“Armıdan’ı Armutlu yapan en uzun yılın öyküsü…” 2
Emre Can Dağlıoğlu/ AGOS
Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde doktorasını sürdüren Öykü Gürpınar, bir yandan Armıdan'ın değişen kaderinin izini sürerken, diğer yandan Armıdan’dan sürülen Bedros’un 1915 ve sonrasındaki serüvenini kendi yazdığı hatırat vasıtasıyla takip ediyor. Gürpınar’la birbirinden kopmak zorunda bırakılan bu iki hikâyenin gelişimini konuştuk:
*** Köydeki Müslümanlarla Ermeniler arasında gerginlikle ilgili bir anlatı var mı?
Özellikle 1915’i bizzat görmüş aileler tarafından anlatılanlar, o dönem köyde yaşayanlar arasında hiçbir husumet, düşmanlık veya gerilim olmadığını gösteriyor. Kendilerine aktarılan bellekte böyle bir şey yok. Hatta tam tersine Ermenilerin çok çalışkan olduğuna ve işlerini çok iyi yaptıklarına yönelik övgüleri dinledim çoğu zaman. Ermenilerden sonra köyün tüm bereketini kaybettiğine yönelik anlatılar da buna eşlik ediyor. “Onlar gittikten sonra tarım durdu, üzüm bağları çürüdü, geçim sıkıntısı baş gösterdi, köy mahvoldu” diyorlar. Bedros’un hatıratında tehcir kararı sonrasında çevre köylerdeki bazı Ermenilerin silahlandığı ve çarpışmalar yaşandığı var. Ayrıca tehcirden kurtulan Ermeniler, kaçak yaşarken, yemek bulmak için bazı bahçelere ve ahırlara girdiğinde, kendilerini korumak için oranın sahibi öldürmüş olabiliyorlar. Ancak bunların planlı bir karşı teyakkuz olarak adlandırılabileceği konusundan emin değilim. Bunlar dışında da tırmanan gerginlik gibi bir şey söz konusu değil.
*** Kurtarıcı hikâyeleri anlatılıyor mu?
Büyük Armıdan’da tehcirden sonra kalan iki kız çocuğundan bahsediliyor sıklıkla. Biri, Büyük ve Küçük Armıdan’ı ayıran Karabudak deresi başında gerçekleşen katliamdan kurtulan bir kız çocuğu. Bu kızın adı Ağavni. Daha sonra Büyük Armıdanlı Şaban Ağa, Ağavni’yi İstanbul’a getirip ailesine teslim ediyor. Bedros’un hatıratına göre Şaban Ağa, aynı zamanda 1915’te ilk ölenlerden biri olan Hampartsum’un eşiyle evleniyor ve kadının oğlunu himayesi altına alıyor. Şaban Ağa’nın torunu Vesile Ana da dedesinin dördüncü eşinin Ermeni olduğunu doğruluyor. Köyde yaşayanların anlattığı ikinci kız çocuğunu ise bir Ermeni tehcir esnasında komşusuna emanet etmiş. Köyde bulunan 50 Müslüman hane bu kıza sahip çıkmış. Bir başka hikâyede de, Ermeni bir kadını himayesine alan, sonra da İstanbul’a ailesinin yanına gönderen Armıdanlı bir adamdan bahsediliyor. Bu adamın çocukları, “son yıllara kadar bize her sene hediye gelirdi” diyorlar. Doğrudan bir iletişim olmasa da, gönüldaşlık varmış.
*** Armıdan’da kalan Ermeni varlıklarına ne oluyor?
Bu varlıkları etkileyen iki mesele var. Birincisi, altın arama faaliyetleri; ikincisi de iskân düzenlemesi. Ermenilerin tehcirden önce altınlarını sakladığına yönelik halen devam eden büyük bir söylenti var gerçekten. Bedros da hatıratında değiniyor buna ve aslında bu çabanın boşuna olduğunu da söylüyor: “Ne kadar altınımız varsa tehcirden kurtulmak için Kör Müdür’e verdik. O da altınları alıp kaçtı zaten. Başka hiçbir şeyimiz kalmadı” diyor. Fakat altın arama revaçta olduğu için Ermenilerden kalan yapılar ciddi anlamda tahrip edilmiş. Bugün köyde yaşayan Armıdanlılar da bundan şikâyetçi. Kiliselerin çanı ve kapıları böyle çalınmış. Başka bir yapıya çevrilmeyen kiliseler bu yüzden ayakta değil şu anda. Üç kiliseden biri, Küçük Armıdan’daki cami olmuş 1975’te. Köyün girişindeki Surp Yeğya Kilisesi’nin kalıntıları, bugün Alevilerin dilek diledikleri ‘Dallı Ziyaret’ olmuş. Büyük Armıdan’daki kilise de yıkılmış halde şu anda. Bunun dışında, 1915 sonrasında boş kalan Küçük Armıdan’a ilk iskân 1922-23’te yapılıyor. ’93 Harbi’nden (1877-78) sonra Yerevan’dan gelen 3-4 hane buraya yerleştiriliyor, bu ailelerin hiçbiri köyde değil artık. İkinci iskân, 1938 Dersim Katliamı sonrasında oluyor. Katliam sonrası yerinden edilen Kürt aileler buraya yerleştiriliyor. 20-30 hane Küçük Armıdan, 50 hane de Büyük Armıdan’a yerleştiriliyor. Mülklerin esas el değiştirmesi de bu iskânla yaşanıyor. Bugün yıkık olan tüm Ermeni yapıları da bu ailelere ait. Çünkü onlar için de iyi hatıralarla dolu olmayan bu evlere hiç bakmamışlar. Zaten 1950’lerde yasak kalkınca, Kürtlerin çoğu bu evleri satıp Dersim’e geri dönmüşler. Bu satışla, çevre köylerden insanlar Armıdan’a taşınmaya başlamışlar. Üçüncü iskân dalgası da, 1952’de köye yerleştirilen Bulgar muhacirlerden oluşuyor. Bu süre zarfında köy de büyüyor. Köydeki Ermeni mezarlığının üzerinde evler yapılmış, imara açılmış orası da. Geçen sene bahçesini genişletmek isteyen birileri bahçeyi kazınca kemikler çıkmış. “Burası mezarlık mıymış, yoksa Ermenileri öldürüp buraya mı gömdüler, bilmiyoruz” diyorlar.
Bedros’un hatıraları
*** Bunlar olurken, Bedros’un hikâyesi nasıl gelişiyor?
Bedros, hatıratında tehcir başladığı dönemden sonraki üç yılını anlatıyor. Armıdan’ın etrafındaki köyler arasında yolculuk ederek sürekli kaçıyor. Bu süre zarfında, Armıdan’a birkaç defa sığınıyor. Fakat Kuruçay’da bir gün yakalanıyor ve alıkonuyor. 1917’de Bahtiyar köyünde Hamit Ağa’nın evine yerleştiriliyor. Zorla Müslümanlaştırılıyor ve sünnet ediliyor. Oğluna göre Osman, kendi hatıratında yazdığına göre Nuri adını alıyor. Şunu da belirtmek gerekiyor, bu dönemde inancını kaybediyor. Belki de Bedros ateist olduğu için aile de bundan çok etkileniyor sonrasında. 1919’da, Ermeniler için geri dönüş izni çıktıktan yaklaşık 1 sene sonra, Bedros Armıdan’a geri dönüyor. Fakat dönerken biliyor orada yaşayamayacağını. Diğer anlatılardan da biliyoruz ki, 1915-22 arasında Armıdan boş ya da eşkıyaların sürekli tehdidi altında. Dolayısıyla Bedros, ikinci veya üçüncü dereceden akrabalarıyla iletişime geçip, İstanbul’a geliyor 1919’da. İstanbul’a geldikten birkaç hafta sonra da, eşkıyaların köyü basıp geri dönen Ermenileri katlettiğini ve kimsenin hayatta kalmadığını öğreniyor.
DEVAM EDECEK