Avrupa’daki krizden çıkaracağımız dersler
Kamu kaynaklarının popülizme alet edilmesi sonucu Euro Bölgesi’ndeki bazı ülkelerin GSMH / borç oranları %75’in üzerine çıkınca, küresel ölçekte, “Türbülans başladı kemerlerinizi bağlayınız” mesajları verilmeye başlandı. Yaşanacak
Kamu kaynaklarının popülizme alet edilmesi sonucu Euro Bölgesi’ndeki bazı ülkelerin GSMH / borç oranları %75’in üzerine çıkınca, küresel ölçekte, “Türbülans başladı kemerlerinizi bağlayınız” mesajları verilmeye başlandı. Yaşanacak bir çöküşün AB’nin dağılma sürecini başlatacağı, uzun vadede savaşa dahi neden olabileceği uyarıları yapılmakta halen...
Pek çok devletin ticari ortağı konumundaki Euro Bölgesi’nde esen havalar dünya piyasalarını doğrudan etkiliyor. Dünyamızda karşılıklı bağımlılık olgusu giderek gelişiyor. Bunun da etkisiyle krizden çıkış için Avrupa’da ortak para biriminden sonra ortak maliye ve para politikaları, ortak merkez bankası konuşulmaya başlandı. Gündem, tekleşmedir. Çünkü Avrupa tek bir ülke gibi düşünüldüğünde toplam borcu ABD’ninkinden azdır. Sorun, ülkeler arasındaki ve toplumsal katmanlar arasındaki dengesizliklerdir. Bu dengesizlik halkların “tekleşmeye” soğuk bakmasına sebep olmaktadır. Üstüne üstlük, bazıları gelirinden fazlasını harcayacak ama sistemleri iflas edince de “Almanlar ve Fransızlar iflas ettirdi” mi denilecek? İşte bu “tanıdık” eski siyaset tarzının sonuna geldi Avrupa!
Dünyada yoksul daha yoksul zengin daha zengin olurken, statükodan nemalananlar bir yana, geniş halk kesimleri, hem ülkelerinin dünyaya tam entegrasyonunu hem de buna bağlı olarak bireylerin üretkenliğe dayalı eşitlik arzularının karşılanmasını talep etmektedirler.
Avrupa’da öngörülen süreç, öncelikle GSMH / borç oranı yüksek ülkelerde mali disiplinin sağlanması, devletler düzeyindeki dengesizliklerin giderilmesidir. Böylelikle, Almanların, “Biz çalışıp kazanacağız, Yunanlılar da harcayacak” serzenişinin önüne geçilebilecek, zaruri görünen tekleşme sürecinde rıza oluşturmanın önündeki engel aşılabilecektir. Ayrıca bu ülkelerde ek IMF kredileri ile büyüme imkânları yükseltilecek; kemer sıkmanın halklara mükâfatı, üretime dayalı eşitlik ve fırsat eşitliği temelinde daha adil bir gelir dağılımı olacaktır.
Burada Avrupa solunun rolü büyük olacaktır çünkü ekonomik büyümeye yani üretime ve adil gelir dağılımına daha fazla vurgu ihtiyacı hat safhadadır. Ağzından bal damlasa da kemer sıkma mevhumunu 20. yüzyıl ezberleriyle “saldırı” gibi “pazarlayanların” siyasetteki etkinliği büyük oranda azalacaktır. Kemer sıkmanın geleneksel siyasetçi-yurttaş ilişkileri ile çelişmesinden ötürü bugünlerde teknokrat hükümetler gündeme gelirken, bu durumu, “siyaset devre dışı bırakılıyor” şeklinde okumak da doğru olmayacaktır. Zira büyüme safhasına geçiş için programların çok güçlü bir destekle uygulanması gerekmektedir. Geçişi sağlayabilecek bir siyasi kapasitenin oluşturulmasında yöneticilere değil liderlere ihtiyaç vardır esasen.
İşte bu tehlikeli ama dinamik değişim sürecinde Avrupa tekleşirken, kanaat önderlerine görevler düşmektedir. Küresel ölçekte ise ek kredi imkânları sunacak yükselen ekonomilerin söz hakkının artması yani küresel egemenliğin paylaşımı söz konusu olacaktır. Toplumsal yaşamda üretkenliğe dayalı eşitlik, sosyal adaleti getirecektir.
Karşılıklı bağımlılık gerçeği ışığında Avrupalılar geleceği şekillendirme telaşındayken ve bizim de ilacımız olan ortak egemenliğin yükseltilmesi bölgemizde bu denli zarurete dönüşüyorken, Kıbrıs sorununun tüm taraflarının çözüme daha fazla motive olması imkân dâhilindedir. Bu momentum, gelişen konjonktürün önkoşulu olan içte ekonomik büyüme hedefine kilitlenme ve kendi istencimizle çok yoğun bir şekilde bunun için çalışma ile geliştirilebilecektir. Ezberlerimiz federal çözümün önünde birer engele dönüşmüştür artık. Ekonomik büyüme, “Kıbrıs benim aklımda, kanımda ve yüreğimde tek bir ülkedir” diyenlerin özümsemesi ve liderliğini üstlenmesi gereken bir olgu halini almıştır günümüzde. Toplumsal varoluşa ilişkin hassasiyetlerimiz de değişim karşıtlığına gerekçe uydurmanın birer aracı olmaktan kurtarılıp Türkiye’nin de katkılarıyla değişimle karşılık bulabilecek hedefler şeklinde ele alınabilmelidir bu süreçte.
Avrupa’daki gidişatı ve kendi krizlerimizi biz de her yönden fırsata dönüştürebiliriz. Yeter ki siyasette geleneksel olandan medet ummayı bırakıp gelişimsel model etrafında kenetlenebilelim...