“Ateş Su Toprak”
Herşey sahteye dönerken, en tepelerden sahtelik akarken Başbakan olarak atanmış Ünal Üstel de “Suçlular kim olursa olsun gereken neyse yapılacak” demiş.
İyi de kendisi Turizm Bakanı iken yaşanan ‘Jet Krizi’ ile ilgili görevden de alınmış olmasına rağmen neredeyse “suçlu” aranmamış, ilgili dosya bir yerlerde rafta mı yoksa kayıp mı o da bilinmeden gündemden de kalkmış. Üstelik ÜstEL, bu olayların sonrasında partisinin hem başına hem de Başbakanlığa atanmış.
Şimdi “gereken yapılacak” diyor. Kim inanır?
Üstelik sahtelik her tarafa bulaşmışken, “gerekeni” yapacak olanlar da ya sahteyse!
***
Oh ne güzel ki böylesine kokuşmuşluğun içinde bireysel başarıların yaşattığı keyifler de oluyor.
Geçtiğimiz hafta Mete Hatay’ın açtığı 2. kişisel sergisinde entelektüel birikimin yansımaları vardı multimedya, kolaj ve illüstrasyonlardan oluşan çalışmalarında… ‘Tereddüt’ ismini verdiği sergide günümüzde yaşadığımız ironiyi çeşitli alanlardaki birikimin desteğiyle harmanlamış gibiydi.
Ne bir siyasi şovu, ne bir kurdela kesme işi vardı. Güzel bir piyano performansı ardından “sergi açıldı” dedi Mete Hatay ve gezdik, gördük, inceledik.
“Hade şimdi şöyle bir şey yapayım” diyerek yapılmış değildi çalışmalar… Dediğim gibi yılların birikiminin günümüze taşınarak o ana taşınmasıydı.
***
Bir diğer çalışma Stella Aciman’ın yeni kitabı ‘Ateş Su Toprak- Yanlış Bedende Doğanlar’ın tanıtımıydı… Stella ile Yenidüzen’in 9 yıl devam eden ‘Adres Kıbrıs’ dergisindeki yazılarıyla tanıştık.
İstanbul’da Yeşilköy’de köşkler arasında azınlıklara mensup bir çocuğun anılarını anlattığı yazılarını okuyup derginin sayfalarına aktarırken ben de oralarda yaşarmışım hissederdim çoğu zaman…
“Biz böyle Müslüman, Rus, İtalyan, Ermeni, Yahudi, Rum hep bir arada yaşardık. Ben böyle bir İstanbul’da büyüdüm, gerçek İstanbul’da büyüdüm..." demişti yine Adres Kıbrıs’ta Simge Çerkezoğlu’na…
***
Şöyle anlatır o İstanbul günlerini Stella; “Mehmet Efendi sabah eve gelir, annemle kahvelerini içerlerdi. O sırada ben ve ağabeyim kapıda duran Mehmet efendinin faytonuna kurulur, sabırsızlıkla annemin gelmesini beklerdik. Sonra ver elini Florya… Ahşap köşkleri çevreleyen asırlık ağaçların arasından geçerek Florya’ya ulaşırdık. Uzun bir sahil, altın gibi bir kum ve pırıl pırıl bir deniz… Florya Gazinosu’nda yediğim balıkların, pavuryaların, ıstakozların tatları hala damağımda, tabii balığın bol ve ucuz olduğu yıllardan söz ediyorum. Ağırlıklı olarak azınlıkların gittiği bir plajdı. Etrafta Rumca, Ermenice, Fransızca ve Ladino lisanlarını konuşan bir sürü insan görürdüm.”
***
İşte Stella Aciman, o günlerin, anıların üzerine ‘ötekileştirilenlerin’ de öykülerini katar. ‘Ateş, Su, Toprak’, yanlış bedende doğanların öyküsüdür. Tanıtım gecesinde, uzun yılların çalışması olan, farklı kişilerle konuşmaların sonunda ortaya konan kitabı yazarken travmalar yaşadığını, yazmayı bırakıp tekrar başladığı anlatan Aciman,ın kitabını o gece imzalattım, ertesi gün okudum ve dün de bugün okuduğunuz yazıya ekledim.
Gerçekten de bir çırpıda okuyacağınız, okuduğunuz zaman da etrafınızda gördüğünüz, gözlemlediğiniz, belki anlayamadığınız, belki anlam veremediğiniz, belki ön yargıyla yaklaştığınız, belki kötü gözle baktığınız insanlara daha farklı açıdan bakabileceksiniz artık… Empati kurabilmeyi deneyeceksiniz belki… Belki önyargınızın ne kadar da ilkel kaldığını görebileceksiniz.