1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Artık özne değiliz”
“Artık  özne  değiliz”

“Artık özne değiliz”

DAÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen, Kıbrıs Türk tarafının özne olma durumunun “en düşük olduğu dönemden geçildiğini” söyledi ve ekledi: “Olayların yönünü etkilemede kabiliyetimiz yüksek değil, çaba da yok”

A+A-

DAÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen, Kıbrıs Türk tarafının özne olma durumunun “en düşük olduğu dönemden geçildiğini” söyledi ve ekledi: “Olayların yönünü etkilemede kabiliyetimiz yüksek değil, çaba da yok”

 “Kıbrıs Türk tarafının özne olma durumunun en düşük olduğu dönemden geçiyoruz”

 “O yüzden maalesef oyun kurucu rolünde değiliz veya olaylara doğrudan dahil olup olayların yönünü etkileme konusunda kabiliyetimiz yüksek değil, çaba da yok”

 “Ukrayna savaşıyla, beğenelim veya beğenmeyelim, Doğu Akdeniz’deki problemlerin çözülebilmesi için yeni bir fırsat penceresi ortaya çıkmıştır. Bu kullanılabilecek mi, kullanılamayacak mı, göreceğiz”

 “(Türkiye) Güven Yaratıcı Önlemler konusunda bir şeyler belki yapılabilir”

“Ercan Havaalanı’nın, bir formül bulunarak doğrudan uçuşlara açılması, Mağusa Limanı’nın belki AB denetiminde Türk tarafının yönetiminde açılması büyük fark yaratabilir”

“Mağusa Limanı Kapalı Maraş’a çok yakın. Maraş’ın imarını yaparken, malzemeler Leymosun Limanı’ndan mı gelecek? Mağusa Limanı’nın hareketlenmesi bütün Mağusa’nın çehresini değiştirecektir ve bundan binlerce insan çok pozitif şekilde yaralanacaktır”

Ödül Aşık ÜLKER

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen, Kıbrıs Türk tarafının özne olma durumunun en düşük olduğu dönemden geçildiğini söyledi.

Prof. Dr. Sözen, “Maalesef oyun kurucu rolünde değiliz veya olaylara doğrudan dahil olup olayların yönünü etkileme konusunda kabiliyetimiz yüksek değil, çaba da yok” dedi.

Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan dünyadaki dengelerin etkileneceğini söyleyen Prof. Dr. Sözen,

“Eğer Türkiye bu yeni güç dengelerinin değiştiği düzlemde demokrasi tarafında veya demokratik batı ülkeleri tarafında rol alacaksa, Kıbrıs’a da sıra gelecek ve Türk tarafının  duruşu değişecek. Değişmedikçe buradan bir çıkış olmaz. Belki Güven Yaratıcı Önlemler konusunda birşeyler  yapılabilir” diye konuştu.

Prof. Dr. Sözen, Güven Yaratıcı Önlemleri çok önemsediğinin altını çizerek, bunların bugüne kadar çok küçük konular olduğunu, sıradan Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların günlük yaşamını pozitif yönde etkileyecek önlemlere ihtiyaç olduğunu vurguladı.

“Rusya-Ukrayna savaşı sürpriz değildi”

  • Soru: Rusya-Ukrayna savaşı dünyadaki dengeleri nasıl değiştirecek?
  • Prof. Dr. Sözen: Rusya-Ukrayna savaşının gelmesi bekleniyordu, sürpriz değildi. Çünkü 2007 Münih Güvenlik Konferansı’nda Putin, herkesin yüzüne baka baka bunları söylemişti ve 2008’de Gürcistan’a girdi, Güney Osetya ve Abhazya’yı oradan kopardı. 2014’te de Kırım’ı ilhak etti ve Donbas bölgesini kontrolüne aldı, şimdiki işgal de onun bir devamıdır. Bütün bunları yaparken Putin’in hesapları şuydu, “2008’de bunu yaptım, Batı’dan ciddi bir reaksiyon görmedim. 2014’de bunları yaptım, yine ciddi bir reaksiyon görmedim. Demokrasiler zayıftır, ortak karar alma konusunda sıkıntıları vardır. AB, ABD arasında son yıllarda, özelikle Trump yıllarında başlayan çok büyük bir kopukluk vardı, birlik değiller” diye düşündü ama yanlış bir hesap yaptı. Bunun arka planında Putin, kişi olarak yetiştirilmesi, eğitimi, inanışları bakımından üç Slav ırkını yani Rusları, Belarusları ve Ukraynalıları aynı gruptan olarak gördü ve ayrı millet olduklarını düşünmedi. Yani Ukrayna’yı ayrı bir millet gibi, ayrı bir devlet gibi hiç bir zaman görmedi. Rusya, 1994 yılında Budapeşte Şartı’na imza atmış garantör ülkelerden biri olmasına rağmen Putin’in böyle bir yaklaşımı vardı. Ama günün sonunda Rusya yanlış bir hesap yaparak Ukrayna’ya girdi, “birkaç günde Kiev düşecek, zaten bir kısım Ukraynalı da Rusları kardeş olarak görür, bizi kucaklayacaklar” diye düşündü ama yanlış hesap yaptı. Tam tersine, karar alma konusunda içinde sıkıntılar yaşayan Batı’yı daha da kenetlenmiş olarak bir araya getirdi ve daha da pekiştirdi. Bir dolu problemi olan NATO’da dayanışma ruhunu artırdı ve aslında 30 ülkesi olan NATO bu hareketten sonra daha da büyüyecek, hiç beklenmeyen İsveç, Finlandiya gibi ülkeler başvuru yaptı. Belki daha sonra Gürcistan da buna dahil olacak.

 “Bu savaş, yeni bir dünya düzenine doğru bizi evriltiyor”

Bu savaş, sistemik anlamda yani küresel ölçekte yeni bir dünya düzenine doğru bizi evriltiyor ama o düzenin ne zaman kurulacağı ve kimlerin bu düzende daha güçlü olacağı çok net değil. Soğuk savaş dönemine benzeyen yeni bir yapılanma var ama burada soğuk savaş dönemindeki kapitalizm, komünizm ekseninde ideolojik değil, daha çok bir tarafta liberal, demokratik değerleri savunan Batı, diğer tarafta da daha çok otokratik, antidemokratik, baskıcı değerleri savunan otoriter rejimler var. Rusya bu savaşa girerken istediği şuydu; “dünya artık tek kutuplu veya genel anlamda bir kutubun yani ABD’nin batı ülkeleriyle beraber hegemonya kurduğu bir yer değil, Rusya’nın ve de Çin’in olduğu daha çok eşitler arası çok kutuplu dünyanın olması gerektiği ve bu yeni dünya düzeninde bu çok kutuplu tarafların ortak karar vermesi.” Yani amiyane tabir kullanacak olursak, Putin, Batı’nın Rusya’yı adam yerine koyması ve eşit bir şekilde dünya yönetiminde söz sahibi olması gerektiğini iddia ederek bu savaşa girdi. Böyle bir sistem olacaksa, bu dünya için çok da hoş değil diye düşünüyorum. Bunun bir tarafında da, yine şimdiki lideri Xi rejiminde inanılmaz otokratik bir yönetim şekline evrilen Çin var, yanında Kuzey Kore var. Son yıllarda Modi yönetimiyle demokrasiden uzaklaşan büyük Hindistan var. Son savaşın tetiklediği yeni dünya düzeni acaba Batı’nın evrensel kurallarına dayalı, yani demokrasinin, insan haklarının ve hukukun en üstün sayıldığı bir yere mi evrilecek, bunu göreceğiz.

“Rus gazına olan bağımlılığın ciddi anlamda azaltılması masada”

  • Soru: Enerji konusunda Rusya’ya olan bağımlılıktan kurtulmak için bazı girişimler olduğunu da  görüyoruz…
  • Prof. Dr. Sözen: Bu savaşın ortaya çıkardığı bir başka durum da, Batı’nın hiç beklenmediği kadar dayanışma içerisinde, ortak bir tavır alıp, beklenmeyecek bir düzeyde Rusya’ya ciddi yaptırımlar uygulanmasıdır ve bu çok bariz bir şekilde Rusya’nın ekonomisinin çökertilmesi yoluyla Putin rejiminin sonlandırılması hedefidir diye düşünüyorum. Rusya ne ile güçlüdür, güçlü olduğu taraf nedir? Bir askeri teknolojisi var, bir de doğal zenginliklerini satıyor. Nedir bunlar? Petrol ve doğalgaz… Yoksa Rusya aslında çok büyük bir ekonomik güç değil, nükleer silahları olduğu için aslında gücünün ötesinde bir projeksiyon yapıyor. Rusya’nın İtalya kadar bir gayrisafi milli hasılası var, bir Almanya’yla kıyaslanamaz bile, Rusya’nın ürettiği hangi araba var, hangi cep telefonu var, hangi endüstrisi var? Yok. Rusya enerji ihracatçısı olduğu için, Batı çok ciddi bir şekilde “buradan çökertmek için Rus enerjisine alternatif neler kullanabiliriz?” diye konuşuyor. Avrupa ülkelerinin Rus gazına olan bağımlılığının ciddi anlamda azaltılması masadadır, bunun ilk adımları atıldı. Kuzey Akım 2 zaten hiç hayata geçmeden durduruldu, bir çok ülke Rusya’dan alınan gazın miktarını azalttı. Örneğin İtalyanlar Cezayir’le anlaştılar, alternatif bir yol buldular.

“Amaç uzun vadede Doğu Akdeniz’de rüzgar, güneş ve hidrojen enerjisini kullanmak”

Bütün bu aritmetiğin içinde, Doğu Akdeniz’deki kaynaklar tekrar gündeme geldi. Ama burada çok önemli, kaçırmamamız gereken bir nokta var, Doğu Akdeniz’in bu enerji denkleminde tekrar gündeme gelmesi sadece Doğu Akdeniz’de keşfedilen doğalgazla alakalı değil. Bunu çok iyi anlamamız lazım. Çünkü zaten bu savaştan önce AB’nin yeşil enerjiye geçme, doğal gazın da olduğu fosil yakıtlardan uzaklaşma ve yenilenebilir enerji kaynaklarını enerji üretiminde hakim kılma gibi bir hedefi vardı. Aslında amaç uzun vadede Doğu Akdeniz’de rüzgar, güneş ve hidrojen enerjisini kullanarak bu bölgelere çok ciddi yatırımlar yapmak ve elektriği yenilenebilir birincil kaynaklarıyla üretip, sonra bu elektriği enterkonnekte bir şekilde kablolarla bütün Avrupa’ya ulaştırmak. Ukrayna kriziyle beraber bu iş hızlandı ama yenilenebilir enerjiye pat diye, bir senede geçemezsiniz. Bunun için öngörülen tarih 2030’la 2050’li yıllar içindedir.

“Ukrayna savaşıyla, Doğu Akdeniz’deki problemlerin çözülebilmesi için fırsat penceresi ortaya çıktı”

  • Soru: Siz her zaman Kıbrıs’ın etrafındaki doğalgazın çıkarılmaması durumunda bir süre sonra anlamsız olacağını söylersiniz…
  • Prof. Dr. Sözen: Aynen. 2010’da çıkarsaydık çok rahat çıkabilirdi. Ama, bugün yaşadığımız krizden önce, fiyatların çok yükselmemesinden dolayı bu doğalgazı çıkarmanın fazla bir anlamı yoktu. Şimdi bu krizle doğalgazı çıkarmak tekrar gündeme geldi, fiyatlar bir miktar yükseldi, gazın çıkarılması için yeni bir fırsat penceresi var. Ama bu fırsat penceresi önümüzdeki 10- 15 yıl içindir. Amaç, önümüzdeki 10 kusur sene içinde doğalgazı bir geçici enerji kaynağı olarak kullanıp, sonra yeşil, yenilenebilir enerjiye geçmektir. Bu geçiş sürecinde Kıbrıs’ın etrafındaki doğalgazı çıkarırsak, bu kriz tüm Kıbrıs için bir fırsata dönebilecek. O yüzdendir ki, buradaki gazı sadece önümüzdeki 10- 15 yılda, geçiş sürecinde bir değer olarak nasıl kullanabileceğiz? Esas soru budur.  Kimileri Doğu Akdeniz boru hattının maliyetinin 7-8 milyar Euro olacağını söyledi, kimisi 10 milyar Euro’yu aşacağını söyledi, bunun inşasının 10 yılı bulacağından bahsedildi. Bunlar artık anlamlı değil. Sadece inşası 10 yıl sürecek ve doğalgaza dayanan bir proje artık anlamsızdır. O yüzden hızlı bir şekilde bunun nasıl çıkarılacağını düşünmemiz lazım. Belki sıvılaştırıp gemilerle veya daha kısa boru hatlarıyla bunu iletirsiniz. Bu aşamada bunlara önem verilecek diye düşünüyorum. Bunun sinyalleri geliyor. En son ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Victoria Nuland’ın adayı ve bölgeyi ziyaretinde verdiği mesajlar hep bu yöndedir. O yüzden Ukrayna savaşıyla, beğenelim veya beğenmeyelim, Doğu Akdeniz’deki problemlerin çözülebilmesi için yeni bir fırsat penceresi ortaya çıkmıştır. Bu kullanılabilecek mi, kullanılamayacak mı, göreceğiz.
    Ukrayna savaşından sonra Türkiye’nin bölgede daha çok dahil olarak, önemli rol oynayacağı bir ortam açılmıştır. Amerikalıların da, bir çok Batı ülkesinin de aslında gördüğüm kadarıyla niyeti ve gördükleri resim şudur, “Bir müddettir Türkiye bu bölgeden izole oldu. Kendileri buna ‘değerli yalnızlık’ dedi. Biraz da kendilerinin Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de izledikleri politikalar bu sonucu çıkardı. Ama dünya da değişiyor. Gelin buna bir şans verelim.” Türkiye de attığı adımlarla, gerek İsrail’le gerek Mısır’la normalleşme çabasıyla, işbirliği yönünde bir siyaset benimseyecekse Türkiye’nin tekrar bölgeye oyun bozucu olarak değil, oyuna dahil olan eşit bir kıyıdaş ülke rolünde gelmesi çok olasıdır.

“Kıbrıs sorununun çözümü konusunda bir hareket olabilir”

  • Soru: Kıbrıs’ın etrafındaki doğal kaynakların kullanılması konusunda Kıbrıs’taki iki taraf arasında, bölgede sorunlar yaşanıyor. Bu bahsettikleriniz ışığında Kıbrıs sorununun çözümü açısından bir hareketlilik olur mu, bunlar Kıbrıs’taki sorunların çözümüne bir hız katabilir mi?
  • Prof. Dr. Sözen: Kısa cevap evet. Ama daha önce yaptığımız röportajlarda da hep “Türk tarafının bu yeni, “iki devletli çözüm” politikası gerçek anlamda geleneksel Türk dış politikasından radikal bir kopuş mu yoksa ‘ölümü gösterip sıtmaya razı etmek’ için taktiksel bir adım mı?” diye sorardım ve bunun “önümüzdeki aylarda Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinin nereye evrileceğiyle çok alakalıdır” derdim. 10 yıl öncesinden beri, Türkiye’nin İsrail ve Mısır’la, hatta Suriye ile ilişkilerini normalleştirmesi gerektiğini söylüyordum ve aslında eskiden bunu söylerken azınlıkta kalıyordum. Ama artık bunu yapmaya başlayan bir Türkiye var. Türk tarafındaki bu adımlarla beraber, eğer Rumlardan da ciddi anlamda samimi işbirliği yönünde adımlar gelirse, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda da bir hareket olabilir diye düşünüyorum. Ama tango için iki kişi gerekir, tek başına tango olmaz. Rum tarafında bu adımlar var mı? Bilmiyorum. Sanki Kasulidis’in Dışişleri Bakanı olmasıyla verdiği ilk sinyaller, en azından Güven Yaratıcı Önlemler konusunda bir şeyler olabileceği yönündeydi. Türk tarafında bu konu ilk başta çok fazla kabul görmedi ama sanki Türk tarafının tutumunda da bir değişme var.
    Çok memnun olmadan şunu söylemek isterim, belki de Kıbrıs Türk tarafının özne olma durumunun en düşük olduğu dönemden geçiyoruz. O yüzden maalesef oyun kurucu rolünde değiliz veya olaylara doğrudan dahil olup olayların yönünü etkileme konusunda kabiliyetimiz yüksek değil, çaba da yok.

“Türkiye demokrasi tarafında rol alacaksa, Kıbrıs’a da sıra gelecek”

 Beğenelim ya da beğenmeyelim, eğer Türkiye bu yeni güç dengelerinin değiştiği düzlemde demokrasi tarafında veya demokratik batı ülkeleri tarafında rol alacaksa, Kıbrıs’a da sıra gelecek ve Türk tarafının  duruşu değişecek. Değişmedikçe buradan bir çıkış olmaz. Belki Güven Yaratıcı Önlemler konusunda birşeyler belki yapılabilir. Ben Güven Yaratıcı Önlemleri çok önemsiyorum, doktora tezimi yazdığım 90lı yılların sonlarından beri, 30 yıldır bunların önemini vurguluyorum. Ama bugüne kadar güven yaratıcı önlemler diye adlandırılan konular çok küçük konular oldu. Sıradan Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların günlük yaşamına dokunacak ve günlük yaşamını pozitif yönde etkileyecek önlemlere ihtiyaç vardır. Tam da şimdi, COVİD sonrası artı bu savaşın getirdiği çok ciddi ekonomik sıkıntıların olduğu bir dönemde, eğer Kıbrıs’ta binlerce yeni iş yaratabilecek adımlar atılabilirse, örneğin Kapalı Maraş’ın BM kontrolünde, iki tarafın kullanımı serbest bir bölge olarak, malların, paranın, hizmetlerin ve eşyaların rahat girip çıktığı bir bölge olarak, yani 1993’de Güven Yaratıcı Önlemler paketinde olduğu gibi bir şeye dönüştürülebilirse, 10 binlerce yeni iş olanağı yaratılacak. O binaların bir kısmının yıkılması, bir kısmının tamiri, yıkılan binalardaki molozun taşınması, yeni inşaat malzemesi, işçilerin oradaki yemeklerinden, diğer hizmetlerini kadar onbinlerce yeni iş olanağı yaratılabilir. 93 yılında bu paketin içinde bir de Lefkoşa Havaalanı vardı, belki bugün Lefkoşa Havaalanı’nı hayata geçirmek kolay değil ama Ercan Havaalanı’nın, bir formül bulunarak doğrudan uçuşlara açılması, Mağusa Limanı’nın belki AB denetiminde Türk tarafının yönetiminde açılması büyük fark yaratabilir. Mağusa Limanı Kapalı Maraş’a çok yakın. Maraş’ın imarını yaparken, malzemeler Leymosun Limanı’ndan mı gelecek? Mağusa Limanı’nın hareketlenmesi bütün Mağusa’nın çehresini değiştirecektir ve bundan binlerce insan çok pozitif şekilde yaralanacaktır. Bu adımlar yıllardır atılmadı. Ben bunları bir ortamda iki lidere, Akıncı ve Anastasiades’e sordum, “bunlar bizi kapsamlı çözümden alıkoymasın, uzaklaştırmasın vs” dendi. Günün sonunda Kıbrıs müzakerelerine baktığınız zaman, bu iniş-çıkışları veya müzakere olan ve olmayan zamanları görüyoruz. Benim 90’ların sonunda doktora tezimde yazdığım şuydu, “liderler arası müzakereler çok önemli ama tek başına yeterli değil. Toplumlararası müzakereler sekteye uğradığı zamanda bile, paralel bir süreçte güven yaratıcı önlemler ele alınmalı ve hayata geçirilmeli, bunlar hem bir çözümün gerekliliğini tetikleyecektir hem iki toplum arasındaki güven uçurumunu azaltacak, hem de iki toplum arasında maalesef uzun zamandır var olmayan işbirliği kültürünü ve tecrübesini arttıracaktır, ki federasyon da işbirliğine dayalı bir yapıdır, toplumları buna da hazırlayacaktır.” Bu ayak maalesef hep eksik kaldı.

“Kıbrıs’ta garantörler görevlerini tam yapmadı”

  • Soru: Türkiye, Rusya ve Ukrayna arasında bir arabuluculuk rolü üstlendiği, bazı müzakereler yapıldığı, bir garantörlük meselesi gündeme geldi. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
  • Prof. Dr. Sözen: Garantörlük konusunu çok heyecanlı değil, çok daha serinkanlı şekilde oturup konuşmak lazım. Çünkü kimin neyin garantisi olacağı çok önemli. Örneğin Kıbrıs’ta üç garantör var, neyin garantörü olduklarını en azından biz de çok iyi biliyoruz. Ama bu, resmi söylemlerde yıllardır o şekilde yansıtılmadı. Kıbrıs’ta 60 Garanti Antlaşması’na göre üç garantör ülke, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, 60’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı, güvenliği, toprak bütünlüğü ve anayasal düzenini garanti ediyorlar. Bunu iyi anlamak lazım. Bunları yapması gereken garantörlerinden bir tanesi Yunanistan, 63 yılından başlayarak tam tersini yaparak Kıbrıs’ı kendisine bağlamak istediler. 74’de Türkiye bunu engellemek içine Ada’ya asker gönderiyor, asker gönderebilmesinin tek yasal dayanağı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü, bağımsızlığını, güvenliğini ve anayasal düzenini tesis etmektir. Bu olmuyor, tam tersine Kıbrıs ikiye bölünüyor. Kıbrıs’ta garantörler görevlerini tam yapmadı.

“Rusya, güvenliğini ve toprak bütünlüğünü garanti ettiği ülkenin toprak bütünlüğüne tecavüz ediyor”

Rusya ve Ukrayna’ya bakıyoruz, Rusya Ukrayna’nın garantörüdür. 1994 Budapeşte Şartı’na göre İngiltere ve ABD ile beraber, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü ve güvenliğini sağlamak zorundadır. Bugün Rusya, tam tersine güvenliğini ve toprak bütünlüğünü garanti ettiği ülkenin toprak bütünlüğüne tecavüz ediyor. Ukrayna’da bir garantörlük sisteminden bahsediliyor ve hatta 20’ye yakın ülkenin ismi geçiyor, bir tanesi de Türkiye. Ukrayna’da 60’daki Kıbrıs garanti sistemine benzer bir sistem kurulacaksa, Türkiye Ukrayna’nın garantörü olmak ister mi? Rusya iki sene sonra Ukrayna’ya tekrar saldırırsa, Türkiye ne yapacak? Örneğin Rusya’ya karşı bir askeri müdahaleye girmek ister mi? Garantörlük konusu, hangi konuların buna dahil olacağı, garantörlüğün ne zaman devreye girebileceği, askeri açıdan ne tür saldırganlara karşı ne tür hareketler olacağının detaylı konuşulması lazım. Ülkeler ona göre gerçekten garantör olmak isteyip istemediğine karar verecek. Ben bu çağda, tek tek devletlerden çok, uluslararası kurumların ve ittifakların güvenliği sağlaması gerektiğini düşünenlerdenim. Tek tek ülkelerin garantörlüğü çok akıllıca değil, çünkü günün sonunda siz demokratik bir ülke de olabilirsiniz, sıkıntı gibi görünmez. Ama yarın, öbür gün sizin rejiminiz değişir. Örneğin Putin gibi bir otogratı garantör olarak görmek ister misiniz? Biz 2016’da Kıbrıs’ta bir kamuoyu araştırması yapmıştık ve hem Kıbrıs Rumlara hem de Kıbrıslı Türklere sorduk, “ille de bir garantörlük olacaksa kimi görmek isterseniz” diye sorduk. Rumlar %50’nin üstünde Rusya dedi. Acaba bugün bu soruyu tekrar sorsak, aynı sonuç çıkar mı? Rumlar bugünkü Putin yönetimindeki bir Rusya’yı garantör olarak istiyor mu? Bence cevaplar Ukrayna krizinden sonra çok değişecektir.

yd-destek-gorseli-2-667.jpg

 

Bu haber toplam 2951 defa okunmuştur