Atatürk’e Mevlûd ve Anma-1948
Kıbrıslı Türkler uzun bir dönem yaşamış oldukları İngiliz İdaresi altında Atatürk’e karşı her zaman sevgi saygı duymuş ve inkılâp takipçiliğini, yaşamına en erken geçirmiş tek misak-ı milli sınırları dışında olanlardır.
1931 isyanından sonra ada’da yaşayan her iki topluma gelen kısıtlamalar ve özellikle “milliyetçilik” açısından başkaldırı, propaganda hareketlerine ilişkin, İngiliz Yönetimi sıkı önlemler almıştı. Bu durumda öyle bir zaman geçirdi ki Kıbrıslı Türkler, Türk bayrağını kullanamamış, “Türk-Türklük” gibi milliyetçi kavramlar yerine kendilerine idare tarafından sürekli “siz sadece İslâm toplumusunuz” şeklinde baskılar yapılmıştır. Söz konusu baskıların artık kaldırıldığı ve özellikle 2. Dünya Savaşı yıllarında adada yaşayan Kıbrıslı Türkler ve Rumlardan oluşturulan, “Katırcılar” diye de anılan Kıbrıs Ordusu’nda görev almalarıyla birlikte Yönetimin baskıcı tutumu da azalmış oldu.
Gazetelerimizde yer alan haberlerden yola çıkarak fikir yürüttüğümüz, anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığımız konulardan biri de; o günlerde, Atatürk’ün ölüm yıldönümü olan 10 Kasım’da nasıl anıldığıdır.1948 yılının Hür Söz gazetesinde söz konusu gün için bir Mevlûd ilânına rastlıyoruz. Bir ilân deyip geçmeyip incelediğimizde konuyla ilgili şöyle bir bilgiye ulaşabiliyoruz: Atatürk’ün ölüm yıldönümlerinde o yıllarda herhangi bir kurum ya da yetkili bir kişi tarafından organize edilmeden, kişi veya kişilerin inisiyatifiyle ve saygısıyla, kişisel olarak Atatürk’e camide mevlûd okutuluyordu. İşte 7 Kasım 1948 tarihli Hür Söz gazetesinde yer alan ilân da bu şekildeydi.
“07 Kasım 1948-Hür Söz-syf:2
Atatürk İçin Mevlûd
10 Kasım Çarşamba günü gecesi Büyük Atatürk’ün ölümünün yıldönümü münasebetiyle Ayasofya Camii şerifinde yatsı’dan evvel saat 6’da Ahmet Derviş Mehmet efendi tarafından mevlûdu şerif okutturulacağı öğrenilmiştir.”
Kıbrıslı Türk bir vatandaş olarak Ahmet Derviş Mehmet efendinin kişisel girişimiyle bu mevlûdun okutulacağı yerin, bugün “Selimiye Camii” olarak andığımız “Ayasofya Camii”de yer aldığını görürken, o yıllarda cami isminin hâlâ eski ismiyle anıldığı bilgisini de ediniyoruz. Kısacası 1950’lerde başlayan köy isimlerinin Türkçeleştirilmesi daha gerçekleştirilmemiş, Ayasofya Camii, Sarayönü gibi isimler daha değiştirilmemişti. Mevlûd konusuna dönersek; gazetenin aynı tarih fakat 4. sayfasında “Atatürk İçin Mevlûd” başlıklı bir yazıya daha rastlıyoruz. Bu yazıda özellikle, Atatürk’ün ölüm yıldönümünde kişiler tarafından camide mevlûd okutulması örneğinin daha da gerilere gittiğini görüyoruz. Ayrıca yazıyı kaleme alan kişi, özellikle bu önemli günün kişiler bazında değil daha kurumsal yapılması gerektiği, Müftülüğün yönetim tarafından kaldırılmasının ne kadar yanlış olduğuna yönelik eleştiri ve önerisini de getiriyor.
“07 Kasım 1948-Hür Söz-syf:4
Atatürk İçin Mevlûd
Dünkü ve bugünkü sayılarımızda görüleceği üzre müteşebbis bir vatandaşımız Ayasofya Camii şerifinde Büyük Ata’nın ruhuna ithaf olunmak üzere mevlûd okutmak teşebbüsünde bulunmuştur. Bundan evvelki yıllarda ayni maksatla vatanperver meslektaşımız Bay Akif tarafından da bu şekilde birkaç teşebbüs yapıldığı malûmdur. Bu günün bir dinî tören günü olarak; Türk âleminin İslâmlığa hediye ettiği Süleyman Çelebi’nin Hazreti Muhammed’in doğum mersiyesiyle takdisi kadar yerinde bir hareket olamaz. Biz bu nokta üzerinde duracak değiliz. Yalnız bu ve buna benzer bir çok hâdiselerin, cemaatimizin bir din reisine olan ihtiyacını belirttiği noktasını tebarüz ettirmeğe çalışacağız.Her memlekette bütün bir cemaati ilgilendiren ve geçmişin büyüklerini anmak maksadıyle yapılan dinî törenlerde din reisi önderlik yapmayı kendisine bir vazife bilir ve ibadethanelerdeki merasimlere o riyaset eder. Hatta bu maksatla ibadetin akabinde yapılacak olan duayı, teberrüken bizzat kendisi okur. Müftilik hükûmetin tek taraflı bir teşebbüsü ile lâğvedilinceye kadar, bizde de keyfiyet böyle idi. Hali hazırda Fetva Eminliği ismi altında devam etmekte olan ve o eksikliği tamamlamaya çalışan makamdan, bu hususta teşebbüse geçilmesini bekleriz. Şimdiki Fetva Emini Hürremzade pek muhterem Hakkı efendinin, mevlûd münasebetiyle icap eden riyaset ve dinî delâlette bulunmasını temenni edersek acaba nasıl olur?”
Gazetenin 10 Kasım 1948 tarihli nüshasında yer alan bir başka ilânda, mevlûd duyurusu yeniden yapılmaktaydı. Fakat bu kez bu ilânda mevlûdu kimler tarafından okutulacağı bilgisi yanında, özellikle okul öğrencilerinin de katılmaları istenmektedir.
“10 Kasım 1948-Hür Söz-syf:1
Atatürk İçin Mevlûd Okunacak
Bu gece yatsı namazından evvel saat 6 raddelerinde Ayasofya Camii şerifinde Ayasofya müezzinlerinden Hafız Şefik ef., Ornutalı Mustafa ef., Kayyım Mehmet ef., ve âmâ Hafız Hasan tarafından, Atamızın ruhuna ithaf olunmak üzere mevlûd okunacağından, din ve millettaşların bu saatte hazır bulunmaları özlenir. Ayrıca mektep talebelerinin de iştiraki temenni olunur.”
Konuyla ilgili yazımızın sonunda, Hür Söz gazetesinin sahibi ve baş yazarı olan Fevzi Ali Rıza beyin “Atatürk” başlıklı yazısını sizlerle paylaşmadan önce, şunu belirtmekte yarar var: Fevzi Ali Rıza bey, Kıbrıs Türk Basını’nın en önemli gazetelerinden olan “SÖZ” gazetesinin kapanmasından sonra, devamı niteliğinde Atatürkçü çizgisi ve Kıbrıs Türk halkının çıkarları doğrultusunda HÜR SÖZ gazetesiyle yol almıştır. Sadece gazetede siyasi değil, kültürel ve sosyal yazılarla da o günleri değerlendirebilmemiz için önemli bir kaynak bırakmıştır bizlere.
“10 Kasım 1948-Hür Söz-syf:1
-Fevzi Ali Rıza-
Atatürk
Ölümünün 10’uncu yılını dinmiyen ayni acı ile andığımız Büyük Atatürk başlı başına bir tarih yaratmış, tarihin ender yarattığı bir kahramandır. Milletimiz için sönmiyen bir meş’ale olarak ebediyete kadar gidecek olan onun deha ve düşüncesinin mahsulü olan eserleri karşısında bu gün, on yıl evvelki ayni heyecanla ve büyük bir hûşû ile eyilmekteyiz. Atatürk bu gün Türk âlemi için olduğu kadar bütün bir Şark dünyası için de bir rehber ve bir kurtarıcı olarak anılmaktadır. Şark’ta yenilik, hürriyet ve garplılık cereyanının kuvveden fiile geçmesine, Büyük Atatürk’ün yüksek direktifleri sayesinde vukua gelen mucizevî gelişmelerden sonra başlanılmıştır. Hind’in milyonlarca İslâm ve Hindu sekenesinin ve diğer bütün bir Şark dünyasının bu gün hürriyete kavuşmasında ve diğer çabalamalarında da onun direktiflerinin ve bahusus İstiklâl mücadelesi sırasındaki hürriyet bayraktarlığının izlerini görmemek kabil değildir. Türk milletini “zulmetten nura” çıkaran; kahraman milletimize hürriyet ve hayat bahşeden yüksek zekâsı karşısında bütün dünya milletleri halâ hayranlıklarını belirtmektedirler. Büyük milletimize O’nun bırakmış olduğu eserlerin kıymeti yıllar geçtikçe daha fazla göze çarpmakta ve daha çok ehemmiyet kesbetmektedir. Fert ve cemiyet olarak hayat ve O’nun eserlerini görmekteyiz.Bingazi cephesinden Anafartalar’a, Çanakkale’den Kafkasya’ya, oradan Suriye’ye ve tekrar Güney Cephesi’ne ve yine Filistin’e yıldırım sür’atiyle yetişen; nihayet Samsun’dan Sivas ve Ankara’ya kadar uzanarak kendi tabiriyle “bir ferdi millet gibi” ulusunun başına geçen milli kahraman, Dumplupınar zaferini de kazandıktan sonra, Kurtuluş mücadelesini tamamlamıştır. İstiklâl savaşında kazanılan zaferden sonra, Büyük Atamızı Yeni Türkiye’nin başında milletin yaşayış ve düşünüş tarzını değiştirmek için giriştiği yeni bir savaşın önderi olarak görüyoruz. Bu savaş; milletimizin dünya milletleri muvacehesinde eşitlik ve hatta üstünlük mücadelesi idi ki bunda da muvaffak olunmuştur. Yapılan sayısız inkilâplarla bu gayeye varılmış ve Türk milleti, dünya milletleri arasında kendisine lâyık olan mevkii kazanmıştır. Ölümünden sonra geçen on yıl içinde birçok üzüntülü vak’alar olmuş; insanlık için bir yüz karası olan ikinci dünya savaşı vukua gelmiştir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” siyasetini kuran Büyük Atatürk’ün memleketi Ana yurdumuz Türkiye; bu yüksek insanlık ideali sayesinde bu bâdireden de emin kalmış ve harbe girmemiştir. Bugün Atatürk’ün eserleri meyvelerini vermiş ve Demokrasi tam manasıyle Türkiye’de kökleşmek yolunu tutmuştur. İnsanlık düşmanı bolşeviklerle mücadele zorunda kalındığının belirtilerine şahit olduğumuz bu devrede; Atatürk Türkiyesi’ni dip diri bir devlet olarak vazifesi başında görmek biz Türkler için ne eşsiz bir bahtiyarlıktır. Bu mücadelede Atatürk Türkiyesi’ni muhakkak ki gelecekte de HÜR İNSANLAR kategorisinde, insanlık vazifesini yapmış sağlam temellere dayanan sosyal ve ekonomik bakımdan pek kuvvetli bir varlık olarak göreceğiz. Atatürk mefkûresi, yaratılan eserlerin bu güzel neticeleri arasında ve her Türkün içinde, ölmeyen bir kudret olarak, her zaman için yaşayacaktır. Tarihin kaydettiği yegâne düşmansız kahramanı Yüce Atamızı saygı ile anarız.”