyor. Devletler, sorunlar karşısında otoriter yöntemlere başvurmayı tercih ediyorlar. Bazı Arap ülkelerinde etnik, dini, mezhepsel ve aşiret kimliği, kimin kucaklanacağı, kimin dışlanacağı konusunda belirleyici oluyor. İnsan hakları konusunda uluslararası standartlar yok. Altı Arap ülkesinde siyasi parti kurmak yasak. Yasak olmayan ülkelerde, muhalefet partilerinin faaliyetine büyük engeller çıkarılıyor. Birçok ülkede sıkıyönetim, olağanüstü hal devamlılık gösteriyor. Olağanüstü hal, insan haklarının rafa kaldırılması için gerekçe olarak kullanılıyor. 11 Eylül saldırıları sonrasında Arap ülkelerinde geçirilen terörizmle mücadele yasaları güvenlik güçlerine çok geniş yetkiler veriyor. Tutuklananlara işkence uygulanıyor. Yürütme ve güvenlik güçleri kontrol dışında. Arap güvenlik servisleri doğrudan ülke liderine bağlı; ona hizmet ederler ve cezalandırılamazlar. Genellikle yasama organı iktidar partisinin tekelinde, basın özgürlüğü kısıtlı, yargı bağımsızlığı yok.
Arap dünyasının ekonomik performansı iyi değil. BM verilerine göre 1980-2004 arasında, yani 24 yılda Arap dünyası sadece yüzde 6,4 oranında ekonomik büyüme sağladı. 2005’te Arap ülkelerinde ortalama işsizlik yüzde 14,4 oranındaydı. 2020 yılına kadar Arap ülkelerinin 51 milyon yeni iş yaratması gerekecek. Gençler arasında işsizlik oranı dünya ortalamasının iki katı. 2005 yılında Arap ülkeleri nüfusunun yüzde 20,3’ü günde iki doların altında gelirle yaşıyordu. 2009 Arap İnsani Kalkınma Raporu’nun ortaya koyduğu tablo böyle. Bu tabloya baktığımızda Arap ülkelerinde niçin ayaklanmalar yaşandığı sorusu değil, bu ayaklanmaların niçin geç kaldığı sorusu gündeme gelir.
Tunus’ta, üniversite mezunu, işsiz bir gencin polis zorbalığına karşı kendisini yakması, Arap Baharı’nın kıvılcımı olarak kabul edilir. Muhammed Buazizi, 17 Aralık 2010’da kendini yaktı. Bunun üzerine başlayan protesto gösterileri kısa sürede ülkeye yayıldı. 23 yıl iktidarda olan Zeynel Abidin Bin Ali, 14 Ocak 2011’de ülkeyi terk etti. Halk hareketleri kısa sürede diğer Arap ülkelerine yayıldı. 11 Şubat 2011’de Mısır’da 30 yıllık Hüsnü Mübarek iktidarı sona erdi. Daha sonra Libya’da 42 yıllık Muammer Kaddafi rejimi yıkıldı. Bahreyn’de Şii ağırlıklı ayaklanma bastırıldı. Yemen ve Suriye’de iktidar mücadelesi devam ediyor. Tüm Arap ülkeleri az veya çok bu süreçlerden etkileniyor. Bildiğimiz anlatım (narrative) böyle. Bunu, anlatımı biraz değiştirerek, Arap Baharı’nın başlangıcını daha gerilerde arayabiliriz.
Arap Baharı’nın kıvılcımı Tunus’ta değil Filistin’de çakıldı. Bu analiz, Türkiye’nin gelişmelere bakışını, Türkiye-İsrail ilişkilerinde yaşanan sorunları ve bu ilişkilerdeki kötüleşmenin Türkiye ve Kıbrıs açısından doğurduğu sonuçları daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.
25 Ocak 2006’da, Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze’de Filistinliler, özgürce sandık başına giderek farklı alternatifler arasından parlamento üyelerini seçme fırsatını elde etmişti. Uluslararası gözlemciler bu seçimleri özgür olarak nitelemişti. (1996’da yapılan ilk seçimleri Hamas boykot ettiği için gerçek alternatif yoktu.) Bu seçimleri Hamas kazandı. 1987 yılında ortaya çıkan Hamas, Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünün koluydu. 1960’lı yıllardan beri, önce Yaser Arafat, sonra da Mahmud Abbas yönetiminde Filistin siyasi yaşamına hakim olan El Fetih örgütü sandıkta yenilgiye uğradı. İlk kıvılcım buydu.
Filistinlilerin El Fetih örgütüne oy vermemelerinin nedenleri, Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Yemen gibi ülkelerde halkın iktidara karşı ayaklanmasının nedenlerine oldukça benzer. 1959’da kurulan El Fetih örgütü Filistin siyasi yaşamını hep tekelinde tuttu. Oslo Anlaşmaları ile kurulan Filistin İdaresi’nde 2006’ya kadar iktidar El Fetih’teydi. Bu yönetim, yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, istihbarat örgütlerinin ağırlıkta olması, hizipleşme, otoriter yönetim, lider ve yakınlarının her şeye hakim olması gibi yönleriyle, diğer Arap rejimlerinden çok farklı değildi. Filistinlilerin çoğunluğu İslamcı oldukları için değil, halka çeşitli hizmetler götürdüğü, onlara daha yakın olduğu, kirlenmiş olmadığı için Hamas’a oy vermişti. Demek ki, Arapların, uzun süre iktidarda olan, halkın güvenini yitirmiş, otoriter rejimleri değiştirmesi, önce ayaklanma ile değil, seçim sandığında gerçekleşti. Diğer ülkelerde özgür seçimler olmadığı için ayaklanma seçenek oldu.
Demokratik seçimlerle iş başına gelmiş olsa da Hamas’ın seçim başarısına Batı ülkelerinin ve İsrail’in tepkisi olumsuz oldu. Seçimlerden sonra, Mart 2006’da Hamas, İsrail’in tanınması konusunda tek tek Filistin örgütlerinin karar veremeyeceği, bu konuda referanduma gidilmesi ve halkın karar vermesi gerektiği tezini kabul etti. İsrail devletinin varlığını reddeden eski görüşten uzaklaşan bu tezi Batı ülkeleri ve İsrail tatmin edici bulmadılar. Hamas’ı dışlama politikası izlediler. Türkiye’de AK Parti iktidarının bu gelişmeler konusundaki tavrı farklı oldu. AK Parti, Hamas’ın sandıkta statükoyu yenmesini, kendi deneyimine yakın buldu ve sempati ile karşıladı. AK Parti ve ona destek veren güçlerin, Arap Baharı’nda Türkiye’deki kendi deneyimleri ile yakın benzerlikler gördükleri açık. Zaman gazetesi köşe yazarı Hüseyin Gülerce’den küçük bir alıntı yapayım: “Evet, bugün fısıltı ile bile olsa bir ‘Arap Baharı’ndan söz ediliyor ama asıl bahar, bizim topraklarımıza geldi. Şimdi o baharın esintileri yeni coğrafyalarda da duyulacaktır.” Yani, Arap ülkelerindeki gelişmelerin esin kaynağı Türkiye.
Olaya böyle bakınca bu hareketlere destek vermemek mümkün değil. Hamas’ın seçim başarısı ile başlayan ve Tunus, Mısır ayaklanmaları ile Arap Baharı şeklini alan fenomen, Türkiye dış politikasında idealist bir öğenin oluşmasını beraberinde getirdi. Realizmin gerektirdiği soğukkanlı çıkar hesaplarının yanı sıra, baskı ve zulme karşı çıkmak, halkın istek ve beklentilerinden yana tavır almak, fikirsel sempatilere, ideallere yer vermeyi içeren bir yaklaşım. İdealist yaklaşımların uzun vadede bazı getirileri olması, Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünün güçlenmesi hesapları mutlaka yapılıyor. Ama Ortadoğu gibi kaygan bir zeminde uzun vadede ne olacağı bilinemez. İdealizmin getirileri olabileceği gibi riskleri de vardır. Son zamanlarda sözü çok edilen Türkiye’nin özgüveninden aşırı güvene, kibire kolayca geçilebilir.
*CTP Gençlik Kolları tarafından 8 Ekim’de gerçekleştirilen “Ortadoğu’da Arap Baharı ve Doğu Akdeniz’de Yeni Dengeler” konulu konferans bildirisidir.