1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Aşşa ve Maratovuno’da yeni kazılar…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Aşşa ve Maratovuno’da yeni kazılar…

A+A-

KAZILARDA SON DURUM… KAZILARDA SON DURUM…

Kayıplar Komitesi’nin adamızın kuzeyinde ve güneyinde yürütmekte olduğu ve gerek 1963, gerekse 1974 “kaybı” Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerinin aranmakta olduğu kazılara devam ediliyor.

Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi’nden aldığımız bilgilere göre Aşşa (Paşaköy) ve Maratovuno’da (Ulukışla) yeni kazılara başlandı.

Aşşa’da askeri bölge dışında, efgaliptoların altında bir alanda bir kazı başlatılmış bulunuyor. Bu alana yıllar önce 30 Mayıs 2012’de Kayıplar Komitesi ve Aşşa’nın Kıbrıslırum Muhtarı Yorgos Yuannu’yla birlikte gitmiştik ve Yuannu, bu bölgeyle ilgili öğrendiği bilgileri bizlerle paylaşmıştı. Daha sonra bu alanla ilgili araştırmaların derinleştirildiği ve bu alanda yeni bir kazı başlatılmış olduğu öğrenildi.

Başlatılan bir diğer kazı da Maratovuno’da (Ulukışla)… Burada da mezarlık yakınında birkaç kişinin gömüldüğü söylenen bir yer aranıyor.

Mağusa’da bir kazı devam ederken, bir diğer kazı da Derinya’da yürütülüyor. Derinya’daki kazıda asbest kalıntıları bulunduğu için, arkeologlarımız özel koruyucu kıyafetler içerisinde kazıları yürütüyorlar. Derinya’daki bu alan bir zamanlar portokal bahçesi imiş ancak buralardaki bahçeler çoktan kurutulmuş… Asbest borular kırılarak toprağa karışmış… Bu yüzden arkeologlar, koruyucu kıyafetler içerisinde kazı yürütmek durumunda…

Bir diğer kazı ise Mora’da (Meriç) başlatıldı…

Miamilya’da (Haspolat) bir diğer kazıda da 1963-64 “kaybı” bazı Kıbrıslıtürkler’den geride kalanlar aranıyor.

Bir diğer kazı Gökhan’da (Voni) askeri bölge içerisinde yürütülürken, Galatya’daki kazılara ara verilmiş bulunuyor. Kördemen’de de (Kondomenos – Kılıçaslan) askeri bölge içerisindeki kazı devam ediyor.

Kıbrıs’ın güneyinde ise Mari’de bir “kayıp” Kıbrıslıtürk’ten geride kalanların aranmakta olduğu kazı sürdürülüyor.

Kazı ekiplerinde bulunan tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.

 


BASINDAN GÜNCEL…

 

 

1933 yılında eski adı Dârülbedayi olan İstanbul Şehir Tiyatroları’nın siparişi üzerine müzikleri Cemal Reşit Rey tarafından yapılan ‘Lüküs Hayat’ operetinin sözlerinin Nazım Hikmet tarafından yazıldığı ortaya çıktı…

 

84 yıllık “sır” aydınlandı...

 

Yalçın Ergündoğan

‘Milli’ eğitimle pekiştirilen, dayatılmış resmi ideoloji, rejim yasakları, giz ve sır perdelerinin aralanmasını zorlaştırıyor. Ama yine de gerçeklerin gün yüzüne çıkması engellenemiyor…

"Bu topraklarda yaşayanlar demokrasiyi henüz hiç tadamadı.  ‘Milli’ eğitimle pekiştirilen, dayatılmış resmi ideoloji, rejimce konmuş yasaklar, giz ve sır perdelerinin aralanmasını zorlaştırıyor. Ama yine de gerçeklerin gün yüzüne çıkması engellenemiyor…"

Globalleşen dünyada diğer ülkelerle iletişimimiz kolaylaşıp arttıkça,  ‘yurdum topraklarında’ demokrasi ile henüz hiç tanışmamış nesiller olarak, her geçen gün duyduğumuz büyük acı ve rahatsızlık artıyor.  Bunu belki, biraz olsun hafifletmek ve bugünü daha iyi anlayabilmek için gerçeklerle yüzleşmek istiyoruz. Düne dair ipuçlarının izini sürerek geçmişimizi ve gerçekleri arıyoruz. Başka bir hayatı coğrafyamızda da kurmak istiyoruz.  Bu zorlu arayışlarda, farkındalığı yakalayanlar,  resmi tarihin ‘milli eğitim’ dayatmalarıyla üzerini örtmeye çalıştığı  pek çok gerçekle karşılaşıyor, sarsıcı yüzleşmeler yaşıyor...

* * *

Mesela bu arayışlarda, üzerinde en çok çalışılmış, araştırılmış komünist eylemci ve büyük edebiyatçı, şair, evrensel değer  Nazım Hikmet hakkında bile halâ pek çok bilinmeyenle karşılaşabiliyoruz.

Nazım’a hayatta iken büyük acılar çektirildi. Ömrünün uzunca bölümü hapislerde geçirtildi.  Ölümünden sonra da hayatı ve eserleri üzerinde büyük bir sansür ve perdeleme çabası hep sürdü.

Bugün bile bu örtü tamamıyla kaldırılabilmiş değil. Her zaman Nazım’a ait, yıllar sonra basılabilmiş “tüm eserleri”nde yer almamış epeyce şiir ve bilgi ile karşılaşabiliyoruz.

Bu giz ve bilinmeyenlerden çok önemlice birisi de geçtiğimiz günlerde aydınlandı ve kesinlik kazandı.

Pek çoğumuzun birden fazla kez, büyük beğeni ile izlediği, izlememiş olanların da mutlaka kulağına çalınmış olan ‘Lüküs Hayat’ operetinden söz ediyorum.

Hani müziklerini 1933’lerde ünlü besteci Cemal Reşit Rey’in yazdığı, yıllarca afişlerde yer aldığı şekliyle (halâ da öyle) sözlerinin ise; kardeşi Ekrem Reşit Rey tarafından yazıldığı bilinen ‘Lüküs Hayat’ opereti…

MEĞER BU BİLİNEN ESERİN SÖZLERİNİ NAZIM HİKMET YAZMIŞ…

Şişli'de bir apartıman / yoksa eğer halin yaman. Nikel-kübik mobilyalar; / duvarda yağlı boyalar... İki tane otomobil, / biri açık, biri değil, /aşçı, uşak, hizmetçiler, / dolu mutfak, dolu kiler...

Hanım gider, sen gidersin, / gündüzleri çaydan çaya. Gece olur davetlisin / ya dîneye, ya baloya.

Hey! Lüküs hayat! Lüküs hayat! Bak keyfine yan gel de yat! Ne ömür şey! oh ne rahat! Yoktur eşin lüküs hayat!

Yaz gelince ada'dasın; / mayo giymiş kumlardasın. Etrafında güzel kızlar / canın çeker, burnun sızlar. Hanım motorla dolaşır. Hanım serbest, kim karışır?  Takarsın şeyleri bazı, dünya böyle sen ol razı. Sen de kendi hesabına, / topla akşam etrafına, / sarıları esmerleri; / kır şampanya kadehleri.

Hey! Lüküs hayat! Lüküs hayat! Bak keyfine, yan gel de yat. Ne ömür şey! Oh ne rahat, / yoktur eşin lüküs hayat!

* * *

Bu sözleri ve oyunun içindeki diyalogları hatırlayanlar, oyunu yazanın aslında  Nazım Hikmet olduğunun artık tereddütsüz, kanıtlı bir şekilde ortaya çıktığını buradan okurken,  “tahmin etmeliydim” diyeceklerdir belki de… Zira oyunun kurgusu da, bunu besleyen sözleri de müthiş bir sınıf çatışması ve sınıf mücadelesini içeriyor. 

Lüküs Hayat’ta, Türkiye  toplumundaki  derin sınıf farklılıkları, devlet eliyle yaratılmaya çalışılan görgüsüz burjuvazinin, kaba bir şekilde Batı’ya öykünmesi,  alt sınıflarla ilişkiler, alt sınıfın tepkisi, çeşitli komiklikler de katılarak anlatılıyor.

(Küçük hırsızlıklarla geçinen oyunun kahramanlarından "Rıza" ile "Fıstık" bir zengin evine girince kendilerini kıyafet balosunda bulurlar. İkilinin kendilerini buldukları yeni ortamda, kaba batılılaşma özentisinin ortasına düşmüş alt sınıf mensubu, halktan  insanların durumu anlatılır aslında. Oyunda, sınıfsal çelişkilerin iyice keskinleştiği yaşam biçimleri de komik olaylara neden olur...)

NAZIM’IN YAZDIĞINA DAİR TEREDDÜT KALMIYOR

Kiraladığı tekneyle, o zamanki kayınbiraderi Nazım Hikmet'i yurt dışına çıkaran kişi olarak da bilinen,  yazar  Refik Erduran (13 Şubat 1928, İstanbul / 7 Ocak 2017, Edirne) tarafından ilk kez dile getirilen “Lüküs Hayat’ı Nazım’ın yazdığı” bilgisi, geçtiğimiz günlerde oyuncu Zihni Göktay’ın ‘sözlü tarih’ tanıklığı ile de tartışmasız biçimde doğrulandı. Böylelikle 84 yıllık “sır” da aydınlanmış oldu…

Lüküs Hayat, sanatçı Gencay Gürün’ün  İstanbul Büyükşehir Belediyesi  Şehir Tiyatroları Sanat Yönetmenliği döneminde  repertuara alınır ve 1985 yılında Haldun Dormen’in yönetiminde yeniden sahnelenmeye başlanır.

Lüküs Hayat’ın bu sahnelenişinde (ilk yıllarında efsane oyuncu Hazım Körmükçü’nün canlandırdığı) “Rıza” rolünü üstlenen Zihni Göktay (2 Aralık 1945),  Doğa Rutkay’ın sunduğu  ‘Her Şey Bu Masada’ programında (Bloomberg-HT TV), “giz” perdesini kaldıran tanıklığını şu sözlerle ifade etti: (Aynen aktarıyorum.)

“… Biz oyunda bu şarkıyı daha önce söylemiyorduk, bazı ‘durumlar’ nedeniyle. 1984 yılında Cemal Reşit Rey (hayattaydı) İstanbul Radyosu Tiyatro şubesinde kendisi anlattı: “…1933’de Onuncu Yıl Marşı’nı besteliyorum bir taraftan. Bir taraftan da Lüküs Hayat’ı besteliyorum. Yetiştiremiyorum. Şarkı sözlerinin bir kısmını kardeşim Ekrem Reşit Rey de yetiştiremiyor. Muhsin Ertuğrul’a gittik ‘Kasım ayında prömiyer yapacağız, ne yapalım’ dedik…”

Zihni Göktay anlatımını sürdürüyor: “Dârülbedayi karşısında Ferdi Tayfur’la (dublajcı) Büyük Londra Oteli’nde Nazım kalıyormuş. Tarihi otel halâ duruyor yerinde. Nazım diyor ki; “Ben bunu yazarım, şarkı sözlerinin bir kısmını yazarım…”

Lüküs Hayat’ta büyük bir sınıf çatışması vardır. Kesinlikle. Üstü şekerli olarak bu kadar güzel anlatılıp eleştirilemez. Bire bir Nazım’ın sözleri o belli. Yalnız resmi hizmet olduğu için Şehir Tiyatroları, telif ücreti verebilmek için imza atması gerek Nazım’ın. Nazım; ‘benim ismim çıkmış dokuza, inmez sekize’ der. ‘İsmimi vermem’ diyor. Bunun üzerine Muhsin Bey cebinden 75 lira veriyor. Otele borçları yüzünden. O isim senelerce üstü örtülü olarak kaldı. 

Ben bunu Cemal Reşit Rey’in (25 Ekim 1904, Kudüs – 7 Ekim 1985, İstanbul) ağzından da dinledim bire bir. “Biraderim Muhsin’e; monşer, bunu yetiştiremem” dedi. “Bunun üzerine Nazım’a rica ettik” dedi…

LÜKÜS HAYAT’IN SERÜVENİ…

İstanbul Şehir Tiyatroları'nın (Dârülbedayi)  siparişi üzerine yazılan ve ilk defa Cumhuriyetin 10. yılı kutlamalarının yapıldığı 1933 yılında sahnelenen Lüküs Hayat, 1946 yılına dek büyük bir seyirci kitlesi tarafından izlendi. 1958'de Zeki Alpan, 1962 yılında da Muammer Karaca tarafından tekrar sahneye konuldu. 6 Mart 1985'te ise, İstanbul Şehir Tiyatroları'nda yeniden sahnelenmeye başlandı ve o tarihten bu yana aralıksız sürdü.

* * *

Bu önemli giz perdesinin kaldırılmasında, oyuna olduğu kadar, ‘sözlü tarih’ tanıklığı ile gerçeklere erişmemize de katkı sunan tiyatro emekçisi, Zihni Göktay’a kalp krizi geçirten bir acı gerçeği de bu vesileyle kendi ağzından paylaşmak istiyorum.

Göktay yaş haddinden emekli olmuştur. Şehir Tiyatroları yönetmeninin “sana ihtiyacımız var” ısrarları sonucu tekrar tiyatroya dönmüştür:

“…Koskoca Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’na 5 bin 750 kişi ‘Lüküs Hayat’ için geldi. Fazla tevazu aptallıktır. Ben ne narsistim, ne megaloman. Herkes diyor ki bu seyirci sana geliyor. Bankaya gittim, Açıkhava’da oynadığım temsilin parası 119 lira yatmış.  Bu nedir diye sordum.  (Şehir Tiy. Genel Sanat Yönetmen yrd.) Savaş Barutçu;  “Bundan sonra böyle” dedi, “bir temsil oynarsan bir yevmiye, yüz temsil oynarsan üç yevmiye verilecek”. Kraldan çok kralcılık. Üstelik bu tiyatroya para kazandıran bir sanatçıyım ben. Görüşmeden çıktıktan sonra göğsüm sıkıştı, bu sık sık tekrarlamaya başladı. Anjiyo oldum, hemen bypass ameliyatına, sonra da mide ameliyatına aldılar. Aziz Ağabey (Nesin) bana demişti; ‘Duvarı nem, insanı gam yıkar’ diye, doğruymuş. Kırgınlığım budur…”  (Hürriyet-Kelebek, Ezgi Atabilen, 22 Aralık 2014)

(ARTI GERÇEK – Yalçın ERGÜNDOĞAN – 18.9.2017)

Bu yazı toplam 1980 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar