Arılardan Afrika’nın danslarına, Seneca’dan Çinde bir sanat kolejine yolculuk
Bir kimlik arayışı ve birbirini özgürleştiren üç kuşak kadınların hikayesi...
Murat OBENLER/BERLİN
Basklı yönetmen Estibaliz Urresola Solaguren'in ilk uzun metrajlı filmi “Arıların 20000 Türü” bir yaz mevsiminde bizleri kafalarımızdaki ön yargıların egemen olduğu cinsel kimlikleri ve özgürlükleri bir kez daha düşünmeye itiyor. Şehirden kırsaldaki anne evine yaz tatiline gelen bir ailenin etrafında gelişen hikayede iki ana karakter olan 8 yaşındaki Lucia/Aitor(doğum adı) ( kendi koyduğu ismi ile Cocó) ile anne rolündeki Ane’nin bir yandan kendi kimliklerinin arayışına girerken bir yandan da toplumdaki yerleşmiş kimlik kalıpları ile mücadele ederler. Ailenin babasının yaz tatiline çıkmayı tercih etmemesi ile tamamen kadınların arasındaki bir ortamda geçen güneşli drama her ne kadar Sofía Otero'nun kendi cinsel kimliğini arayışını oynadığı rolle öne çıkartıyorsa da filmde dikkat çekici performansıyla Patricia López Arnaiz'in anne Ane karakteri, büyükanne,büyükhala,kardeşler ve yeğenler ile film toplumsal cinsel kimliklerin tartışıldığı bir sinematik bir platforma dönüşüyor. Tabi ki filmde halanın bir aile geleneği olan arıcılıkla da uğraşması ile arıların yaşamı,onların yaşam döngüsü ve insanlarla bağlantısı da filme dahil oluyor. Küçük karakterimizin de arıların dünyasına merak salmasıyla arıların doğadaki yaşam döngüsü içindeki yeri de filme bir karakter olarak yerleşiyor ve küçük karakterimizin adeta bir kaçış yeri olur.
Estibaliz Urresola Solaguren basın toplantısında kuşaklar arası bir yolculuk hikayesi olan filminin yeni yolculuklara da kapı açtığını ve çocuğun kendi özgürleşmesinin anneyi de özgürleştirdiğini, onun da başkalarını etkileyeceğini dile getirerek birçok farklı sevgi çeşidinin filmde yer aldığını belirtti. Yönetmen ailelerin çocuklarına öğrenilmiş kalıplarla ve sevgi çeşitleriyle yaklaştıklarını ve bunun da çok yanlış olduğunu kaydederek çocuklarımızla ilgili ön yargısız bir şekilde “Gerçek ihtiyacı nedir? Bu ihtiyacı için ona nasıl yardımcı olabilirim?” gibi soruları kendimize sormamız gerektiğini kaydetti. İsim ve cinsel kimlikten ayrı olarak daha insani bir boyuttan bakabilmenin de mümkün olduğunu belirten yönetmen bu filmini sevgi, özgür düşünme, uyanış, farkındalık, değişim ve özgürleşme filmi olarak değerlendirdi.
Bir şifa niyetine Afrikalı Mère-Bi’ye yakından bakmalıyız
Yazar ,sinemacı ve akademisyen Manthia Diawara'nın son deneme filmi AI: “African Intelligence”, gerçekten beyin açıcı bir belgesel. Yönetmen bilim insanı arkadaşı Jean-Paul Colleyn ile Senegal'in Atlantik kıyısındaki geleneksel balıkçı köylerindeki Afrika ritüelleri ile Yapay Zeka olarak bilinen yeni teknolojik sınırların ortaya çıkışı arasındaki temas bölgelerini araştırıyor. Diawara, gelenek ve modernitenin kesişimini göz önünde bulundurarak, bedensiz makinelerden algoritmaların daha insancıl ve ruhani kontrolüne nasıl geçebileceğimizi sorguluyor. Afrika, bu tür olasılık dışı algoritmaların ortaya çıkış bağlamı olabilir mi?
90’lı yaşlardaki Mère-Bi (Marymata Seck) ile dini yorumcu ve hitap ustası Diyé Dia’nın kişisel yolculuklarını takip eden film bir iyileştirme pratiğini sinema aracılığıyla Batıcı düşünce dünyasına sunuyor. Günde 3 kez,haftada 4-5 gün dans eden Mère-Bi’nin etkileyici yaşamı ve ruhsal yolculuğa odaklı düşünce sistemi insanlık için bir umut olduğunu gösterirken bu ruhani yönü güçlü kesişme sisteminin herkes tarafından düşünülmesini salık veriyor.
John Malkovich’ten Seneca
Yönetmen Robert Schwentke’nin Roma stoacısı, düşünür,oyun yazarı ve siyasetçi Seneca’nın yaşamı ve Roma İmparatoru Neron ile olan yakın politik ilişkisi “Seneca: On the Creatıon of Eartquakes” ile Berlin Film Festivali’nde sinemaseverlerle buluştu. Oyuncu John Malkovich’in Seneca rolüyle zor bir karakterin başarıyla altından kalktığı filmin gösterimleri sırasında şiddet,vahşet ve kan dolu sahnelerden dolayı bazı seyircilerin fenalık geçirerek sağlık ekiplerince müdahale edildiği bilgisi de var. Gerek basın toplantısında gerekse galada büyük bir ilgi gösterilen John Malkovich’in filmin önüne geçtiğini de rahatlıkla söyleyebiliriz.
Film MS. 65 yılında Roma İmparator Neron’un, akıl hocası Seneca ile bir retorik dersinde bir konuşma prova etmesi ile başlayarak dönemin entrikaları ile devam eder ve kanların göl olduğu sahne ile biter.
Yönetmen filmde çarpıcı ve inanılmaz derecede güncel bir soruyu da Seneca üzerinden soruyor: Eğitimli seçkinler tiranlığın kurbanı mı yoksa fırsatçı bir işbirlikçi mi? Politik alegoriler için gerçekten olgun bir zaman. Basın toplantısında Lucia’ya hayat veren Charlie Chaplin’in kızı 78 yaşındaki Geraldine Chaplin babasının da bir şeyleri değiştirmek,umut olmak adına “Büyük Diktatör” ü yaptığında insanları güldürdüğünü söyledi ve “Gülmek kötülüklere karşı en büyük silahtır ve her zaman gülmek gerekir.(Bu film de eğlenceli bir filmdir başka bir açıdan). Ama dünyada savaşlar da depremler de devam ediyor. Buna karşı değişimi umut ederek film yapmaya devam etmeliyiz” dedi.
Sanat tartışmalarına Çinli kolej öğrencilerinin gözünden bir bakış
Animasyonların en çok katılımının yaşandığı 73.Berlinale’de dikkat çeken yapımlardan birisi de film yapımcısı ve ressam Liu Jian’ın senaryasunu yazarak yönettiği “Art College 1994” filmi oldu. 1990'larda Çin Güney Sanat Akademisi kampüsündeki bir grup öğrencinin eğitimleri çerçevesinde sanat tarihini öğrenme süreçleri ile kendileri ve gelecekleri ile ilgili düşünmelerini takip eden animasyon neredeyse bir düşünce ve sanat tarihi atölyesine de dönüşüyor.
Festivalin resmi sayfasında filmle ilgili “Çin, Batı'ya açılıyor ve öğrencilerin yaşamları, yeni etkilerin getirdiği aşk hikayeleri ve dostluklar, sanatsal araştırmalar, idealler ve hırslardan oluşan bir karmaşa. Gelenek ve modernlik arasında sıkışıp kalmış, kim olmak istediklerine karar vermeleri gerekiyor. Liu Jian, stilize edilmiş modern çizimleri sanat ve yaşam tutkusuyla birleştiren bir animasyon filmiyle Berlinalede yarışmaya geri dönüyor. Kara, sıra dışı bir mizahla dolu eseri, tüm bir neslin yetişkinliğe geçerken umutlarını ve sanatsal hayallerini tasvir ediyor. İnsanlar, olaylar ve tarzlar, hızla değişen bir ülkenin şehir ve kış manzarasına karışıyor.” deniyor. Birçok sanatçının ve sanatla ilgilenen kişinin bu filmdeki tartışmalarda(Sanat ne içindir? Sanat ile ünlü olmak,ticari işler yapmak, akademide sanat eğitmenliği mi atölye açıp özgürleşmek mi? vs.) kendi hayatlarından da bir şeyler bulacağını düşünüyorum.