“Aşağı Zodya’dan Avustralya’ya Yorgos Matças Solomu’nun öyküsü...”
*** KIBRIS’TAN HATIRALAR...
“Aşağı Zodya’dan Avustralya’ya Yorgos Matças Solomu’nun öyküsü...”
Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız, akademisyen, araştırmacı-yazar ve grafik sanatçısı Konstantinos Emmanuelle’in “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” internet sayfasında yayımlanan ve Aşağı Zodya’dan Avustralya’ya dek Yorgos Matças Solomu’nun öyküsünü aktardığı yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, özetle şöyle yazıyor:
*** Yorgos “Matças” Solomu, 17 Nisan 1927’de Omorfo yakınlarındaki Pano Zodya yani Aşağı Zodya’da dünyaya gelmişti. Solomos Matças ve Elpida Solomonidis’in altı çocuğundan ikincisiydi. Yorgos’un kardeşçikleri Panayota, Hristakis, Elenitsa, Yannakis ve Andreas idi... “1930’lu yıllarda köyümüzde binden fazla insan yaşardı” diye anlatıyor Yorgos bana... “En iyi karpuzları ve taş kavunlarını yetiştirirdik bölgede” diyor. “Kavunların kokusunu bir mil uzaktan alırdınız... Nisan’da ekerdik kavunları ve Ağustos’ta olgunlaşmış olurlardı... Çocukluğumda köyden diğer çocuklarla birlikte karpuz-kavun toplamaya giderdik tarlalara, bu bizim işimizdi... O günlerde çocukların anne-babalarına yardım etmeleri beklenirdi... Geceleyin de tarlada yatırdık” diyor...
*** “Geceleyin dışarıda yatmaktan korkmaz mıydınız?” diye soruyorum ona. “Nereden korkacaktık ki?” diye gülüyor Yorgos... “O günlerde herşey güvenliydi... Kimse size incitmezdi, özellikle çocuksanız. Hatırlarım da annem bazan Leymosun’a giderdi ve evin anahtarını da kapının üstünde bırakırdı. O günlerde kimsecikler evlerini ya da arabalarını kilitlemezdi. Farklı bir zamandı... Çocuklar olarak bir bakkala ya da kahvehaneye Coca Cola ya da gazete almaya giderdik, eğer dükkanda birisi yoksa, alacağımız neyse alır, kuruşları da tezgaha bırakırdık. Herkes birbirine güvenirdi. Bugünkü gibi değildi o günler...” diyor.
*** Babası tarafından yaz aylarında meyva toplamaya gönderildiğinde Yorgos henüz beş yaşındaydı... “Geceleyin babam yiyecek getirirdi beni yedirmek için ve geceleyin birlikte tarlada yatıp uyurduk. Sabahleyin kahvaltıdan sonra köye dönerdi babam ve marangoz olarak işine devam ederdi. Ben de diğer çocuklarla birlikte karpuz ve kavun toplamaya dönerdim. Benim yaşımdaki bir çocuk için bu ağır bir işti. Meyvalar her gün güneşte olgunlaştıkça, giderek daha fazla karpuz ve kavun kesiyor ve bunları tarlanın yanına koyuyordum – bunları kamyonlarıyla almaya gelenler vardı, bunları alıp kahvehanelerde ya da tüm adada manavlarda ve köy pazarlarında satmaya götürüyorlardı. Kaldırdığım yükle bacaklarım katlanıyordu... Her yaz, yüzlerce kavun-karpuz topluyorduk köyümüzün çevresindeki tarlaladan...”
*** Yorgos, babasının üç çeşit kavun yetiştirdiğini hatırlıyor: “Koçinya denen, ince bir kabuğu olan bir kavun yetiştirirdi ki en tatlısı buydu... En keskin kokusu olan da bu kavunlardı. Sonra “Peponi” ve “Tanbures” denen iki çeşit kavun daha vardı. “Tanbures” denen kavunların çok sert olduğunu, içinin beyaz olduğunu hatırlarım... Bunları bir ay asmanız gerekirdi bir yere, ta ki yenebilecek yumuşaklığa gelinceye kadar...”
*** “1930’lu yıllarda bir kavun ya da bir karpuz almak için kaç para vermek gerekirdi?” diye soruyorum ona. “Kavunun fiyatını hatırlamam ancak bir okka karpuzun yedi paraya satıldığını hatırlarım... Yani okkası yedi sent gibi birşeydi... Tabii karpuz büyük ve ağırdı... Bazı karpuzlar on okka gelirdi, bu durumda bir karpuz için 70 para ödemeniz gerekirdi... (Not: 40 para, bir bakır yani bir kuruştu – dokuz bakır ise bir şilindi... K.E.)
*** Eğitimine gelince, Yorgos, Aşağı Zodya’daki ilkokulu bitirmişti... “Büyük bir okulu vardı köyümüzün ve altı tane de öğretmenimiz vardı. Her bir öğretmen bir sınıfa girerdi... İlkokulu bitirdiğimde babam ona dülger işinde yardım etmemi istemişti. Bir süreliğine bunu yaptım ancak dışarıda çalışmaya dayanamıyordum... Kızgın güneş altında başım dönüyordu. Annem bu durumda terzi olmamı önerdi – en azından içeride çalışıyor olacaktım. Ben de öyle yaptım...”
*** Yorgos, terzi çıraklığına 1940 senesinde başladı. “13 yaşındaydım ve Omorfo’ya Klitos adlı usta bir terzinin yanında mesleği öğrenmeye gönderilmiştim. O benim ustamdı. Atölyesi köyümüzden bir mil kadar uzakta olduğu için işe yürüyerek gidip geliyordum. Bir sene çıraklık ettikten sonra Raleigh marka bir bisiklet satın aldım, böylece işe bisikletimle gidip gelecektim. Klitos Usta’yla Omorfo’da üç sene çalıştım...”
*** Yorgos çıraklığını tamamlayınca, Lefkoşa’da Kleanthis Trinkis adlı bir terzinin yanında çalışmaya gönderilecekti. “Kleanthis bir süreliğine Atina’da yaşamıştı, İkinci Dünya Savaşı ardından Kıbrıs’a geri dönmek zorunda kalmıştı” diye anlatıyor Yorgos. “Aslında Lefkoşa’daki terzi dükkanı, yeğenine aitti. İşten sonra Lefkoşa’dan otobüse binerek Aşağı Zodya’ya gidiyordum. O günlerde çok uzun saatler boyunca çalışıyordum – ama şikayet edemem. Ustam Kleanthis iyi bir insandı ve Lefkoşa’da büyük saygı görüyordu. Herkes onu tanıyordu, o nedenle hep meşguldü. Bana anlattığına göre Atina’dayken Kıbrıslı genç üniversite öğrencilerine yardım eder, onlara beleşe kalacak yer verirmiş. Bu öğrenciler Kıbrıs’a döndüklerinde, hiçbir zaman onun iyiliklerini unutmadılar...”
*** Klenthis’in ününün bir gün bir hekimi görmekte kendisine nasıl yardımcı olduğunu da hatırlıyor Yorgos... “Bir gün yan tarafımda korkunç bir sızıyla işe gittim ve Ustam Kleanthis beni derhal Polidoridis adlı bir hekimi görmeye gönderdi. O günlerde Lefkoşa’daki doktorlar, üç lira alırdı bir hastaya bakınca... Benim o kadar param yoktu ancak ustam ısrar etti, “Git, Polidoridis’i gör, o sana bakacaktır” dedi. Oraya gidip de ustam Kleanthis Trinkis tarafından gönderildiğimi söylediğimde, sıranın en önüne gönderildim ve Doktor Polidoridis de bana baktı, beleşe hem de... Polidoridis’in, ustam Kleanthis’in Atina’da yardım ettiği öğrencilerden birisi olduğunu öğrenecektim sonradan...”
*** 1948 yılında Yorgos, Lefkoşa’daki ustası Kleanthis Trinkis’in yanından ayrılarak kendi terzihanesini açtı Omorfo’da. “O günlerde 21 yaşındaydım” diye anlatıyor Yorgos. “Her neyse, Omorfo’da Takis Rahhis adlı bir arkadaşım vardı, onun kardeşi Avustralya’daydı... Kardeşi ona her mektup gönderdiğinde, 'Ne zaman yanıma geleceksin Avustralya’ya?’ diye soruyordu. Takis de bana dönüp “Sen da gelirsen giderim ben oraya” diyordu... Sık sık Kıbrıs’tan ayrılma düşüncesini konuşuyorduk. Takis bir yapıcıydı, ben de bir terziydim – bize anlatıldığına göre, orada çok rahat iş bulabilirdik. Bir gün ona, “Tamam” dedim, “Hade gidelim... Kardeşine yaz ve bize göç etmemizle ilgili belgeleri göndermesini söyle... Gidip üç ay kalacağımızı söyle kendine” dedim. Avustralya’nın ne kadar uzakta olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktu, bir defa oraya gidince hep orada kalacağımızı da bilmiyorduk...”
*** 1949 senesinin Aralık ayında Yorgos Kıbrıs’tan ayrılarak “Cyrenia” adlı gemiyle Avustralya’ya doğru yola çıtkı... “Kıbrıs’tan ayrıldığım gün hatırlarım da bütün Kıbrıs’a kar yağdıydı... Yolculuğumuz altı hafta kadar sürdü. Cebimde on lira vardı ve bu parayı gemide ve yolculuk boyunca durduğumuz farklı limanlarda harcayacaktım...” Melburn’a vardığında Yorgos, iki diğer Kıbrıslı göçmenle birlikte Carlton’da birlikte kalacaktı. “Ben, Kostas Nikola ve kardeşi Haralambos Theodossi ve Jimmy Karayannis, beraberdik” diye anlatıyor. “Yerde yatıyorduk. İki pataniyamız vardı, birini yatak olarak, ötekini de örtünmek için kullanıyorduk. Avustralya’ya ilk vardığımızda herşey çok kasvetli görünüyordu...”
*** “Hiç İngilizce bilir miydin?” diye soruyorum ona. “Birkaç kelime sadece” diyor... “Kıbrıs’ta ilkokulda bize öğretilen bir cümle hala aklımdadır. ‘Bir zamanlar bir sihirbaz varmış. Afrika’da yaşarmış. Sonra Çin’e lamba almaya gitmiş...’ diye bir cümleydi bu. Bunun anlamı neydi, bilmiyorum. Küçük bir çocukken öğrendiğim bu cümleler aklımda kaldı ancak Avustralya’ya gittiğimde bu cümlelerin bana pek de yardımı olmadı...”
*** Melburn’a varışının ilk Pazar sabahı, Yorgos kenti gezmeye karar vermişti. “Carlton’da kiraladığımız odadan ayrıldım ve Russell Sokağı’nda yürüdüm, polis merkezini geçtim. Sokaklar bomboştu. Yunan kulübüne gittiğimde, kapalıydı, Bourke Sokağı’ndan Swanston Sokağı’na, oradan da Lonsdale Sokağı’na yürüdüm ve gerisin geri Russell Sokağı’na döndüm. İnanabilir misin, tek bir kişi ya da araba görmedim sokaklarda! Her yer bomboştu. Sanki de bomba attılar buraya diye düşünmüştüm kendi kendime. En sonunda içeride Yunanlılar’ın oturduğu bir kafe buldum. ‘Herkes nereye gitti?’ diye sorum oradakilere. ‘Melburn bu mudur yani?’ Bir tanesi güldü ve ‘Merak etme da alışacan’ dedi bana. Her taraf bomboştu. Dükkanlar kapalıydı, parklar bomboştu. Yazdı. Avustralya yazı... Kentin bu kadar sessiz ve boş olması, beni şoke etmişti...”
*** Bir ay sonra Yorgos, bir Yahudi’nin sahibi olduğu bir kadın giyim fabrikasında iş buldu – fabrika Little Collins sokağı’ndaydı ve adı da “Charles ve Lewis Noble” idi. “Kısa sürede Kıbrıs’taki terziliğin, Avustralya’daki terzilikten çok daha yüksek bir standarda sahip olduğunu kavradım. Kıbrıs’tan giden göçmenler, her zaman iyi giyinmişlerdi... Avustralyalı erkekler, dans etmeye askeri botlarıyla gidiyorlardı. Para da farklıydı. Charles Noble’da haftada yedi lira kazanıyordum, kadın giysileri dikiyordum oysa Kıbrıs’ta her diktiğim takım elbise için yedi lira kazanıyordum. Daha sonra kendi terzi dükkanımı açınca iyi para kazanmaya başladım. Kıbrıs’ta kalmış olsaydım, o kadar çok para kazanamazdım...”
*** 1950’li yılların yaşam düzeyine gelince Yorgos, Melburn’da herşeyin rahatlıkla satın alınabilecek durumda olduğunu hatırlıyor o günlerde. “Yiyecek çok ucuzdu. İyi bir biftek, yumurta, patates kızartması ve salatayı 2 şilin ve 5 peniye alabilirdiniz. Büyük bir tabak yiyecekti bu ve et de çok lezzetliydi. Hatırlarım da Kıbrıs’ta biz kesilen bir hayvanın her bir parçasını tüketirdik oysa Avustralya’da dükkanlarda ve lokantalarda, en iyi etleri satarlardı – geriye kalanlar ya dağıtılır ya da köpek maması olsun diye satılırdı. Biz çoğu göçmen, dışarıda yemeye giderdik. Hem kahvaltı, hem öğle ve akşam yemeklerini kafelerde, lokantalarda ya da Yunan kulüplerinde yerdik. Kimse evde yemek pişirmezdi. Kent Banyoları denen yerde de duş alırdık. Ancak banyo yaptığımız yerden eve yürümek, kış aylarında insanı dondururdu. Ancak hepimiz de evlendikten sonra yemeklerimizi evde yemeye başlayacaktık...”
*** Yorgos, kendi terzilik işini 1952’de kurmuştu... “Charles Noble’da da yarı zamanlı olarak çalışmaya devam ediyordum” diyor. “Ancak kendim için de çalışmak istiyordum, Londsdale Sokağı’nda bir mağazanın üstünde boş bir oda kiraladım. Bourke Sokağı’nda bir ikinci el mağazasında büyük bir makine, bir masa ve bazı aletler almaya gittiğimiz günü hiç unutmayacağım, arkadaşım Kostas Nikola’yla beraber gitmiştik. Herşeyi dükkanıma nasıl taşıyabildğimizi hala anlayamadım. Makine ve masa çok ağırdı. Merdivenlerden çıkarmakta zorlanmıştık. Her neyse, bir kez herşey yerleştirilince, tekrardan erkekler için takım elbise dikmeye başlayacaktım. Melburn’daki göçmenler arasında kulaktan kulağa böyle bir dükkan açtığım duyulacaktı ve birkaç ay içerisinde çok sayıda sipariş alacaktım. O kadar meşguldüm ki, bana yardım etsinler diye iki terzi daha tutacaktım, her ikisi de Kıbrıslı’ydı. O günlerde her bir takım elbiseyi 40 liraya satıyordum. Diğer terzilerin sattığı fiyatın iki katıydı bu neredeyse ancak size şunu söyleyeyim, benim takımlarım çok özeldi...”
*** Melburn’a gittikten iki sene sonra, Yorgos ilk eşi Betty’yle bir dans esnasında tanışacaktı. 15 yıl boyunca evli kaldılar ve üç çocukları oldu... “Betty’yle 1952 yılında tanıştım ve aynı yıl Carlton’da Drummond Street’te 1,600 liraya evimi satın aldım. Artık iyi para kazanmaya başlamıştım, yaşamak da ucuza maloluyordu. Haftada 40 lira kazanıyordum ve herşey satın alınabilecek düzeydeydi. O zaman daha fazla ev satın alsaydım keşke. Şimdi buna pişmanım. O günlerde insanlar çok çalışırdı ama ilerlemek için daha iyi bir şansınız vardı. Yaşam çok pahalı olmadığı için rahatlıkla ilerleyebilirdiniz. Artık durum böyle değildir. İnsanlar bugünlerde ancak da hayatta kalabiliyor, bırakın ev satın almayı. Biz ilk göçmenler için Avustralya gerçekten de şanslı olduğumuz bir ülkeydi...”
*** 1961 yılında Yorgos, terzihanesini Lonsdale Street’ten Carlton’daki Queensberry Sokağı’na taşıdı. Üçüncü eşi Elly’yle 1981’de tanıştı. Elli, 1941 yılında, Maraş’ta dünyaya gelmiş, 15 yaşındayken Kıbrıs’tan ayrılmıştı – İngiltere’de kardeşinin düğününe gitmek üzere Maraş’tan ayrılmıştı. Sonra da 1969 yılında eşi ve üç çocuğuyla birlikte Avustralya’ya yerleşmişti. Eşinin ani ve beklenmedik ölümüyle birlikte dul kalmıştı – birkaç sene sonra da Yorgos’la tanıştırılacaktı...
*** “Daha önce bahsettiğim gibi, Avustralya’ya yalnızca birkaç aylığına çalışmak üzere gelmiştim, sonra da Kıbrıs’a dönecektim. Ancak geldikten sonra hayatta ilerlemek için burada çok daha fazla fırsatın olduğunu gördüm ve kaldım. Kıbrıs’a geri dönmedim, köyüme geri dönmem için 14 sene geçecekti aradan. Çok şükür annem ve babam hayattaydı hala. İyi para kazanmaya başlayınca, her iki senede bir Kıbrıs’a gidiyordum. Başlangıçta Kıbrıs’a her gittiğimde, herkes benimle görüşmek için yarışıyordu... Ancak sonraları insanlar daha az ilgi göstermeye başladılar. Adaya geldiğinizin farkında bile değillerdi. İnsanlar değişmişti. Herşey değişmişti...”
*** Yorgos “Matças” Solomu’ya kendisiyle “Tales of Cyprus” için röportaj yapmamı kabul ettiği için çok teşekkür ediyorum. Kostas Nikola’ya da beni bu arkadaşıyla tanıştırdığı için özel teşekkürler...
(TALES OF CYPRUS’tan Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).