1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. ‘Aşk ve Şiir Bize Yeter’
‘Aşk ve Şiir Bize Yeter’

‘Aşk ve Şiir Bize Yeter’

‘Aşk ve Şiir Bize Yeter’

A+A-

 

 Hakkı Yücel
[email protected]


    Önceden sözleşmiştik, geçtiğimiz hafta bir akşam buluştuk. Faize Özdemirciler, Şener Levent, Yaşar Ersoy, Niyazi Kızılyürek ve ben. Bir araya gelişimizin asıl sebebi şiirdi. F.Özdemirciler’in Y.Ersoy tarafından  sahneye konan “rumca küstüm türkçe kırıldım” şiirini -oyunlaştırılmış şiir metnini-  N.Kızılyürek Grekçeye çevirmiş, üstelik Güney’de de sahnelenmesi için kimi temaslarda bulunmuştu. Bunları konuşacaktık. Ne var ki istemesek de, hayatın baştan sona bildik beyhude sorunlarıyla tüketildiği bu ülkede şiir sırasını beklemek zorundaydı. Öyle de oldu, araya başka konular girdi, laf uzadı.

    Eşref saati gelip de N.Kızılyürek yaptığı çeviriyi yüksek sesle okumaya başladığında, gece çoktan ıssızlığın kuytu sularına çekilmiş, şehir derin uykusuna dalmıştı. Yaşar davudi sesiyle Niyazi’nin Grekçe çevirisine aynı anda Türkçe eşlik etti. ‘Rumca küsen Türkçe kırılan’ iki dil masada buluştu; buluşmakla kalmadı, oradan taştı ve şelâleden dökülen su gibi çağladı. Yaşar’ın oyuncu ustalığıyla Türkçeye kattığı kıvraklık, Niyazı’nin Grekçeye kattığı ritimle kolkola girdi. Bir anda gündelik dilin ‘istek’ ve ‘kurnazlık’, politik dilin ‘ihtiras’ ve ‘kıyım’ kipleriyle malûl sefaletleri silindi; yerini şiirin çağrışımları yoğun, doğurgan, ‘imgesel dili’ aldı. Bu dil efsunlu bir müziğin sesi oldu; o ses sanki yerçekimsiz bir boşluğa düşmüş gibi bir süre havada asılı kaldı, sonra kıvamına erişti, yoğunlaştı ve usul usul içimize akmaya başladı. Aktıkça aklımızın zalim sınırlarını yıktı, uyuyan ruhumuzu uyandırdı, ölü duygularımıza can kattı; yasak düşüncelerin, bastırılmış duyguların üstüne kapanan pas tutmuş demir kapının kanatlarını sonuna kadar açtı. Şiirin büyüsü bizi kuşattı, başka türlü anlamanın, yoğun ve koşulsuz hissetmenin derin sularına bıraktı, sonra da içimizde satır satır yeni baştan yazıldı. Dünya şimdi baştan aşağıya şiirden ibaretti.

    “Şair” diyordu Octavia Paz ‘Çamurdan Doğanlar’ (Can Yayınları) kitabında, “cennet ile cehennemin coğrafyacısı ve tarihçisidir.” Bu ‘şair’ tarifi  sevgili Faize’yi çok iyi anlatıyor. “rumca küstüm türkçe kırıldım” şiiri başta olmak üzere, onun kendi şiir dünyasında büyük oranda yaptığı budur. Zaman ve mekân, aklında, vicdanında ve ruhunda ağır bir yüktür. Onlarla cebelleşir durur, onlara dair bitmeyen ve kanayan bir hikâyesi vardır. O hikâyenin ortasında coğrafya ve tarih olarak, vazgeçemediği, sevdalısı olduğu ada/sı yer alır ve o bu adanın bitmeyen ve kanayan gerçek hikâyesini anlatır. Ancak sadece anlatmakla kalmaz, dizelerinde, coğrafya ve tarihin çizdiği kadere karşı gizli ya da açık bir isyan/eylem çağrısı da hep dile gelir. O bakarken gören, görürken düşünen, düşünürken hatırlayan ve hatırlarken hissedendir. Yükü ağırdır, içini kemirir. Derdini kelimelerde biriktirir, imgelerde büyütür, dizelerde anlatır. Belki bu yüzden şiiri düzyazıya akrabadır, onunla içiçe geçmiştir; bu yakın akrabalık diline yansımıştır. O düzyazının şairi, şiirin düzyazıcısıdır. Dili tutkuludur, duyarlıdır, bir o kadar da liriktir. Bir yandan okşar ama bir yandan da acıtır. Çağrışımı yoğun dilinin etkisi deprem mertebesindedir. Yaratıcılığında bir yıkıcılık gizlidir; ya da şöyle: şiiri, verili olanı yıkarak yeniden kurmaya daha yakındır. Derin bir yara gibidir, kanar. O geçmişi ve geleceği şimdide yaşar. Cennetle cehennem arasında gidip gelmesi bundandır. İflah olmaz bir romantik, hüzünlü bir melankolik, kabına sığmayan bir isyankârdır. Çileli ana, sevdalı kadın, asi kız, masum çocuktur. Ebedi derdi aşktır, yırtılan coğrafya ve kirlenen tarihten ibaret ada’sıdır. En çok bu burçlarda gezinir, şiiri buralarda hayat bulur. Gerçekliğe hayallerinin içinden bakar, hayata buradan müdahale eder. Gerçeklik onun için hayalleri kadar sahici olduğu sürece anlamlıdır.

    İşte biz o gece “rumca küstüm türkçe kırıldım” şiirini, iki dilden aynı anda okuduk ve dinledik. İki dilin bir şiir olarak aynı anda birlikte okunması ve dinlenmesi, bir süreliğine de olsa, sanki bu ülkeye dair dağılan, küsen ve kırılan kim ve ne varsa hepsinin bir araya gelmesiydi. Orada her şey diğerinin ikiziydi. Şairin kendi dilinde yazdığı şiir, çevrildiği dilde aslını bulmuş, büyülü gerçekliğin resmi olmuştu. O resmin içinde dağılan, küsen, kırılan herkes, hepimiz yerimizi almıştık.

Son noktayı koyduğumuzda neredeyse sabah oluyordu. Dışarda ayaz vardı, soğuk bıçak gibi kesiyordu. Gecenin içinde durduk; kim bilir kaç ömrün ilk ve kaç ömrün son gecesiydi bu. Gökyüzüne baktık, başımızın üstünde titreşen yıldızların çizdiği ışıltılı bir harita vardı ve sanki o harita gidilecek yolu gösteriyor, bizi o yolculuğa çağırıyordu. O çağrıya kulak kesildik.

Boşlukta çınlayan efsunlu bir ses çıkacağımız yolculuğun  sırrını açıklıyor, ‘aşk ve şiir size yeter’ diyordu..

Bu haber toplam 1885 defa okunmuştur
Gaile 305. Sayısı

Gaile 305. Sayısı