“Armıdan’ı Armutlu yapan en uzun yılın öyküsü…” 3
Emre Can Dağlıoğlu
Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde doktorasını sürdüren Öykü Gürpınar, bir yandan Armıdan'ın değişen kaderinin izini sürerken, diğer yandan Armıdan’dan sürülen Bedros’un 1915 ve sonrasındaki serüvenini kendi yazdığı hatırat vasıtasıyla takip ediyor. Gürpınar’la birbirinden kopmak zorunda bırakılan bu iki hikâyenin gelişimini konuştuk:
*** Hatıratı ne zaman yazmaya başlıyor?
Hatıratı 1921’de İstanbul’dayken yazıyor. Çalıştığı fırıncının muhasebe defterini alıp arkasına yazıyor. Üzerinde Fransızca muhasebe terimleri yazan bir deftere yazıyor yani. Bir yerde dayanamıyor artık ve yaşadıklarını anlatmak istiyor. Bedros’un bundan sonraki öyküsünü ise ailesinden öğrendim. Hatıratı 1960’larda oğluna vermiş. Fakat oğlu, çok uzun süre okuyamadığını söylüyor. 30 yıl hiç bakmamış bile. Babası, 1990’ların başında ölünce ilk defa açıp okumuş. 2001’de de Türkçeye çevirmiş.
*** İstanbul’da ne yapıyor?
Geldiğinde, Laleli’deki Koska semtinde bir fırında işe giriyor. Hemşinli ustalarla çalışıyor ve meslek öğreniyor. Kısa süre içinde evleniyor, oğlu ve kızı oluyor. Fakat yine de ”kötü talih” peşini bırakmıyor. 1941’de zorunlu seferberlikte askere alınıyor. Var olan travma, Bedros’un eşinde “Gitti ama geri gelmeyecek” duygusu uyandırmış, hatta Bedros askerden geri gelince şaşırmışlar. 42’de Varlık Vergisi karşılarına çıkıyor. Vergiden çok etkilenmediklerini söylüyorlar, bu, “sıkıntı yaşamadan ödedik” anlamına geliyor. Zaten bu kanunla fırıncılardan alınan vergi, diğer meslek gruplarına göre daha düşük seviyede. Sonrasında 6-7 Eylül’de fırınını taşlıyorlar. Fırının üst katında oturdukları için direkt görüyorlar neler olduğunu. Fırını ilk taşlayanlar da aynı cadde üzerinde bulunan Hasanpaşa Fırını’nın sahibinin oğluymuş.
*** Sonrasında da fırıncılık mı yapıyor?
Hayır, 1950’lerin sonuna doğru, şimdiki Vatan Caddesi’nin yapımı esnasında, caddeyi büyütmek için fırını yıkıyorlar. Hatta bu yüzden Bedros’un eşi, Başbakan Adnan Menderes’e çok beddua okuyor. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra Menderes idam edilince, bu sefer “Keşke beddua okumasaydım, benim yüzümden öldürdüler adamı” diye ağlıyor.
*** Bedros yaşadıklarını ailesine ne zaman anlatıyor?
Bedros da çok geç dönemlerde anlatmaya başlıyor ailesine. Oğluna ilk kez o lisedeyken anlatıyor. Yani 1940’ların sonundan bahsediyorum. “İlk anlattığında inanamadım” diyor oğlu. Daha sonra, aile içinde çok sık konuşulmaya başlasa da, Bedros yaşlılığında artık mekân ve zaman gözetmeksizin yaşadıklarını anlatmaya başlamış. Bu dönem tam da 1980’ler gibi Ermeniler için çok zor geçen bir döneme denk geldiği için aile müthiş bir gerilim yaşıyor. Aynı zamanda, üçüncü kuşak da bu yaşananlara ilk duyduğunda inanamıyor. Bedros’un torunu da “Büyükbabamın böyle bir şey yaşamış olabileceğini hayal edemezdim” diyor.
*** Ailenin babalarının veya dedelerinin hikâyesiyle ve Armıdan’la ilişkisi nasıl?
Bedros için Armıdan asla geri dönemeyeceği bir memleket. Hasretini çekiyor, fakat bir daha orada olamayacağını biliyor. Gitse bile orası onun Armıdan’ı değil artık. Yine de Bedros, oraya dair hafızasını güçlü bir şekilde korumaya çalışıyor. Bunun için, mesela, 1926’da 14. yüzyıla kadar uzanan bir aile ağacı yapmış. Oğlunun, yani ikinci kuşağın köyle ilişkisinde ise Armıdan memleket olmaktan çıkıyor; orada köküne, memleketine dair bir şey bulabileceğini düşünmüyor. Ailenin soyuna yönelik algı, birinci ve ikinci kuşak arasında bir kırılma yaşıyor; Bedros’un çıkarttığı aile ağacını düşündüğümüzde onun için somut bir geçmiş var. Fakat oğlu için Bedros’tan öncesi yok, fiziken de yok hakikaten. Üçüncü kuşağa gelinceyse, Armıdan’a gitmek, oraları görmek ve orada yaşayanlarla tanışmak konusunda kuvvetli bir istek var. Daha cesurlar bu konuda. Onlar da gittiklerinde dedelerinin Armıdan’ını göremeyeceklerini biliyorlar, ancak yine orada olmak istiyorlar.
*** Armıdan yaşayamamış olan Ermenilerin Armıdan’a bakışı nasıl?
Bedros’un ailesi üzerinden anlatmam gerekir bu durumu. Bedros’un şu anda 85 yaşında olan oğluyla konuştuğumda bu meseleyi, bana babasını Armıdan’a hiç götürmediğini, çünkü babasının hayal kırıklığına uğramasından korktuğunu söyledi. Ayrıca Armıdan’da yaşayanların da bu ziyaretten ötürü, “Acaba evini almaya geldi? Bizden bir şeyler mi isteyecek?” diye tedirgin olacağını düşündüğünü belirtti. Ben de henüz Armıdan’a gitmemişken, bu kaygının haklı olabileceğini düşünüyordum. Fakat Armıdan’a gidip oradakilerle konuştuktan sonra bu kaygıların haksız olduğunu gördüm.
*** Armıdanlılar nasıl karşılıyorlar Ermenileri?
Bunu sorduğunuzda herkes lafa “İki sene önce bir otobüs dolusu Ermeni geldi köye” diye başlıyor. Köyün muhtarı, gelen Ermenilerin köyü gezdiklerini, köyün eskiden nasıl olduğunu anlattıklarını, evlerini gösterdiklerini, köylülerin de onlara bildiklerini anlattıklarını söylüyor. Misafirlerle gayet güzel yiyip içtiklerini, onları ağırladıklarını anlatıyor. Kimseden “geri gelenler bizden mallarımızı isteyecek” gibi bir kaygı duyduklarına dair bir şey işitmedim. Zaten köye gelen Ermenilerin böyle bir şey talep etmediğini görmeleri de onları etkilemiş. Bir yandan da Ermenilere yönelik turistik bir ilgi oluşmuş. Beni köyde gezdirirken, kiliselerin yerlerini gösteriyorlar, “Keşke yıkılmasaymış” gibi ifadeler kullanıyorlardı. Ancak o cümleler, “Şimdi geleni gideni çok olurmuş” diye bitiyor. Aslında böyle bir yerde yaşadıkları, oraya dair hikâyeleri bildikleri ve anlatabildikleri için kendilerini şanslı hissediyorlar. Bu yüzden, kimse konuşmamazlık da etmiyor, herkes bildiği kadarını anlatıyor gelenlere. Kendilerine aktarılanları rahatça anlatıyorlar.
*** Bir yandan soykırımı yaşamış birinin ailesi hikâyenin yaygınlaşmasını istemezken, katliamın yaşandığı yerde yaşayanlar meseleyi anlatırken çok rahat. Bu asimetri ilginç değil mi?
Burada fail ile mağdur arasındaki fark kendini gösteriyor. Katliama iştirak etmemiş olsalar da orada yaşayanlar, Müslüman olmanın avantajıyla orada yaşayabiliyorlar. Ama Ermeniler, sadece Ermeni oldukları için bugün orada değiller. Böyle bir durumda, yaşanan travmanın tekrarlanacağından duyulan korku mağdur için konuşmayı güçleştirirken, kendini fail olarak görmeyen üçüncü taraf açısından tanıklıklar rahatça anlatılabiliyor.
*** Bugün Armıdan’da yaşayanlar, mülk meselesine nasıl bakıyorlar?
Bunun artık bir devlet meselesi olduğunu düşünüyorlar. Mülklerin el değiştirmesinden sorumlu olanın devlet olduğunu, kendilerinin oturdukları evin parasını vererek tapusunu aldıklarını söylüyorlar. Zaten kendilerinden önce de orada oturmuş olanlar oraya devlet tarafından iskân edilenler. Onlara da orayı devlet vermiş. Şimdiki sahipleri ise mülkleri para vererek almışlar, bu yüzden oraların kendi hakları olduğunu düşünüyorlar. Ama bunun aksini ispatlayacak bir belgeyle gelenler için de meseleyi devletin çözmesi gerektiğini düşünüyorlar.
(AGOS - Emre Can Dağlıoğlu – 20.3.2015)