1. YAZARLAR

  2. Derya Beyatlı

  3. Aşk acı mı?
Derya Beyatlı

Derya Beyatlı

Aşk acı mı?

A+A-

 

Severim de, döverim de,
Sevmek sahiplenmektir,
Aşk çaresizdir,
Çok seven çok cezalandırır.

Her dilde rastlamak mümkün aşk ile acının dansına. Bazen aşktan acı çekmek makbul, bazen de çok sevdiğini acıtmak. Hatta eşi kıskanmadı diye beni hiç sevmiyor bunalımına giren insanlar tanıyorum. Öylesine kanıksamışız ki bu ‘sevmek’ tarzını, ‘Ya benimsin ya kara toprağın’ naralarını ‘vay be çok sevdi çocuk, yazık’ tepkisi ile gülümseyerek karşılayabiliyoruz. ‘Bu nasıl hastalıklı bir sevgidir, bu sevgi midir ki?’ diye düşünmüyoruz bile.

Ahmet Altan ‘Ve Kırar Göğsüne Bastırırken’ denemesinde çok güzel anlatır bu ikilemi, O’nu kalbinin üstüne bastırarak öldürdü şeklinde. Ne kadar masumca, ‘Herşey çok sevdiğimden oldu, aslında suçsuzum Hakim Hanım.’

Ölümle sevginin aynı cümle içerisinde geçmesini hiç aklım almadı bir evvelden. ‘Seni o kadar çok seviyorum ki, kıskançlığımdan öldürebilirim’ de, ‘Senin için ölürüm!’ de aynı derece mantıksız benim için. Sevdiğin için bir şeylerden vazgeçmek asil olabilir ama, ben ölmüş adamı ne yapayım? Ya da ben öldükten sonra beni sevip sevmemesi ne işime yarayacak  ki?

Anlamıyorum ben sevdiğimin canını nasıl yakabilirim ? Onun acı çekmesine nasıl katlanabilirim, gerçekten seviyorsam eğer? 

Kalabalıklar içinden bir kişi seçiyoruz kendimize. O tek bir kişi dünyamız, tek gerçeğimiz haline geliveriyor birden, sonra onu da kendi dünyasından koparıp tek gerçeğinin biz olmasını sağlamak istiyoruz. ‘Ben seninim’ diyoruz, hemen ardından ekliyoruz, ‘Sen de benim!’. Bu cümleye, ‘Yok kardeşim istemiyorum, sen sende kal, ben bende’ diyebilen, iki kişinin tutsaklığına değil de gönüllü birlikteliğine dayanan ilişkilere inanan kaç kişi var etrafınızda?

Sevgi adına hem kendimiz, hem ‘sevdiğimiz’ için yarattığımız hapishaneler ile dolu ortalık. Hep de çok sevdiğimizden gözümüz dönüyor ama, hep onsuz yaşayamayacağımızdan hem onu hem kendimizi hırpalıyoruz.

Saçımızı süpürge ederek bir türlü mutlu edemediğimiz eşimizi, onu korumak adına yurtdışına eğitime göndermediğimiz kızımızı, dini, dili, rengi farklı diye sevdiği kadından ayırttığımız oğlumuzu bu kadar çok seviyoruz da, onların istekleri neden öncelik listemizde son sıraya denk geliyor ? Herşey onların iyiliği için de, bu iyiliğe karar vermeden önce esasta ne istediklerini hiç soruyor muyuz? Güvenli evlerinde aynı renk eşleri ile ne kadar mutlu oluyorlar acaba biliyor muyuz, ya da umursuyor muyuz? Onlar ne kadar anlıyorlar acaba, bu kendileri için, kendilerine rağmen yapılan, kendi hayatlarına dair seçimleri ? Niye kabulleniyorlar peki ? Kendi kendilerini çok sevdiklerinden mi cezalandırıyorlar, ya da bir çeşit Stockholm sendromu mu bu, bizi çok sevenin zulmüne göğüs germek ? Çaresizlik olmasın sakın bunun ismi, korku, cesaretsizlik belki, ya da örf, adet, saygı, gelenek…

Sevdiğimiz insana bunları yaşatmayı neden reva görüyoruz diye sorsam tabii ki onun iyiliği için cevabını alacağım. O bunu bilmese, aklı ermese de aslında herşey onun iyiliği için, çünkü sevmek böyle bir şey, çünkü mutlu olmak için acı lazım.

Öyle mi gerçekten? Mutlu muyuz peki ?

Bu yazı toplam 2519 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar