1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Avın ve Et Tüketiminin Normalleştirdiği Üstün Erkeklik
Avın ve Et Tüketiminin Normalleştirdiği Üstün Erkeklik

Avın ve Et Tüketiminin Normalleştirdiği Üstün Erkeklik

Avın ve Et Tüketiminin Normalleştirdiği Üstün Erkeklik

A+A-


 
Besire Paralik
[email protected]

Doğadaki hayvan avı ilk cağlarda insanların temel ihtiyaçlari üzerinden günlük bir aktivite olarak şekillenmişti. Yirminci yüzyılda değişen sosyal koşullar ve savaş ortamının etkisiyle beraber avın beslenme ihtiyaci ile tanımlanan konumu sosyal statü ve güç ilişkileri üzerinden yapılandırılmaya başlandı. Savaşa hazırlık ile ava hazırlık süreçleri arasındaki benzerliklerin oluşmaya basladığı bu dönemde toplumsal cinsiyet kalıpları da daha belirgin bir hal aldı. Popüler kültürde avın spor olarak tanımlanmasıyla beraber erkekler sadece kendilerine ait bir alan koşullandırarak, kadınların bu alana girmelerini normlar aracılıgıyla engellemeye çalıştılar. Toplumsal cinsiyet kalıplarının belirgin olduğu dönemlerde ortaya çıkan kadın erkek ikiliği ve cinsiyetlere yüklenen roller av kültürü üzerinden de beslenerek toplumlarda çocukluktan erkekliğe geçisin bir sembolü olarak algılanmaya başlandı. Toplumlarda yaygın olan bu görüş 1950’li yılllara yaklaşırken Amerika’da düzenli olarak yayımlanan Outdoor Life isimli av dergisinde erkek yazarlar tarafından kaleme alınan mizojini içerikli yazılarla kendini göstermeye devam etti. Derginin taşıdıgı temel argüman orman ve avlanma bölgelerinin sadece erkeklere ait bölgeler olduğuydu.    

Erkek egemen toplumlarda bariz şekillerde kendini belli eden bu görüş Kıbrıs’ta da hemen herkesin şahit olabileceği örneklerde ortaya çıkabiliyor. Aileler içerisindeki kadınlar ava gidecek erkek(ler) için yemek hazırlama yükümlülüğü taşırlarken, erkekler avlayacakları hayvanları mangalda hazırlayacak olmanın gururunu taşırlar. Bazı avcılar avladıkları hayvanların sayısını karşılaştırarak kendi aralarında hiyerarşi yaratıp, üstüne öldürülen hayvanların fotoğraflarını çekerek gurur kaynagı olarak sunmakta tereddüt etmeyebiliyorlar. Av geleneği tıpkı askere gitme zorunluluğu gibi erkeklik tanımının içine yerleştirilen sosyal ve bireysel bir gereklilik olarak kurgulandığı için, ava gitmeyi reddetme davranışı toplum tarafından erkekliğin gerekliliğini reddetmek olarak yorumlanabilir. Avın, silahın, avlanan hayvanın, diğer türler üzerinde egemenlik kurmanın ve genel olarak et yemenin normal, doğal ve gerekli olduğu düşüncesinin normalleştirildigi toplumlarda eşitlik, özgürlük ve adalet kavramlarının ne kadar dar bir kalıba sıkıştırıldığını farkedebiliriz. Öyle ki başka canlılar üzerinde egemenlik kurma çabası sadece hedeflenen “av hayvanları” ile sınırlı kalmayabiliyor; avcının öldürme özgürlüğünü kendi köpeğine karşı kullandıgı durumlarla da karşılaşabiliyoruz.* 

Avın temel ihtiyaç tanımından sıyrılıp salt zevke dönüşen bir spor olarak yeniden tanımlanmasından bu yana sosyal eşitsizliklerle aynı yapının içinde kendine yer edindiği söylenebilir. Kadin-erkek eşitsizliğinde olduğu gibi heteroseksüel ve lgbt kimlikler arasında da inşa edilen hiyerarşik yapı silahlı insanlar ve doğadaki hayvanlar arasında da kurgulanıyor. Hayvanların ‘‘spor’’ adı altında yaşam alanlarından koparılmalarını normalleştirilen bu gelenek et yemenin doğal bir döngü olduğu konusunda da ısrar eder. Erkeklerin biyolojik olarak “doğaları gereği” kadınlardan üstün konumda oldukları ya da eşcinsel ilişkinin “doğaya aykırı”, doğal olanın sadece kadın-erkek birlikteliği olduğunu savunan görüşleri hatırlatan bu ısrar, belki de  “doğal” ve “normal” kavramlarının yeterince sorgulanmadığını gösteriyor.   

Ava gitmeyi reddetmek şöyle dursun, vejeteryan olmaya karar veren bir erkek için bu kararı dile getirmek, toplumun norm bombardımanlarına karşı siper almasını gerektirebilir. Ancak ava gitmeyi reddetme ile vejeteryan olma birbirini takip etmek zorunda olmayan, birbirinden bağımsız kararlar olabilirler. Şayet bu durum ava gitmeyi reddeden her bireyin vejeteryan olacağı anlamına gelmiyor. Ava gitmeyi reddeden bir erkek için et tüketimi hala varoluşsal bir gereklilik olarak tanımlanıyor olabilir. Hayvanların doğada avlanmalarına karşı çıkıp marketlerden et satın almanın yerinde bir karar olduğu düşüncesi ise hayvanların ürüne dönüştürülürken uğradıkları zulümleri görmezden gelmekle aynı anlamı taşıyor. Bu durum “kadına yönelik şiddet uygulamam” diyen birisinin kadına uygulanan şiddete seyirci kalmasını, sonuç olarak şiddeti uygulayan kendisi olmadığı için vicdanen daha rahat hissettiği durumları çağrıştırıyor. 

Biyolojik bir erkeğin birincil toplumsal rolü olan maskülenlik, normlarla uyum içerisinde yaşayabilmesi için benimsemesi gereken en temel faktör varsayıldığı için, normalden ne denli uzaklaşırsa maskülenliğinin de o derece sorguya alınması yaşadığı toplumun şartlarına bağlı olarak kaçınılmaz olabilir. Hayvanları avlama ve ete yüklenen anlamlar farkına varılması zor bir sıradanlıkla “normal” bir insanı yaşayan diğer türlere, özünde ise erkekleri kadınlara göre daha üstün bir konuma yerleştiriyor. Vejeteryan olmanın ‘‘feminen’’ bir seçim olduğu yargısının şüphesiz birçok ülkede çok yaygın bir tutum olduğunu yapılan araştırmaların sonuçlarına bakarak görebiliriz. Kanada’da yapılan bir araştırmaya göre vejeteryan erkeklerin et tüketen erkeklerden daha az maskülen olduklari düşüncesi (Ruby&Heine, 2011) toplumsal cinsiyet rollerinin evrensel boyutuna dikkat çekiyor. Avustralya’da yapılan bir başka araştırmanın sonuçlarına göre vejeteryan olmayan kişilerin, vejeteryan menülerini ‘‘gerçek’’ erkek olmayı gerektiren içerikten yoksun olarak gördükleri belirtildi (Nath,2011). Amerika’da ögrencilerle yapılan bir diğer araştırmanın sonuçlarına göre ise hayvanların insanlardan hiyerarşik olarak daha alt konumda oldukları düşüncesinin baskın olduğu ortaya çıktı. Aynı araştırmanın sonuçlarında erkek öğrencilerin et yeme tercihlerinin sebepleri arasında “daha erkeksi hissetme” faktorü olduğu rapor edildi (Rothgerber, 2012). Dünya genelinde yapılan vegan ve vejeteryan istatistiklerine göre kadın oranının erkek oranının her zaman üzerinde seyretmesi ise şaşırtıcı olmayan, aynı zamanda düşündürücü bir sonuç. Denebilir ki av kültürü ve et tüketiminin normalleştirdiği şiddet ve öldürme özgürlüğü ‘‘doğal’’ bir kılıf ardında saklanmaya devam ediyor.   

-----------------------------------------

Referans:
* “Vahşet!” Yenidüzen Gazetesi, 3 Kasim 2014.
Nath J. (2011). Gendered fare?: A qualitative investigation of alternative food and masculinities. Journal of Sociology. 
Rothgerber, H (2013). Real Men Don’t Eat (Vegetable) Quiche: Masculinity and the Justification of Meat Consumption. Psychology of Men & Masculinity, Vol. 14, No. 4, 363–375.  
Ruby M. B., Heine S. J. (2011). Meat, morals, and masculinity. Elsevier Ltd.  
Smalley A. L. (2005). ‘I Just Like to Kill Things’: Women, Men and the Gender of Sport Hunting in the United States, 1940–1973. Gender & History, Vol.17 No.1 April 2005, pp. 183– 209.

Bu haber toplam 2688 defa okunmuştur
Gaile 305. Sayısı

Gaile 305. Sayısı