1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Avrupa’da Yunanistan Fırtınası
Avrupa’da Yunanistan Fırtınası

Avrupa’da Yunanistan Fırtınası

Avrupa’da Yunanistan Fırtınası

A+A-

 


Niyazi Kızılyürek
[email protected]

Yunanistan’da gerçekleştirilen 5 Temmuz referandumu nereden bakılırsa bakılsın AB için tam bir dönüm noktası oluşturuyor. Aleksis Tsipras siyasi yaşamını sonlandırma riskini göze alarak girdiği referandum sürecinden muzaffer çıkarken, hem liderlik koltuğunu sağlamlaştırdı, hem de Almanya’nın başını çektiği kemer sıkma politikası ilk defa bir Avrupa halkı tarafından reddedildi. Tam beş aydır yeni bir borç anlaşması için Avro-Bölgesi ile pazarlık yapan Syriza hükümeti, Almanya’nın güdümündeki kreditörlerin dayatmacı tutumu karşısında halkının iradesine başvurdu ve Yunan halkı da %61.37 gibi ezici bir çoğunlukla Tsipras’ın arkasından giderek Avro-Bölgesinin önerilerine “hayır” dedi. Elini güçlendiren Tsipras şimdi yeniden masaya oturacak ve yeni bir müzakere süreci başlayacak.

Yeni müzakere sürecinin nasıl sonlanacağını kestirmek zordur. Her an her şey olabilir. Fakat şurası bir gerçektir ki, referandum süreci adı konmasa da ideolojik bir savaşa sahne oldu. Ve savaş hala devam ediyor.... Bir tarafta kemer sıkma politikalarının sorgulanmasını istemeyen ve Avrupa Birliği’ni adeta bir “finans kuruluşuna” çeviren çevrelerin Syriza hükümetine karşı açtığı karalayıcı kampanya, öte yanda halkının iradesinden başka hiç bir gücü olmayan Syriza hükümetinin direnişi… Zizek’in de yazdığı gibi, rakamların dilini konuşan teknokratlar kendilerini “objektif” olarak tanımlayıp aslında son derece ideolojik davrandıklarını saklamaya çalışıyor, Syriza hükümetini “ideolojinin batağına” saplanmakla suçluyor ve Yunanlı solcuların kendilerini “suçlu” hissetmelerini istiyorlardı. Syriza’nın hiç bir suçluluk duymaması karşısında da sinir oluyor ve bir an önce hükümetten düşmesini diliyorlardı. Nitekim referandum için düğmeye basıldığı andan itibaren teknokrasi ile demokrasiyi birbirine karıştıran, daha doğrusu, demokrasinin teknokrasiye boyun eğmesini isteyen ultra-liberaller çok çirkin bir propaganda kampanyası sürdürdüler. Kimi, Yunan halkına Syriza hükümetini devirip “teknokrat bir hükümet” kurmasını tavsiye ediyor, kimi de, referandumdan “hayır” oyu çıkması halinde Yunanistan’ın Avro-Bölgesinden, giderek de AB’den dışlanacağını söylüyordu. Hiç kimse Yunanistan’da beş yıldan beri uygulanan politikanın Yunan halkını sefalete sürüklediğini görmek istemiyor ve ağız birliği etmişçesine herkes referandumun gerçek konusunu çarpıtmaya çalışıyordu. Sanki Yunan halkı Avro-Bölgesi ve AB’de kalmayı veya kalmamayı oylayacakmış gibi... Oysa Syriza hükümeti işsizliğin azalacağı kalkınmaya dönük yeni bir politika izlemeyi ve borç anlaşmasını buna göre düzenlemeyi savunuyor ve Yunanistan’ın ödenemez olan borçlarının bir kısmının silinmesini talep ediyordu. Avro-Bölgesi bu önerilere “hayır” diyor, üstelik IMF’in Yunanistan’ın borçlarının “ödenemez” olduğunu kanıtlayan raporunun yayınlanmasını engellemeye çalışıyordu. Büyük Avrupa Birliği projesini teknokrat bir projeye dönüştüren küçük politikacılar referandum öncesinde Syriza hükümetini yıkmak için her yola başvuruyor, Yunan halkını adeta terörize ediyordu. Nitekim Yanis Varufakis, “terörize edenlere terörist denir” diyerek taşı gediğine koyacaktı.

Bu arada, ülkeyi batıran eski ve köhne siyasi kadrolar fırsatı ganimet bilerek Syriza hükümetini devirmek için Avrupalı akıldaşlarıyla ittifak kurup “Hayır” oyu çıkarsa Yunanistan’ın büyük felaketlere sürükleneceğini söylüyorlardı. Ne var ki, Antonis Samaras, başta olmak üzere, Kostas Karamanlis ve eski tayfadan diğerlerinin söylemleri Yunanlıları öfkeyle “hayır” oyu vermeye itmekten başka bir işe yaramadı. İlginçtir, ülkenin bu hale düşmesinde büyük sorumluluk sahibi olan ve Avrupa Birliği’ne yanlış rakamlar vererek hile yapıkları bilinen dünün siyasi kadrolarına Avrupalı ultra-liberaller şimdi dört elle sarılmış, Syriza’nın yerine onların işbaşına gelmesini umuyorlardı. Yeter ki, Almanya’nın dayattığı toplumsal adalet hassasiyetinden yoksun kemer sıkma politikaları devam etsin...

Yunan halkı bütün tehditlere rağmen daha fazla kemer sıkmaya “Hayır” dedi ve Aleksis Tsipras’ın elini güçlendirdi. İzlediği politikanın tehlikeye girmesinden korkan Angela Merkal referandumdan bir gün sonra apar topar Paris’e uçtu (son yıllarda normalde Fransızlar Berlin’e uçar) ve Françios  Holland ile bir araya geldi. Belli ki Merkel, Fransa’nın erken davranarak Tsipras’ı desteklemesini engellemek istiyordu. Bunda da kısmen başarılı olduğu anlaşılıyor. Nedense, Holland “neo demir lady”nin önünde gevşiyor. Nitekim Merkel’in ziyaretinden sonra Holland “ne şiş yansın ne kebap” çizgisi izlemeye başladı. Yaptığı açıklamalarda Yunanistan’ın Avro-Bölgesinde kalmasını savunurken, bunun için “dayanışma” ve “sorumluluk” gerektiğini ileri sürüyor ve “sorumluluk” Yunan hükümetinden, “dayanışma” da AB’den demek isteyerek aslında Tsipras’ı Berlin’in şartlarını kabul etmeye davet ediyor.

Şimdi yeni bir müzakere süreci için düğmeye basılmış bulunuyor. Aleksis Tsipras yeni süreçte tavrını net olarak ortaya koydu: Yunanistan Avro-Bölgesinde kalmak istiyor ama kalkınmaya öncelik veren yeni bir yaklaşımla… Bunun olmazsa olmazlarından biri, Yunanistan’ın borç yükünün azaltılmasıdır. IMF’in saklanmak istenen raporu zaten bütün açıklığıyla durumu gözler önüne seriyor: “Yunanistan’ın borçları ödenebilir değildir…” Gerçekçilikle hayallerini bağdaştırmayı iyi bilen Tsipras, işinin kolay olmadığını biliyor. Nitekim kreditörlere “iyi niyet” mesajı vermek için Avrupalı teknokratların nefret ettiği Yanis Varufakis’in görevine son verdi ve yeni bir ekonomi bakanı atadı. Varufakis, Tsipras’a yardımcı olmak için istifa ettiğini açıkladığı basın toplantısında “Kreditörlerin isteği üzerine mi görevden alındınız” yönündeki soruya yanıt verirken şöyle diyordu: “onların benim görevden alınmamı istemeleri benim için onurdur”. (Bu arada şunu da belirtelim: yeni bakan Varufakis’ten bile daha radikal biri olarak tanınıyor.) Belli ki, yeni müzakere süreci de oldukça zorlu geçecek. Bir tarafta Yunanistan’ın Avro-Bölgesinden atılmasını isteyenler, daha doğrusu, “atılma” mekanizması olmadığı için bezdirilip kendisinin çıkmasını sağlamak isteyenler, öte yanda mevcut tasarruf politikalarında hiç bir değişiklik yapmak istemeyenler  elbirliğiyle Tsipras’a yükleniyorlar.

Aslında, Yunanistan krizi bir AB krizi ile karşı karşıya olduğumuzu ve AB’nin geleceğinin söz konusu olduğunu bütün açıklığıyla gözler önüne serdi. Avro-Bölgesi gibi demokratik meşruiyet açığı olan bir kurumun AB yurttaşlarının yaşam koşullarını belirlemesi AB’nin geleceği açısından hiç umut verici değildir. Alman maliye bakanı Schöeble’nin görevine devam ederken Varufakis’in istifaya zorlanması hayra alamet değildir. Fakat ultra-liberal kuvvet Schöeble’den yanadır. Oysa Schöeble sadece rakamların konuşulduğu soğuk odalarda “bir şeydir.” Varufakis ise hem Yunan halkının, hem de yüz binlerce diğer AB yurttaşının gönlünde taht kuran biri... Bugün Avrupa üzerinde Yunanistan fırtınaları esiyorsa, başka türlü söylersek, Avro-Bölgesi ve Avrupa Birliği’nde yaşananlar sorgulanmaya başlanmışsa, bunda Yanis Varufakis’in de payı vardır. Varufakis, Keynesçi yaklaşımı ile Friedmancı Scöeble’ye meydan okurken, pek çok AB yurttaşının da özlemini ve beklentilerini dile getiriyor. Üstelik, hiç bir siyasi hesap yapmadan. Bakanlıktan istifa ettiği gün, bakanlığa geldiği ilk gün gibi motoruyla ayrıldı. Geri döner mi bilinmez. Bilinen tek şey, AB’nin Schöeble mantalitesi ile bir yere gidemeyeceğidir…

Bu haber toplam 1597 defa okunmuştur
Gaile 326. Sayısı

Gaile 326. Sayısı