AŞKI on dört kere ANLATMAK… ANLA/MA/YANA…
Gülfidan Erhürman: Sen bilmezsin nasıl bir gecede sabaha vurur baş hiç uyumadan ve nasıl yazılır bir insanın kaderi yüreğine ve nasıl başlar o aşk denilen savaş… Bir sayfanın dönerken çıkardığı hışırtı, başka bir sayfa açıldığının muştusu…
Gülfidan Erhürman
Sen bilmezsin nasıl bir gecede sabaha vurur baş hiç uyumadan ve nasıl yazılır bir insanın kaderi yüreğine ve nasıl başlar o aşk denilen savaş… Bir sayfanın dönerken çıkardığı hışırtı, başka bir sayfa açıldığının muştusu… Sanki hayata başka biri olarak uyanmak arzusu… Ve o aklına gelince sabaha gülümsemek, karartmak gözünü gece kurduğun boş hayalle… Hep o çıkartmayla sevileceğini zannetmek… Fincandaki yıldız, deneyimsiz duygular, çevrildiğinde düşen ilkbahar ve hep içinde yaşayan ölü, o boğduğun hayal… Bir haçla hayatına eklenen ümidi kesmediğin güvercin… Kısaca aşk… Yani…
Aşk yarım yamalak bulutta yürüyen güneş/zamanlı zamansız içini aydınlatan/bir dansöz nasıl da sessiz/yalın ayaklarının ucundan usulca kayan/simden bir huzme,/yansıyan üstüne aralıklardan./Dilden yumuşak ipekten saten/dokunmadan, kayarak üzerinden/nemle okşayarak tenini/ansızın, kör eden gözlerini kamaştırarak,/bulutun arkasından, çıkıp da birden./Bedeninde bir orman sabırsız isteklerle/alev, alev yanarken çekip da üzerinden/o mavi gözlerini, unutarak tutkuyu sende/çırıl-çıplak tenini, bedenin soğumadan/seller içinde bırakan…
Kelimelerini yutup da sözünü sakınmak ve bir tanrı yaratmak kendine… Ne kadar yapılabilirse hayal gücüyle, zamana ayağını basıp hep onda kalmak… Ve illa ki bülbül olmak, gül olmak yerine, ona uçmak isteği, yakışmak hevesiyle. Her surete fısıldadığını sanarak, şakımak kıskançlığı. Ateşe atarak kendini, “Ah”la yanarak, çıkan dumanla ismini yazmak… Ve asmak dağlara. Bilmem anlatabildim mi?
Bulutu koluna takmış aşk yarım yamalak/kırılgan kırmızı ritmin/tekleyerek çırpınışı ahenksiz,/çizgiden çıkan kalbin/apar topar gidişi dalgalanarak,/bir kağıt üstünde okyanuslara./Topraktan kesip ayaklarını akımıyla çarpılıp/titreten çaresizlik/kimliğini kaybetmiş dengesiz bir ihtiras/dokunma açlığında./Havası, suyu, tutuklanan nefesi,/duvarlarına çarpıp ah ile/bedenine saplanan binlerce iğne/aşk saplantının dövmesi…
Sevmeyi bilmiyorken aşka âşık olarak ahkâm kesmek durmadan ve kendini bir şey sanmak... Durup dururken titrek bir göle kokunla sarhoş olup düşerken, sudaki aksine âşık olmak yeniden. Gölgesiz bir hayale, dağdan taştan sırları, hatta senin olmayanı parmağının ucundan akıtmak... Yüzmeyi unutarak, bir hiç olup büyük balığa bırakmak kendini… Seni içinde eriten acı kahveye şeker olduğunu sanmak bir son olmak arzusu ve dona kalmak, buz kesmek acıyla, tanınmadığından… Kısaca, yalnızlık kurtulmaya çalışmak ve daha da yalnızlaşmak… Yani…
Her yerinden şiddeti ayni sızı/tutkunun dansı/aşk burgaç gibi içinde döndükçe biri/her sefer hafıza kaybı, el yordamı… Seferi,/Sessiz bir gürültüde yaşanan o arbede/kırılmış kol yen içinde, yarım kalmanın isyanı/aşk seviştikçe azalan zevk/kavuşamayanın hüznü kavuşana denk./Hasta olmadan yataklara düşüren/damardan giren mutlu olmak ilacı/ içi boş sahte./Birlikte oldukça iyileşeceğini zanneden,/kara gözlü düşünce…
Aşk… Yüreğine düşünce çırpınışından ürken, havalanan o kuşun başka dala konması… Hayal eliyle gelen çiçeğin kokusuna bayılmak, göğsüne iliştirirken doğandan dolayı utanarak kızarmak… Sanki bir kaplumbağanın göçerken sesten ürkerek içe çekmesi başını ve düşünmeden adımını attığı an, yar/dan yuvarlanması, temkini unutarak… Devrileceğinden korkmadan bulutlara bakması hayalle, tersyüz etmek hayatı… Birileri kaldırmazsa, basıp doğrultamazsa kaplumbağa misali, öleceğini bilmek… Aşk, severek her hâlini, yüreğinle beslediğin o çirkin ördeği, hatta beş para etmeyeni, güzel diye yaşamak… Yani…
Sen yanlış adanın yanlış gülündesin...
Dikenleri unuttun, elle toplamaya çalışıyorsun. Burada tam muhabbet demlenirken ya da duyguların şaha kalkmışken, kara bulutlar çıkar, duyguların körelir, siyasete geçersin. Ne gül derleyebilir, ne aşka yol bulursun. Acele heves, nefes, ilk cümleyi yazarken elektrikler kesilir, muma kalırsın. Cevabı Allah kerim... Ruhunu söndürürler haber vermeden, sıcağını alırlar. Siyaha sarmalayıp soğumaya bırakırlar seni. Gözünde yıldız kayar, cip-karanlıklarda dileğe duramazsın. Tanrının koyduğu bir lanet var bu adaya, gazabına uğrarsın. Şu denizin dalgasından oluşmuş tanrıçan çok fettanmış ve onun yüzünden korumaya almış tanrı, adayı aşktan… Salmış tüm kötülükleri üstüne, gözünün karasından kesmiş ışığı, sana düşman belletmiş aşkı. Elektriklerin kesilmesi bundan...
Öyle hoşluktan boşluğa, boşluktan hoşluğa düşecek, ölçüp tartacak zamanı bulamazsın; okkanı koyamazsın; kilo koymuşlar yerine… Anlayacağın cümle/mizin yolu kesilmiştir, mana ve ehemmiyetimiz çalınmış... Selamın ulaşamaz, yolvermez teller keser önünü, aşkla kurtarırlar seni, kurtarılan olursun. Rivayet muhteliftir. Parazit konmuştur, dalgan bozulmuştur. Tek bir şarkı ulaşır sana: Girne’den yol bağlanmış/tır Anadolu’ya. Diğer yollar kesiktir… Mektupları mühürsüz bir adreste kalırsın. “Cyprus” yazdığın an duygular başka kapıya… “Mersin 10 Kıbrıs”ta gölgesin. “Anan seni bana versin…” diye fısıldar birileri kulağına… Yokluğun uzun dalgasında çok aşklar kaybolmuştur inan! Postacı kapıyı iki kere çalmaya korkmuştur köpek endişesinden…
Ne denize saldığın kâğıt kayıcıklar buldu yolunu, ne de sektirerek gönderdiğin şiirler. Tarih korsanlara takıldı, tüm duygular yağmalandı, denize döküldüler. Bak dalgalardan medet umarsan naçar kalırsın; onların kendine hayrı var mı ki başkasına olsun! Başlarını başka kıyıya vuranlar parçalanırlar bilirsin… Hayatımız çakma, ufkumuz karartma, duygular hava-cuva… Sen öpüşlerdesin kupkuru, ben sarılmalarda takılı, öpüşler kurur zamanla, sarılma göze takılır… Bu adada, aşkın bildik göz tutmasıyla güneş bile yol keser, ateşini yayar, gözünü kamaştırır, gölgene bile sahip çıkamazsın… O yuvarlak endamı, kızgın hâliyle üstüne parlayarak günde güzeli olur, yakar kavurur seni. Umarım beni onla karıştırmazsın!
Geceye yayılır, derdi bellidir. Günlük siyasetiyle aşk olmak ister sana ve hırsızdır evet… Hayallerini çarpıp devirir, varlarını çalar, sabaha çirkin kalkarsın. Hatta rüyalarını bozar, hayra yormazsın. Bulutları ayağına salmıştır, vaatle uçup da gidemezsin, uçakların yar değil, alan da satılıkta… Bak, aşkın kapılarını tutanlar bir de parola koymuşlar bana bilmediğim… Ben bir kuşum uçamayan, ben endemik orkide. Yüzüm sana çevrili. Avcı bilmeyen keklik o kanadı yürekli kelebek avucuna konan… Bana nasıl aşık olduğun ya da beni nasıl elde ettiğin önemli değil artık! Önemli olan, beni bu aşkla nasıl değiştirdiğindir… Bırak uçayım… Ben arasına gölge dahi sızmayan sıkı kucaklaşmalardayım kokusu hiç çıkmayan. Bitmeyen bir yazıda kalmak isterim, kaleminin ucundan hep sevgiyle akmak sana…
Başucuna koyduğun, aşkı anlatan en sevdiğin roman ben olmak isterim ve o şiirde her manada sana kafiye… Su içtiğin kadehte dudağımın izi kalsın. O en susuz anında dudağını dayayıp, kana kana içersin. Bana sarıldığında ruhum sinsin üstüne, yıkanmakla çıkmasın. Yüreğin dile gelsin tadımın özlemiyle… Beni hep sevginle fethet ama bozma! Taş bir yazıtta aynı güzellikte kalarak senelere meydan okumak, sende tarih olmak isterim…
Sana gülümsedim. Bir sarmaşık sarıldı yüzüme, kulağıma uzadı, sessizliğinin sebebini fısıldadı bana… Yollarda kaybolmamışsın, hatta hoş gelmişsin. Az buçuk bir hasret sezinledim yükünde, daha da hoşuma gitti… Güller açtı yüzümde. Bu kadar saklıyken kendi içimde, beni bulmuşsun! Umarım senin gözünle beni görenler çoğalsın… Aşkla, sevgiyle… Yani…
Kısacası sen bende aşksın. Memleket gibi anlatılamazsın. Emsalin yok, hiçbir yazıya da sığmazsın… Ne tez, ne doktor yetişir tek doğru vardır: “Güzelliğin on para etmez” der Şair, “bendeki bu aşk olmasa”… Anla… Seni seviyorum ama kimliğini bulan bir devlet olmak isterim sana.
Yani…