“Aşşalı Tumburu ailesinin ilginç öyküsü...” (3)
Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız, akademisyen-araştırmacı yazar-grafik sanatçısı Konstantinos Emmanuelle, “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” sayfası için Kiriakos’un kardeşi, Aşşa’dan ünlü solcu, Avustralya’da ünlüleri giydiren Andonis (Tony) Tumburu’nun ilginç öyküsünü de kaleme aldı. Biz de okurlarımız için bu ilginç öyküyü özetle derleyip Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle özetle şöyle yazıyor:
*** 1950’li yıllarda Avustralya’ya göç etmiş olan tüm Kıbrısılar arasında ancak bir elin parmak sayısını geçmeyen sayıda insan bunca başarılı olup kendilerini bir marka haline getirebilmişti... Çocukluğum boyunca nereye gidersem gideyim duyduğum isimler vard, örneğin aile toplantılarında, kamuya yönelik etkinliklerde, kilisede ve özellikle de Kıbrıslılar’ın kulüplerinde. Bu insanları herkes tanıyordu ve ünleri ayyuka çıkmıştı. Gerçekten olağanüstü olan şey ise, bu göçmenlerin ceplerinde beş kuruş olmaksızın, sefil durumda ve Avustralya’da konuşulan dili bilmeksizin bu topraklara ayak basmış olmalarıydı. Kesin olan şu ki, bunların çok cesur hedefleri ve başarılı olmak için içlerinde yanan bir ateş vardı... Çok büyük bir kararlılıkla birleşen aşırı çalışmayla, yalnızca başarılı olmakla kalmamışlar, kendi toplumlarının lideri olarak ortaya çıkmışlardı...
*** Yıllar içerisinde “Kıbrıs’ın Hikayeleri” için böylesi inanılmaz bireylerin hayat hikayelerini belgelemeye çalışarak onları onore etmeye çalıştım. Bugün de sizlere inanılmaz bir ileri görüşlü şahsı tanıtacağım. Kıbrıs’ın dışında yaşayanlar ve Avustralya’daki geniş topluma yaptığı katkılar, ona büyük saygı ve tanınmışlık kazandırmıştı. Adı da Bay Andonis (Tony) Tumburu idi.
*** Ne yazık ki Bay Tumburu ile röportaj yapamadım. Benim “Kıbrıs’ın Hikayeleri”ni geliştirdiğim dönemde o artık çok hastaydı ve demans nedeniyle çok kırılgan hale gelmişti. O nedenle onun hayat hikayesini, kendi tuttuğu notlardan ve çocuklarının hatıralarından ve birkaç çok yakın aile bireyinden yararlanarak yazdım. Özellikle John Tumburu ve kızı Tess’e, Pasulla Tumburu’ya, Jason ve Miranda Tumburu’ya, Suzanne Tumburu’ya, Katherine Tumburu’ya ve John Guppas’a son 12 aydır bana yaptıkları yardımlar nedeniyle çok teşekkür ediyorum.
*** Andonis’in öyküsü uzun bir öyküdür ve ilginçtir. O nedenle iki bölüm halinde kaleme aldım bunu. İlk bölümde Kıbrıs’tan göç etmeden önceki hayatını, ikinci bölümde de göç ettikten sonraki günlerini yazdım. Birinci bölümde onu Andonis olarak adlandırırken, ikinci bölümde ondan Tony diye söz ediyorum çünkü iki farklı yerde, böyle tanınmaktaydı...
*** Andonis Tumburu, 14 Mart 1928’de Aşşa’da dünyaya gelmişti. Beşinci çocuğuydu ailenin ve ikinci oğluydu. Babası Yannis Tumburu, annesi Margaru idi. 1930’lu yıllarda Aşşa’nın 750 sakini vardı, bunlardan üçte ikisi Hristiyanlar yani Kıbrıslırumlar, üçte biri ise Müslümanlar yani Kıbrıslıtürkler idi. Aşşa’da yaşayanlar daha çok tarımla veya tarıma ilişkin ticaretle uğraşmaktaydı. Andonis’in notlarına göre altı dülger, dört yapıcı, üç terzi, üç nalbant, dört bakkal vardı (bunlardan birisi de babasına aitti), iki ebe, iki öğretmen, bir memur ve orta dereceli bir okulda eğitim almış üç genç adam vardı köyde.
*** Köyde un değirmeni ya da orta dereceli bir okul mevcut değildi. Köyde bir tıp merkezi, hijyen önlemleri, traktörler ve özel araçlar yoktu. Köyde tek bir veteriner vardı ki adı Yakumis Guppas idi ki o kırıkları tedavi edebiliyor ve ister atların, isterse insanların çürük dişlerini çekebiliyordu.
*** Kış aylarında çiftçiler arğa ve buğday ekiyor, yaz aylarında ise pamuk, darı, sısam, karpuz ve kavun yetiştiriyorlardı... Sebze yetiştirenler ayrıca lahana, çiçek lahanası, enginar, hıyar, bamya, patlıcan ve domadez gibi sebzeler yetiştirip bunları satmaktaydılar...
*** O günlerde Aşşa’da trafik yoktu – tek bir kişiye ait bir Ford Model T araç vardı ki bu aracı da uzak bir akrabası borç para karşılığı İngiltere’de kendisine göndermişti. Esas ulaşım aracı atlar, katırlar ve eşeklerdi – onlar da yakıcı Kıbrıs güneşi altında hızla yaşlanıyorlardı... Zaman zaman bir hayvan kaçıyor ve kendi ahırının gölgesine dönüyordu. Köylüler, böylesi durumlarda kenara, hayvanın yolundan çekilmeyi öğrenmişlerdi. Bunun dışında ana-babaların kaygılanacak birşeyi yoktu, o yüzden çocuklar köyde diledikleri gibi dolaşabiliyordu. O günlerde köylüler, geniş bir aile gibi davranıyordu ve herkes çocukların yetiştirilmesinde söz sahibi idi...
*** Andonis, bel fıtığı ve göbek iltihabıyla dünyaya gelmişti... Ebe de, bu çocuğun hayatta kalamayacağını söylemişti. Çok şükür ki ebe, büyük bir sakatlıkla doğna diğer çocuklara yaptığı gibi onun da yüzüne bir yastık bastırıp bebeği boğmamıştı... Bunun yerine çocuğun ana-babasına iltihaplı yeri dikkatle silmeleri ve tamamen temizleninceye kadar bu yarayı takip etmeleri yönünde tavsiyede bulunmuştu. Andonis iltihaplı yarası nedeniyle sürekli ağlıyordu ancak annesi Margaru onu yakınında tutuyordu ve iki yaşına gelinceye kadar onu emzirdi, ta ki tamamen iyileşinceye kadar...
*** Aşşalı çocuklar için güne erken başlamak usüldendi. Tumburu ailesinin çocukları da gün doğmadan kalkıyor ve ailelerine tarlalardaki işlerde yardım ediyorlardı. Hayvanları yedirip suluyor, zeytin zamanı zeytinleri ve harnıpları topluyor, toprakta biten yabani otları temizliyorlardı... Andonis’in işi ise, bir dağarcıkla annesini takip etmek ve annesinin toprağa ektiği tohumları sulamaktı. Çiftlikteki işleri tamamlayınca, çocuklar okula gidiyorlardı. Yeni ilkokul 1933 senesinde inşa edilmişti ve Andonis ile kardeşleri, Aşşa’daki bu yeni okula giden ilk öğrencilerdi.
*** Andonis okulu seviyor ve hızlı öğreniyordu ancak en sevdiği şey de Aşşa ve çevresindeki tarlalarda dolaşmak, koşup oynamaktı. İkindi vakti genelde tüm çocukların özgürce oynayabileceği zamanlardı. Gerçekten de Andonis ve kardeşlerine, eve erken dönmemeleri tavsiye ediliyordu. Bir kez eve erken gitmişti Andonis ve annesi sırtına sert biçimde vurmuştu. “Bu da niçindi?” diye bağırmıştı Andonis... Annesi de, “Eve çok erken döndün diyeydi!” demişti. Evde işi başından aşkındı annesinin, bir de o saatlerde çocuklarla uğraşamazdı...
*** Aşşa’da çocukluk, macera dolu günler demekti... Hayat zordu fakat Andonis gibi enerji dolu bir çocuk için şiirseldi... Çoğu günü, arkadaşlarıyla tarlalarda oynayarak, gülerek, birbirini inciterek, kullanılmayan kuyuları inceleyerek ve su havuzlarında yüzerek geçiriyordu. Andonis çatılara ve ağaçlara tırmanarak küçük serçeleri yakalıyor ya da miller boyu yürüyor, dere kenarlarında kuş avlamaya girişiyordu... Bazan da kuş yuvalarından yumurta aşırıyordu... Kuş lastiğiyle avladığı kuşları ateş yakıp pişiriyordu... O günlerde et yemek, ender bir olaydı... Köylüler, kendi bahçelerinde yetiştirdikleri sebzeleri pişirip bunların üstüne zeytinyağı ve ekşi sıkıyorlar, yanında bulgur pilavı ve ev yapımı ekmek tüketiyorlardı. Eğer şansılıysalar, bir parça hellim ya da nor da oluyordu evde...
*** Andonis ve kardeşi Kiriakos sıcak bir gün Katalimata denen arkeolojik bölgede kuş avına çıkmışken aniden iki yılan havaya fırlayıp birbirine saldırmaya başlamıştı. İki kardeş yılanlardan uzakta bir kayanın üstüne çıkıp onların kavgasını izlemişlerdi... Yılanlardan biri ölünceye kadar bu kavga devam etmişti. Andonis bazan Aşşa çevresinde otların içinde eski paralar ve kırık testi parçaları buluyordu. Bunları anne tarafından dedesi Stilyanos’a götürüyordu – o da kendisine Eski Mısır ve Roma hakkında öyküler anlatıyordu, binlerce yıl önce buralardaydı bu insanlar...
*** Akşamları, Andonis ailesinin uyuduğu yere tırmanıyordu... Odada dört yatak vardı... Annesi ve babası, bir yatağı paylaşırken, kızkardeşleri Maritsu ve İrini bir diğer yatağı paylaşmaktaydı. Andonis ise, kardeşi Kiriakos ile aynı yatakta uyuyordu. Ablası Gagullu ise, tek başına bir yatakta uyuyordu.
*** 1935 yılında Margaru 42 yaşında iken, yedinci çocuğu Pasulla’yı dünyaya getirdi. Onun adı da, Tumburular’a ait evin kemerine kazınacaktı, diğer çocukların isimleri gibi...
*** Andonis, Aşşa’da henüz 40’lı yaşlarda yaşlanan diğer çiftçilere kıyasla babasının oldukça iyi bir duruşu olduğunu ve özellikle de dik durduğunu hatırlıyor. Bellerini kıran ekme biçme gibi ağır işler yaptıkları için köydeki çoğu çiftçinin omuzları çökmekteydi... Andonis’in babası 1930’lu yıllarda ayrıca bir de bakkal dükkanı açmıştı, başarılı bir iş olur umuduyla... Bu dükkan, kerpiç eve bitişikti ve kapısı sokağa bakıyordu. Andonis bakkal dükkanının sigaralar, şekerlemeler, aspirin, pirinç, şeker, zeytinyağı, sirke gibi şeylerle dolup taştığını hatırlıyor... “Zor zamanlardı” diye not düşmüş defterine... “Büyük Depresyon’un etkileri, ada çapında hissediliyordu – ada zaten kuraklık nedeniyle fakirleşmiş durumdaydı... Köylülerin ektikleri büyümüyordu ve babamın bakkal dükkanı da çoğunlukla veresiye çalışıyordu... Bu bakkalın gelirini sübvansiye edebilmek için babam 15 blok büyüklüğündeki verimli tarlalarını ekmekteydi... Her bir blok, ikibuçuk dönüm kadardı... Arpa, pamuk ve sısam büyütmeyi başarıyordu, bunları ya satıyor, ya da mal değiş-tokuşunda kullanıyordu...”
*** Andonis babasının bir de at arabası olduğunu hatırlıyor – dört atın çektiği bir arabaydı bu. İnsanlar babasına kendilerini dini yerleri ziyarete götürsün ya da adada gezmeye götürsün diye para ödüyorlardı. Babası bu gezilerde bazan küçük bir akordiyon çalarak halk şarkıları da söylüyor ve müşterilerini eğlendiriyordu. Her kim ki geziye gitmek istiyordu, mutlaka Yannis Tumburu’yu arıyordu... Ünü yaygındı bu konuda...
*** 1930’lu yıllarda Kıbrıs’ta çoğu köylü daha çok mal değiş-tokuşuyla hayatta kalabiliyordu... Andonis ile kardeşi Kiriakos da, katır arabasıyla seyahat eden babasına eşlik ediyorlardı, babası meyva satıyordu... Kadınlar bir karpuz ya da kavun karşılığı, bir torba buğday veriyordu babasına. O günlerde neredeyse hiçbir zaman parayla alış-veriş yapılmıyordu. Aşşa’da biri Kıbrıslıtürk, biri de Kıbrıslırum olmak üzere iki tane seyyar satıcı vardı. Bunların her ikisi de kumaş, pamuk iplik, düpme ve ipek kumaş ile ev için çeşitli araç gereçler satmaktaydı. Andonis’in annesi, canlı tavuk ya da yumurta vererek elbise dikmek için kumaş, çarşaf ve yastık yüzü alıyordu. Bu, Kıbrıs’ta yaygın bir uygulamaydı, bu nedenle seyyar satıcıların arabalarında mutlaka horozları, tavukları ya da fakir ahaliyle trampa ettikleri başka canlı hayvanları koymak üzere özel kutular bulunurdu.
*** Köyde elektrik olmadığı için yemek pişirmek için çalı çırpı toplanıyor ve balluraların dikenleri de kullanılıyordu. Bunlar daha çok Beşparmak sıradağları bölgesinden toplanarak Aşşa’ya eşekle getiriliyordu. Aşşa’daki çoğu ticaret ve iş, yani terziler, ayakkabıcılar, kasaplar, bakkal dükkanları para değiş tokuşuyla çalışıyor ancak bunların yarısı da hasat zamanı ödenmek üzere krediyle iş yapıyordu.
*** Andonis’in babası Yannis, aynı zamanda katır ticareti de yapmaktaydı. Kıbrıs’ta katırların değeri, atlardan fazlaydı çünkü sağlam basıyorlar ve atlardan uzun yaşıyorlardı, eşeklerden daha akıllı ve daha az inatçıydılar... En değerli hayvanlar, tarlalarda buğdayı biçecek kadar güçlü olan hayvanlardı. Yannis aynı zamanda bir cambazdı ve katır, at, eşek ve zaman zaman da koyun ve keçi alıp satıyordu.
*** Andonis her zaman daha iyi bir geleceğin düşünü kuruyordu... Bir noktada bir hekim olmak ve köylülerine bakmak istemişti... Ancak ilkokulu bitirince babası onun eğitim masraflarını daha çok ödeyemeyeceğini, bu yüzden bir dülger yanına çırak olarak gireceğini duyurmuştu. Gerçek oydu ki Yannis Tumburu, daha ileri eğitimi bir zaman kaybı olarak görüyor ve bunun daha rahat bir hayata yol açmayacağına inanıyordu. Hatta köyünden bir öğretmenin, sırf Musullita’da ders vermek için her gün beş mil yürüyüp Musullita’ya gittiğini de biliyordu. Bu öğretmen yalınayak yürüyordu, ayakkabıları fena olmasın diye onları elinde taşıyordu – yoksulluğun boyutları böyleydi... İşte bu nedenle Andonis’in bir meslek öğrenmesini istiyordu.
*** Ancak Aşşa’da dülger çıraklığı için yer yoktu, o nedenle Andonis, Theodoros Gamberis isimli usta bir terzinin yanına çırak olarak gönderilmişti... Andonis, notlarında şöyle yazıyor: “Çok küçük bir odada, Mastro Gamberis ve iki diğer işçiyle birlikte çalışıyordum... İki tane pedalli dikiş makinemiz, içine kızgın kömür konan iki tane ütümüz, cetvellerimiz, üç tane makasımız, iki masamız ve dört sandaliyemiz vardı. Mastro Gamberis İngiltere’ye göç edince, ben de Bay Savvas Garaviyotis’le çalışmaya gitmiştim fakat o da İkinci Dünya Savaşı çıkınca orduya katılmış, böylece Andonis Kostas ile çalışmaya gitmek zorunda kalmıştım...”
*** Andonis’in babasının sözünü dinlemekten başka seçeneği yoktu. Nihayetinde Aşşa’dan ayrılarak Lefkoşa’da bir terzi çırağı olarak çalışmaya gitmişti. O günlerde günde 12-15 saat çalışmaya zorlanıyordu insanlar, hatta müşteri sayısına göre daha da uzun çalışabiliyorlardı. Andonis bir çırak olduğu ve mesleği öğrenmeye çalıştığı için kendisine para da ödenmiyordu. Kıbrıs’ta çıraklar iki-üç, hatta beş sene hiç para kazanmaksızın çalıştırılabiliyorlardı. Ancak oda ve kalma parasını genellikle mastrolar (ustalar) sağlıyordu. Haftada bir defa Adonis’in anne ve babası oğlularına bir sepet yiyecek gönderiyorlardı. Bu sepetteki yiyecekler de genellikle ekmek, hellim, zeytin ve diğer bazı temel gıdalardan oluşmaktaydı.
*** Lefkoşa’da işlerken, Andonis, Andonakis Bar’da part-time bir iş bulabilmişti. Bu, günümüze kadar çalışmaya devam eden Vasiliu Vulgaroktonu Sokağı denen daracık bir tek yol içerisinde bir bardı. O günlerde Andonis 15-16 yaşlarındaydı. Herkes Andonakis Bar’a gidiyordu, hatta İngilizler bile... Kıbrıs’taki bir numaralı gece kulübüydü bu.
*** Andonis’in babasının onca girişimciliğine karşın, her zaman para eksiliyordu... Kızlarının cehizi için para toparlamaya çalışıyordu, aynı zamanda Gagullu ve Diomida adlı yeğenlerine de bakıyordu çünkü onların babası yani kendinden küçük kardeşi Diomidis, 1924 yılında bıçaklanarak öldürülünce, onların sorumluluğu da Yannis’e kalmıştı.
*** Aşşa’da bıçaklamalar olağandışı bir olay değildi. Aşşa’da her sene birkaç kişi bıçaklamalar nedeniyle ölüyordu. İstatistiki bakımdan 1920’li ve 30’lu yıllarda Aşşa, Kıbrıs’ta en yüksek suç oranının olduğu köydü. Eğitimsizliğe aşırı işçi içme kültürü eklenince, bu da şiddet ve suçlara yol açıyordu. Kuraklığın, yetişmeyen ürünlerin, vergilerin, işsizliğin ve genel olarak mali zorlukların yarattığı stres de, köydeki tartışmalara katkıda bulunuyordu. En ufak bir provokasyonda derhal şiddet açığa çıkıyordu. Pek çok genç erkek bıçak taşıyordu. Bu nedenle çoğu zaman onlara “maşero-vgaltes” (“bıçakçılar”) deniyordu. Sözlü tartışmalar, hızla fiziksel şiddete dönüşüyor ve nihayetinde bıçaklamalarla sonuçlanıyordu. Köyde ne hekim vardı, ne de tıp merkezi, bıçaklanan kurbanlar üç mil uzaklıktaki Vadili’deki doktora yetişinceye kadar kan kaybından ölüyorlardı...
*** 3 Mart 1940 tarihinde Andonis’in kızkardeşi İrini, “Russis” rakaplı Panayis Guppas ile evlenecekti. Dünya savaştaydı ve Kıbrıs’ta da karartma geceleri yaşanıyordu, Alman bombardımanlarına karşı. Dışarıda ateş yakmak, hatta fırın yakmak bile yasaktı geceleri – bu yüzden İrini’nin düğünü kapalı yerde yer alacaktı... Tumburu ailesinin evindeki pencerelere de siyah kumaşlar geçirilmiş, böylece içeride yanan lambasuyulu lambaların ışığı bloke edilmeye çalışılmıştı. Erkeklerin geceleyin dışarıda sigara içmesi gibi yasaklanmıştı. Andonis, arkadaşlarıyla kendi kendini eğlendirmenin yollarını arıyordu: “Bir paket sigara aşırmıştık, ta ki iyice hastalanıncaya kadar bunları içtik. Babam sarhoş olduğumu zannederek ayılmam için beni eve göndermişti. Aşşa’da gençlerin içki içmesi, cezalandırılan bir davranış değildi. Ancak sigara içmek, cezalandırılan bir davranıştı...”
*** Andonis, Lefkoşa’da kaldığı yerle ilgili de notlar tutmuştu... Şöyle diyor: “Ayios Andonios Kilisesi yanında bir oda kiralıyordum. Odamda beş kişi vardı, bir diğer odada da altı kişi vardı. Onikimiz için de tek bir tuvalet vardı binada. Tek bir çeşme vardı, geceleyin akıtıyordu bu çeşme, gündüzleri ise akmıyordu. Uyuduğumuz yerde tavandan aşağıya böcekler düşüyor, kanımızı emiyordu. Lefkoşa’dan Aşşa’daki evimize gittiğimde, annem ve kızkardeşlerim eve böcek getirdiğim için bana bela okuyorlardı...”
*** Andonis nihayetinde, Mihalis Adamidis adlı ünlü bir Lefkoşa terzisinin yanında iş bulacaktı. Bay Adamidis’in çıraklığını yaparken, Lefkoşa’nın önde gelen insanlarıyla tanışacak, onlar da kendisini AKEL’e girmesi için ikna edecekti... Bu konuda şöyle yazıyor: “Lefkoşa’da seminerlere katılacaktım, sendikalar federasyonu seminerlerine... 500-600 kadar erkek, 50 kadar genç kadının katıldığı bir toplantıya katılmıştım. Hayatımda bu kadar büyük bir toplantı görmemiştim, köyümüzdeki 25 Mart kutlamaları dışında. Bir kaynak bulmuş susuz bir insan gibi dinliyordum. Hayatımın bir anlama ihtiyacı vardı. Yanıtlar ve bir amaca ihtiyacım vardı...”
*** Bu toplantı, Andonis’i çok etkilemişti. Daha fazlasını istiyordu. Nihayet, bir gençlik grubuna katılarak Marks ve Engels’i incelemeye başlamıştı... “Soru sormaya teşvik ediliyorduk... Amatör tiyatro ve korolara katılıyorduk... Hazır olduğumuzda, başkalarımızı da grubumuza katıyorduk... Köyümde savaşın kapitalizmin çirkin yüzü olduğu yönünde ortaya koyduklarımı insanların dinlediğini hissediyordum – kapitalist ülkeler son 300 senede, dünyanın yarısına saldırıp buraları işgal etmişti. Tarihsel haritalar da argümanlarımı doğruluyordu. Kiliselerin ve daha çok tüm dinlerin yetersizliği, herhangi bir yerde savaşı kınayamayışıydı... İnsanlığın tek kurtuluşu ancak devrimdi – böylece kitleler iktidara gelecekti...”
*** Aşşa’da Andonis Eğitim Derneği’ne (“Morfotikos Sillogos”) katılmıştı. Diğer kafelerde kumar oynanıyordu ancak bu kulüpte kumar yasaktı. Üyeler bir gazete çıkarıyordu, bir dans ve tiyatro grupları vardı, oyunlar sahneliyorlardı ve siyasi tartışma grupları da vardı.
*** İkinci Dünya Savaşı esnasında Kıbrıs’ta kumaş ve deri ürünleri o kadar nadir şeylerdi ki, Bay Adamidis artık hiçbir siparişi yerine getiremeyecek durumdaydı. Durum iyileşinceye kadar orduya katılmaya karar vermişti Bay Adamidis. “Ben de NAAFİ denen bir ordu kantininde, Lakadamya’daki askeri havaalanı yakınında bir iş buldum. Bulaşık yıkıyordum. Günde ortalama bin tabak yıkıyordum...” Burası İngiliz askerlerinin sigara, alkol ve diğer şeyleri gümrüksüz satın alabileceği bir yerdi. Akşamları da askerler için eğlenceler düzenleniyordu...
(Devam edecek)
(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
Andonis Tumburu