Avrupa’da yükselen aşırı sağa karşı 26 Mayıs’ta oy vereceğim
1942 yılında bugün (26 Mart) Naziler, Yahudileri Auschwitz Kampına götürmeye başladılar. Üzerinden 77 yıl geçmiş olmasına rağmen, yaşatılan acılar hâlâ güncelliğini koruyor. Bu sadece kolunda kamp numarası dövmesi bulunan insanların deneyimleri üzerinden değil, dönem dönem kabaran aşırı sağ ve yabancı düşmanı zihniyetlere bağlı olarak depreşiyor. En yakın coğrafyamız olan Türkiye Cumhuriyeti yönetiminin, demokratlar ve insan hakkı savunucuları üzerinden yürüttüğü politikalar da bize, faşizmin gaz odalarından ibaret olmadığını kanıtlıyor. Mesele aslında daha derine işlenmiş bir ideoloji sorunu.
Dünya örneğini incelediğimiz zaman, ülkelerde yaşanan ekonomik krizler neticesinde gittikçe yoksullaşan toplumlar ve bu doğrultuda üretilen acı mali reçeteler, muhafazakârlık ve aşığı sağın beslenmesine zemin yaratıyor. Özellikle göçmenler, yabancı işçiler ve mülteciler bünyesinde şekillendirilen tutucu bakış açıları, “bizden olmayanlara” yaşam alanı tanımak istemiyor. Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde iki ayrı camide düzenlenen silahlı saldırı sonrasında konuşulanlar, islamofobinin ne boyutta olduğunu gösteriyor. Kendini müslüman olarak tanımlayan ve bu uğurda katliam işleyenler ile camide namaz kılan kesimler bir potada toplanıyor ve yaşanan ölümler meşrulaştırılıyor. Buna rağmen yüreği aydınlık olan insanlar da var. Mesela aynı olaydan sonra açıklama yapan ve patlamadan dolayı müslümanları suçlayan ırkçı senatörün kafasına yumurta atan 17 yaşındaki Will Connoly , anti-faşistler için umut kaynağı olabiliyor.
Bugüne kadar herhangi bir şiddet olayına sahne olmayan pek çok Avrupa ülkesi, güvenlikli kozanın içinde yaşayan kelebek olmadıklarının farkına vardılar. Bu noktada ortaya iki yol çıkıyor; ya demokrasi ve özgürlüklerin dayanışma içinde olacağı, emeğe saygılı bir Avrupa kurulacak ya da gelecek günler geçmişte yaşanan akıl tutulmalarına teslim edilecek. Çizilen bu portreye göre; doğunun aksine sistematik - sıcak çatışmalar yaşanmıyor olsa da, batının süreğen bir barışa sahip olduğunu söylemek mümkün değil. Kıbrıs’ın geçmişi düşünüldüğünde, milli ve dini kimlikler üzerinden kutuplaştırılan toplumların, bölünerek hangi noktaya vardığı da malûmunuz. Bu sebeple farklılıkların bir arada, barış içinde yaşayabilmesini en çok arzulayan adadaşlar olarak, 26 Mayıs’ta gerçekleştirilecek Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri için tarafımızı belirlememiz ve yurttaş olmanın verdiği sorumluluğa uygun hareket etmemiz gerekir.
Birçoğumuzun bildiği üzere; federasyonun, bir anlaşma metninden öte bir anlama sahip olduğunu bize yıllardır anlatan, ortak bir memleket yaratabilmek adına eşitlik ve demokrasiyi şiar edinen federal anlayışın taşıyıcısı Niyazi Kızılyürek AP’ye aday oldu. Kendini her ifade edişinde, ihtiyacımız olan hakikatlere vurgu yaptı. Uzun yıllar her iki tarafın statükocuları tarafından öteki ilan edilen Kızılyürek, toplumların yaşadığı acıların gerçek nedenlerini gün ışığına çıkarmaktan geri durmadı. Bunu yaparken özellikle Kıbrıslı Türklerin eşitlik mücadelesini önemsedi ve bu özlemin, federasyon temelinde gerçekleşebileceğini tüm gerekçeleri ile aktardı. Ayrıca Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin, adamız için de gözden kaçırılmaması gereken bir tehlike olduğunu vurguladı.
2004 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB’ye girmesi neticesinde elde edilen Avrupa vatandaşlığı, Kıbrıslı Türklere gerek seyahat gerekse eğitim hakkı bağlamında birçok kazanım sağladı. Ama vatandaşlık bunların ötesinde bir öneme sahiptir. Seçme ve seçilme hakkı, bireyin iradesini ortaya koyabilmesi için kullanılabilecek bir araçtır. Bugüne kadar çeşitli dönemlerde, güneyde gerçekleştirilen seçimlerde aday olan veya oy kullanan Kıbrıslı Türkler vardı. Bu sefer bir ilk yaşanmakta, Kızılyürek ile Kıbrıslı Rumların bulunduğu ortak bir liste yarışa dâhil olmaktadır. Arzum birden fazla Kıbrıslı Türk’ün ve kadının listede yer alması iken, yaşanan ilerlemenin farklı bir kapıyı aralayabileceğine inanıyorum.
Kıbrıs’taki aşırı sağın yarattığı tahribatın bilinciyle hareket ederek, 26 Mayıs’taki seçimde oy kullanmaya karar verdim. Kıbrıslı Türkler olarak, Avrupa yurttaşlığımızın ne anlama geldiğini idrak etmeli ve irademize sahip çıkmalıyız. Tüm bu aktardıklarım ışığında, gerek kişisel gerekse akademik hayatını, toplumların barış içerisinde yaşayacağı federasyona adamış Niyazi Kızılyürek’in, Kıbrıs’ın da içinde olduğu emeğin ve barışın Avrupa’sını kurabilmek adına ideal bir aday olduğunu düşünüyorum. Bence neo-nazilerin şaha kalktığı bir dönemde, demokratik güçler örgütlenmeli ve dayanışma göstererek farklı bir Avrupa’nın var olabileceğini kanıtlamalıdır.