Avrupa Parlamentosu Seçimleri
Kıbrıs’ın güneyinde faaliyet gösteren siyasal partiler, 2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerine damgasını vuran ve bu yarışta yapayalnız olduğu anlaşılan bir adayın başarısını, ya da siyasal partilerin başarısızlığını analiz etmeye çalışıyor. Siyaset dışından gelen Fidias, görünüşe bakılırsa, bu seçimlerde mobilize olmak için bazı gerekçeleri bulunan, siyasal partilere küskün veya tepkili, siyasal partilerin ve adaylarının vaat ve argümanlarına aldırış etmeyen, sosyal medya müdavimi sıradan insanların yüzde yirmiye varan oylarıyla seçimleri üçüncü sırada tamamlamıştır. Kıbrıs’ın güneyinde faaliyet gösteren siyasal partilerin bu yüzde yirmilik toplum kesimini ikna etme yeteneğini kaybettiği çok açıktır.
Ama, bu seçimlerden, Fidias’ın yaptığı sürprizin dışında, KıbrıslıTürk toplumunu önemseyenler açısından çıkarılması gereken daha başka önemli bir ders vardır.
Bilindiği gibi AKEL, 2019 yılında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerini KıbrıslıTürk toplumuna dönük, tarihsel olarak olumlu yaklaşımı çerçevesinde değerlendirmiştir. Bunun sonucunda ilk kez bir KıbrıslıTürkü adayları arasına alarak, Federal bir çözümün KıbrıslıTürklerle KıbrıslıRumların ortak bir eylemi sonucunda gerçekleştirilebileceğine inandığını göstermiştir. Niyazi Kızılyürek’in 2019 yılında AKEL listesinden seçilerek Avrupa Parlamentosuna gitmesi, AKEL’in bu ülkeyi KıbrıslıTürklerle birlikte yönetme arzusunu ve iddiasını somutlaştırması bakımından oldukça önemliydi. Böyle bir adım atılmaksızın ‘ortak vatan’, ‘Birleşik Federal Kıbrıs’, ‘ortak mücadele’ ve ‘toplumlararası barış’ gibi AKEL’ın rehber edindiği ve onu KıbrıslıTürklere yaklaştıran temel ilkelerinin fazla bir anlamı olamazdı.
İşte AKEL 2019’da bu adımı atarak barış aktivisti KıbrıslıTürklerin yüreğine su serpmişti. Ama AKEL’in 2019’da attığı ve ister istemez bir geçiş adımını andıran bu tutumunun devamı gelmeliydi. Bu gerçekleşmedi. AKEL’in 2019’da attığı adımın devamı ne olabilirdi? Buna aşağıda değineceğim.
Bu seçimlerde belki de en çok konuşulması gereken şey, ‘VOLT Kıbrıs’ın iki toplumlu bir parti kimliği altındaki katılımı ve aldığı oy oranıdır. Her ne kadar da AKEL’in KıbrıslıTürk toplumuna dönük tarihsel duruşunu ve 2019 yılında attığı adıma benzer bir adımı andırsa da, tüm seçmenlerin önüne sunulan bu seçenek, toplumlararası ilişkiler bakımından yeni bir dönemi başlatabilecek bir potansiyele sahiptir. Bu nedenle VOLT artık hesaba katılması gereken bir aktör olma olanağını elde etmiştir. Sadece bölgeci/etnik temelli partilerin değil, artık ülke genelinde örgütlenmiş partilerin de meşruiyet kazanacağı bir süreç başlatılmış oldu. Ama daha da önemlisi, VOLT’un her iki toplum içinde federasyon yanlısı gruplar için çekicilik yaratan bir modeli somut olarak gerçekleştirmiş olmasıdır. Bununla birlikte, AKEL için yetersiz olan şey VOLT için de geçerlidir. Bunu da aşağıda ele alacağım.
Aslında AKEL ve VOLT’un Kıbrıslı Türk adayları listelerine alarak yarattıkları olumlu havaya, farklı bir içerikle de olsa Yeşiller Partisi tarafından da katkı konulmuş oldu. Uniter devleti savunarak kampanya yürüten Yeşiller Partisi’nin KıbrıslıTürk adayı, KıbrıslıTürk toplumunun siyasal çeşitliliğini yansıtması bakımından önemliydi. Ayni amacı benimsemiş olan siyasal partiler ve kişilerin ülke genelinde örgütlenmiş halde siyaset yapması federal Kıbrıs mantığıyla uyumludur. Yeşiller Partisi’nin federal çözüm yerine Üniter bir devleti savunarak bu çeşitliliği kabullenmesi bu nedenle önemlidir. Yeşillerin, bu modelle KıbrıslıTürk toplumu içinde ne kadar tutunabilecekleri ise ayrı bir tartışma konusudur.
Kıbrıs’ın güneyinde kurulu olan diğer siyasal partiler ise ya KıbrıslıTürkleri hesaba katacak ideolojik bir eğilime sahip değiller ya da DİSİ örneğinde olduğu gibi, şu anda Kıbrıslı Türklere yönelik bir açılımda bulunmanın pratik olarak zor olduğunu düşünmektedirler. Yani çözümsüzlüğün arkasına saklanarak konuyu geçiştirmektedirler. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni KıbrıslıRumların yönetiminde bir devlet olarak sürdürmeyi, en azından şu anda (çözüme kadar) en doğru seçenek olarak görenler de vardır. Örneğin DIKO bu eğilimdedir.
Ama bu seçimlerin kuzeyde kurulu olan siyasal partiler/gruplar açısından da bir önemi vardı. Bu parti veya gruplardan bir bölümü, Kıbrıslı Türklerin seçimlere katılımını barış ve çözüm talebinin bir gereği gibi görerek önemsemişler ve teşvik etmişlerdir. Zaten bu katılımın olması da onlar sayesindedir. Ama soldan ve sağdan çeşitli parti ve grupları kapsayan başka bir eğilim ise sanki ‘sihirli bir el’ tarafından uzlaştırılmış gibi davranarak ya bu seçimleri uzaktan seyretmeyi tercih etmişler ya da bu seçimlerin ‘KıbrıslıTürklerin seçimi olmadığını’ ilan etmişlerdir. Federal bir çözümün karşısına dikilenlerin direnişini anlamak mümkündür. Ama diğerlerinin tutumu ciddi bir soru işareti yaratmaktadır.
KıbrıslıTürklerin katılımını engellemeye çalışıp başarılı olanlar aslında KıbrıslıTürk toplumuna kaybettirmişlerdir. KıbrıslıTürkler bu seçimlere daha yoğun bir katılım göstererek, tıkanan çözüm sürecinin önünün açılmasına ciddi bir katkı yapabilirdi.
Bu seçimlerden çıkarabileceğimiz ve en çok AKEL ve VOLT ile diğer aktif çözüm yanlılarını ve sivil toplumu ilgilendiren ders nedir?
AKEL’nin bir KıbrıslıTürkü aday gösterdiği 2019 yılından sonra atması gereken başlıca adım, altı üyeden ikisinin kuzeyde yaşayan AB vatandaşları tarafından seçilmelerini sağlayacak bir düzenlemeyi hem Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinden hem de AB’den talep etmesiydi.
Bu iki üye KıbrıslıTürkler için rezerv edilmiştir.
Elbette bu sadece AKEL’in üzerine düşen bir sorumluluk değildi. Ama, toplumlararası ilişkilerde şimdiye kadar oynadığı olumlu-tarihsel rolün hatırına AKEL bunu yapmalıydı. AKEL ‘Kıbrıs’ta barış’ söyleminden taviz vermeyen tutumunun bir sonucu olarak, böyle bir adımın KıbrıslıTürk siyasetini çözüm yönünde mobilize edecek bir adım olduğunu fark etmeliydi.
AKEL’in buna benzer sorumlulukları fark etmemesi, o yönde hareket etmemesi onu çözümsüzlük siyasetinin tutsağı yapmaktadır.
Ama, AKEL’in sorumluluğunun birkaç katı sorumluluğu bulunan ve ‘bu seçim KıbrıslıTürklerin seçimi değildir’ diyerek çözümsüzlük kervanına katılanların oynadığı olumsuz role gözlerimizi kapatamayız.
Şimdi onlar, AB tarafından KıbrıslıTürklere veya kuzeyde yaşayan AB vatandaşlarına ayrılan iki AB Parlamentosu üyeliğini niçin talep etmiyorlar?
Böyle bir adım atılmaksızın bu seçimlere KıbrıslıTürklerin yoğun katılımını beklemek en basit ifadeyle kolaycılıktır!
Bu iki sandalyeyi talep etmeyerek ‘bu bizim seçimimiz değildir’ diyenlerin KıbrıslıTürkler için başka bir çıkış yolunun olmadığını farketmeleri ne zaman mümkün olacaktır?
Bundan sonraki AP seçiminin, kuzeyde yaşayan AB vatandaşlarının katılımıyla, AB gözetiminde, tüm KıbrıslıTürk siyasal partilerine açık olacak şekilde yapılmasını sağlamak da AB’nin yükümlülükleri arasındadır.
Bu iki sandalyeyi bize verin, kuzeyde seçim yaparak biz dolduralım diyenleri dikkate almamıza gerek bile yoktur!