Aşk ve Ulus
Aşk ile ulus arasında ortak noktalar var. İkisi de tesadüflerden “kader” üretirler. İkisinde de hayal ile gerçeklik yer değiştirir. Aşık insan neyi hayal ederse, gerçeklik odur.
Tıpkı milliyetçiler gibi... Milliyetçilerin kafasındaki ulus imgesi gerçeklikten çok, hayale tekabül eder.
Aşkın insanı gerçeklikten koparıp hayallere sürüklemesi, daha doğrusu, aşkın hayalden doğuşunu en iyi anlatanlardan biri, Fransız yazar Stendhal’dır.
Stendhal, gerçek adıyla Marie-Henri Beyle (1783-1842), Napolyon’un ele geçirdiği Milano’da önemli görevlerde bulunmuş biriydi. Napolyon ordularının yenilgisinden sonra, 1815 yılında toplanan Viyana Kongresi Milano’yu da içeren Lambordiya-Venedik bölgesini Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna geri verince, Standhal Milano’da yaşamaya devam eder.
Bir Fransız’ın Milano’da yaşaması artık kolay değildir. İtalya’nın birliği ve bağımsızlığı için mücadele eden milliyetçi İtalyan aydınları Stendhal’a şüpheyle bakmaktadırlar. Öte yandan Avusturya polisi onu gözaltında tutmaktadır.
Zor günler yaşayan Stendhal, çareyi aşkta arar ve Mathilde Viscontini Dembowski’ye aşık olur. Ne var ki, aşkı karşılık görmez. Karşılıksız aşk tecrübesi yaşayan Stendhal, mahremini cesurca kaleme alır ve 1820 yılında Aşk Üzerine adlı kitabını yayınlar. Kitap, aşk psikolojisini ele alan pek çok incelemeye konu olur.
Milliyetçilik kuramları uzmanı dostum Prof. Dr. Umut Özkırımlı, Stendhal’ın aşk üzerine yazdıklarından yola çıkarak milliyetçiliğin ruh hali ile paralellikler kurar. Stenndhal, aşkın doğuşunu çeşitli aşamalara ayırır: beğenme aşaması, umut etme aşaması ve aşkın doğuşu.
Stendhal, son nokta olan aşkın doğuşu aşamasına “kristalleşme” der. Seven kişi artık olup biten her şeyden sevilen kişinin “mükemmel” bir olduğu sonucunu çıkarır. “Olaylardaki şans unsurunu reddeder, olasılıklara karşı duyarlılığını yitirir. Neyi hayal ederse, o artık gerçektir.”
Özkırımlı, milliyetçiliğin de böyle bir ruh hali olduğunu, gerçeklikle kurduğu ilişkinin, aşık insanınkine benzediğini ileri sürer ve Çek tarihçi Miroslav Hroch’un üç aşamalı millet-kurma sürecinin izinden giderek aşkla paralellik kurar.
Birinci aşama, aydınların etnik gruplarının kökenlerini, kültürünü ve tarihlerini inceledikleri aşamadır. Bu aşama, Stendhal’ın aşkta “beğenme aşaması” dediği olguya benzer. Yani, sevilen nesnenin, bu bağlamda milletin, tanınmaya çalışılması ve beğenilmesi...
İkinci aşamada aydınların ürettiği fikirler giderek destek bulmaya başlar ve yavaş yavaş kitlesel hareket ortaya çıkar. Bu da aşktaki “umut etme” aşamasına tekabül eder. “Bu aşamada milletin varlığı milletin kendisine kabul ettirilir, yani sevilen nesne seven özneyi fark eder.”
Üçüncü aşamada milliyetçi hareket kitlelere yayılır. Bu millet-kurma sürecinde son aşamadır. “Aşkın doğuşu” aşamasında görülen ve Stendhal’ın “kristalleşme” adını verdiği zihinsel süreç burada da karşımıza çıkar. Nasıl ki, aşık insan gerçeği göremiyorsa, zihninde hayal ile gerçek yer değiştirmişse ve sevdiği insanı “mükemmel” ve “kusursuz” biri olarak görüyorsa, milliyetçilerde de gerçeklik arzuya boyun eğer. Milliyetçinin milleti milletlerin “en mükemmeli”, “en kusursuzudur”...
Milliyetçi artık neyi hayal ediyorsa, gerçek odur...